Bu mektup yine yüksek mürşidine yazılmıştır. Yolculukta hâsıl olan şeyleri ve birkaç talebenin hallerini bildirmektedir:
Yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı olan Ahmed sunar ki mahlukların mertebelerinde görülen tecellîlerden birazı, önceki mektupta sunulmuştu. Ondan sonra (Vücûb), yani varlığı lazım olan mertebe göründü.
Bütün sıfatlar bu mertebededir. Çirkin, siyah bir kadın şeklinde göründü. Bundan sonra ehadiyet, yani bir olan varlık, ince bir duvar üstünde duran uzun bir genç adam şeklinde tecellî etti. Bu iki tecellî Hakkânî olarak göründüler. Bundan evvelki tecellîler böyle görünmüyordu. Bu zaman ölmek istedim. Kendimi büyük bir deniz kenarında ayakta gördüm. Kendimi denize atmak istedim. Fakat arkamdan bir ip ile bağlanmış idim. Bunun için denize atlayamadım. Bu ipin, maddeden yapılmış olan bedene olan bağlılıklar olduğunu anladım. İpin, kopmasını istedim.
Öyle bir halloldu ki gönlümün Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi istemediğini anladım. Bundan sonra vücûb makâmının bütün sıfatları göründü. Bu sıfatlar, bir bakımdan birçok şeylerin aynaları oldular. Daha sonra bu aynalarda görünen şeylerin hepsi aşağı döküldüler. Geride yalnız vücûb makâmının sıfatları kaldı. Bunlarda görülen şeylerin ayrılmaları, dökülmeleri de görüldü. Şimdi sıfatların asla verildiği anlaşıldı. Onlarda görülen şeylerden ayrılmadan önce, asla verilemezlerdi. Belki verilmiş gibi görülürlerdi. (Tecellî-i suri)ye kavuşanların hâli böyledir. Sıfatlar asla verilince, (Fenâ-i hakiki) hâsıl oldu. Bundan sonra kendimdeki ve başkalarındaki sıfatları birbirinin benzeri buldum. Yerlerinin başka başka olması ortadan kalktı. Böyle olunca gizli şirklerin inceliklerinin birçoğundan kurtuldum. Şimdi ne Arş kaldı, ne yer kaldı, ne zaman, ne mekan, ne altı cihet ve ne de eşyayı ayıran sınırlar kaldı. Eğer senelerce düşünsem âlemden bir zerrenin yaratılmış olduğunu bilemem. Bundan sonra, kendime mahsus olan (Taayyün), kendime mahsus olan vech göründüler. Bu taayyün, eski ve parça parça bir elbise gibiydi. Bir kimse giymiş idi. O kimsenin kendime mahsus vech olduğunu anladım. Fakat Hakkânî olarak anlaşılmadı. Daha sonra bu adâmin yukarı tarafında ve kendisine bitişik ince bir post göründü. Kendimi o post olarak buldum. Bu taayyün elbisesini kendimden uzak gördüm. O post üzerinde bir nur göründü. Biraz sonra gene yok oldu. Bu post ve elbise de yok oldular. Eskisi gibi câhil ve şaşkın kaldım. Bu görünen şeylerden anladıklarımı yüksek kapınıza bildireceğim. Doğrusu ile yanlışını işaret buyurursunuz. Şöyle ki o görünen kimse, (Ayn-ı sabite)dir. Vücûb ile imkan arasında bir geçit gibidir. İki yüzü birbirine benzemez. Arasında elbise bulunan ve nur görülen o post da vücut ile adem arasında geçittir. Kendimi o post bulmuştum. Bu da, varlıkla yokluk arasındaki geçite kavuşmaktır. Bundan önce rüyalarda da, kendimi böyle geçit bulmuştum. Fakat o âfâkta idi. Şimdi ise enfüstedir. Yani kendimdedir. İkisi arasında başka bir ayrılık daha görülmüştü. Fakat şimdi yazarken onu unuttum. Her zemanki halim şaşkınlık ve cahilliktir. Arasıra böyle oyunlar da hâsıl oluyor ve sonra yok oluyor. Geride mârifetleri kalıyor. Bazı şeylerin ne olduğunu anlayamıyorum. Hatırımda kalanlara da güvenemiyorum. Bunun için hemen yazmak saygısızlığında bulunuyorum. Böylece, yüksek işaretinizle, bunlara güvenim hâsıl olur. Kıymetli teveccühleriniz yardımıyla alçak şeylere olan bağlılıklardan kurtulacağımı ümit ediyorum. İmdadıma yetişmezseniz işim çok güçtür. Fârisî beyt tercümesi:
Hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan,
Melek de olsa kurtulamaz yüz karalığından.
Hindistan’ın meşhur şeyhlerinden Şeyh Abdullah-i Niyazinin oğlu Şeyh Taha ve hüttam hacı Abdülaziz yüksek kapınızı çok özlemektedirler.
Şeyh Taha da mübarek ayaklarınızdan öper ve kabul buyurulması için yalvarır. Bu yüksek tarika girmek istiyor, candan yalvardı. İstihâre yapmasını söyledim. Görünüşte çok uygundur. Burada zikretmesini öğrenen sevdiklerimizin çoğu râbıta yapmaktadır. Bir kısmı rüya, vakia esnasında râbıta alıp gelmektedir. Bir çoğu da Delhiden gelmeden önce râbıta etmişlerdir. Önce huzura ve şuursuzluğa dalıyorlar. İçlerinden birkaçı, sıfatları asla veriyorlar, yani ondan görüyorlar. Geri kalanları böyle değildir. Fakat hiçbiri tevhid-i vücûd ve nurları görmek ve keşiflere kavuşmak yoluna gitmiyor. Mollâ Kasım Ali ve Mollâ Mevdud Muhammed ve Abdül-Mümin, görünüşte cezbe makâmının üst noktasına varmışlardır. Fakat Mollâ Kasım Ali inmeye başlamıştır. Geri kalan ikisinin inmesi bilinmiyor. Şeyh Nur da noktaya yakındır, fakat kavuşamamıştır. Mollâ Abdurrahmân da noktaya yakındır. Kavuşmasına az kalmıştır. Mollâ Abdülhadi o makâmda huzura ve şuursuzluğa dalmıştır. Diyor ki (Her bakımdan hiçbir şeye benzemeyen bir varlığı “celle şanüh” her şeyde hiç birine benzemeksizin görüyorum. Her işi Onun yaptığını anlayorum). Yüksek nimetleriniz, taliplere ve elverişli olanlara durmadan yağmaktadır. Bu nimetleri onlara ulaştırmakta bu aşağı kölenizin hiç hizmeti olmuyor. Fârisî Mısra tercümesi:
Ben o eski Ahmedim, hiç değişmedim.
Bir gün vak’alardan bir vak’ayı anlatırken (O, sevilmişlerden olmasaydı, maksada kavuşmakta çok güçlük çekerdi) buyurmuştunuz. Bu mahbubiyetin yüksek ihsanınıza bağlı olduğunu da bildirmiştiniz. Bu müjdenizden çok ümitliyim. Bu taşkınlıklarım ve saygısızlıklarım ondandır.