Bu mektup, esSeyyid ve nakib şeyh Ferid’e “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmıştır. İslam ile küfrün birbirinin zıttı, tersi olduğunu, İslam düşmanlarını sevmemeyi bildirmektedir:
Bize çeşitli nimetleri veren ve müslüman yapmakla şereflendiren ve Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eylemekle kıymetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun! Dünya ve ahiret saadetlerine, rahatlıklarına kavuşmak ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi, mahlukların en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâma uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. O yüce Peygambere ve Onun temiz Ehl-i beytine ve Ashâbının hepsine en iyi duâlar ve en üstün selamlar olsun! Muhammed aleyhisselâma uymak demek, ahkâm-ı İslamiyeye yani İslamiyete uymak ve küfrü ve kâfirliği yok etmeye çalışmaktır. Çünkü İslam ile küfür birbirinin zıttıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. Bu iki zıd şey bir arada bulunamaz. Birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. Kurân-ı Kerîmde, Tevbe sûresi 73. âyetinde meâlen, (Ey yüce Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihat et! Onlara sert davran!) buyruldu. Hulk-i azim sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine, [İslam dinine ve müslümanlara saldıran] kâfirlerle cihat etmeyi, onlara karşı sert davranmayı emrediyor. Bundan anlaşılıyor ki İslama saldıranlara sert davranmak da, hulk-ı azimdir. İslama izzet vermek, kıymetini arttırmak için, küfrü ve kâfirleri yani İslam dinine ve müslümanlara saldıranları kötülemek, onları aşağı tutmak lâzımdır. Böyle kâfirlere kıymet vermek, onları yüksek tutmak, İslamiyeti ve müslümanları kötülemek, aşağılamak olur. Kâfirlere kıymet vermek demek, onları üstün tutmak, karşılarında eğilmek olmakla beraber, onlarla birlikte bulunmak, konuşmak, görüşmek de, onlara kıymet vermek olur. İslam düşmanlarından, İslamiyete saldıranlardan, köpekten kaçar gibi kaçmak, onların pis ve alçak olduklarını bilmek lâzımdır. İslam dinine saldıran, bir mevki makâm sâhibi ise ve bir müslümanın bu kimseye bir işi düşerse ve bu işi muhakkak onun yapması icap ederse, abdesthaneye gider gibi, işi bitirinciye kadar yanına gidilir. Fakat, yine o alçağa kıymet verecek bir şey söylenmez ve böyle bir hareket yapılmaz. Olgun bir müslüman, onun yüzünü görmemek için, o işinden bile vazgeçer. Onun zehirli, zararlı sözlerini işitmekten, Cehennemlik yüzünü görmekten kurtulur. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde böyle kâfirlerin kendisine ve sevgili Peygamberine düşman olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın ve Onun Resûlünün düşmanları ile [Müslümanlara gerici diyenler ile] düşüp kalkmak, o alçaklarla arkadaşlık etmek büyük cinayet, çok çirkin bir suç olur. Bu kimselerle görüşmek, arkadaşlık etmek, çeşitli zararlara sebep olur. Bu zararların en küçüğü, insan onların arasında Allah’ın emirlerini yapamaz. Küfre sebep olan şeylerden kaçınamaz. Bu vazifeleri yapmaya sıkılır. Arkadaşlarından utanır, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyüktür. Allahü teâlânın dinine saldıranlar ile arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “aleyhissalatü vesselâm” düşman olmaya kadar sürükler. Bir kimse, kendini müslüman sanır. Kelime-i tevhid okur. İnanıyorum der. Müslüman olduğunu söyler. Halbuki kâfirlerle, münâfıklarla görüşerek, konuşarak onun müslümanlığı, imanı saf ve temiz kalmaz. Hatta, büsbütün gider de, farkında bile olmaz. Allahü teâlâ, hepimizi, nefslerimizin kötülüğünden ve amellerimizin bozuk olmasından korusun!
Fârisî beyt tercümesi:
Zavallı câhil, sanır ki din adamıdır;
din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır.
Hindistan’daki İslam düşmanlarının azgınlarını görüyoruz. Müslümanlarla alay ediyorlar. Müslümanları kötülüyorlar. Ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, müslümanlara her işkenceyi yaparlar. Hatta hepsini öldürürler. Yahut onları dinden, imandan ayırırlar. İslam terbiyesini, ahlakını, hayasını, şerefini yok ederler. O hâlde, müslümanların bu azgın kâfirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için Allahü teâlâdan haya etmeleri lâzımdır. (Haya imandandır) buyruldu. Müslüman olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lâzımdır. İslam düşmanlarını, Allah’ın emirleri ile alay edenleri, helale, harama aldırış etmeyenleri zararlı bilmelidir. Bunları aşağı tutmalıdır. Bunlara yardımı dokunan her hareketten sakınmalıdır. İslamiyet, gayrimüslim vatandaşlardan cizye denilen verginin alınmasını emretmektedir. Şimdi Hindistan’da kâfirlerden cizye alınmıyor. İslamiyetin bu emri unutulmuş oldu. Bunun da sebebi, Hindistan’daki müslümanların İslam dinini ve müslümanları yok etmeye çalışan kâfirlerle sevişmeleri olmuştur. Kâfirlerden cizye alınmasını emretmekten maksat, onları sıkıştırmak, aşağı tutmaktır. O kadar aşağı düşerler ki cizye vermemek için, kıymetli elbise giyemezler. Süslü eşya kullanamazlar. Çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. Müslümanlara ne oldu ki cizye almayı unuttular. Allahü teâlâ, kâfirlerin zelil ve hakir olmaları için, cizye vermelerini emretti. Böylece, onların aşağı, müslümanların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. Fârisî Mısra tercümesi:
Kâfirlerin azalması, İslama kuvvet verir.
Bir kimsenin müslüman olmasına alâmet, İslam düşmanlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kurân-ı Kerîmde, Tevbe sûresi 28. âyetinde kâfirlere (Neces) yani pis dedi. 95. âyetinde de (Rics) buyurdu. Rics de pis demektir. Bunun için, müslümanların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bilmeleri lâzımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, onlardan sakınırlar. Onlarla birlikte bulunmaktan nefret ederler. Böyle kâfirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmanlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur. Onlardan yardım, şifa beklemek ve hele onlar vasıtası ile duâ ve ibâdet etmek boşuna uğraşmaktır. Mümin sûresinin 50. âyetinde ve Rad sûresi 14. âyetinde meâlen, (Kâfirlerin duâları ancak dalâlettir) buyruldu. Yani, İslam düşmanlarının duâları kabul olmaz, hiç fayda vermez. Kâfirler, papazlar vasıtası ile yapılan duâları Allahü teâlâ hiçbir zaman kabul etmez. Böyle duaların müslümanlara faydası olmaz. Yalnız bu sûretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. Onlar, duâ ederken, putlarını, Allah’ın düşmanlarını araya korlar. Onlardan duâ beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, müslümanlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır. Büyüklerden biri buyuruyor ki: (Sizden biriniz divane olmadıkça, tam müslüman olamazsınız). Burada (Divane olmak), İslamiyeti yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi faydasını ve zararını hatırına bile getirmemek demektir. Müslümanlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! Yeter ki müslümanlığa bir zarar olmasın! Müslümanlık demek, Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin râzı olduğu, beğendiği şeyler demektir. Allahü teâlânın râzı olduğu şeyden daha kıymetli ne olabilir? Allahü teâlânın Rabbimiz olmasına ve İslamiyetin dinimiz olmasına ve Muhammed aleyhisselâmın Peygamberimiz olmasına râzı olduk, sevindik. Fârisî Mısra tercümesi:
Beni bu yoldan ayırma ya Rabbi!
Peygamberlerin efendisi olan Muhammed “aleyhi ve alâ Âlihi minessalavâtü efdalüha” hürmetine beni müslüman olarak yaşat ve müslüman olarak öldür ya Rabbi!
Vakit dar olduğu için, bilmesi çok lazım ve zaruri olan şeyleri ancak kısaca yazdım, gönderiyorum. Bundan sonra, eğer Cenâb-ı Hak nasip ederse, bundan daha geniş ve uzun yazar, gönderirim.
İslam ile küfür birbirinin zıttı oldukları, bir arada bulunamayacakları gibi, ahiret de, dünyanın zıttıdır. Dünya ile ahiret, bir arada bulunamaz. Ahireti kazanmak için, dünyayı terketmek lâzımdır. Yani, dünyaya düşkün olmamak lâzımdır. [Dünyanın ne demek olduğu, 73 mektupta bildirilmiştir. Dünya, Allahü teâlânın beğenmediği, yasak ettiği şeyler demektir.] Dünyayı terketmek iki türlüdür: Birincisi, mubah olan şeylerin hepsini de terkedip, yalnız yaşamak için ve dinini korumak için zaruri lazım olan mubahları kullanmaktır. Dünyayı böyle terketmek çok kıymetli ve çok faydalı ise de, çok güçtür.
Dünyayı terketmenin ikincisi, haram olan ve şüpheli olan şeylerden sakınmak ve yalnız mubahları kullanmaktır. Dünyayı böyle terketmek de, hele bu zamanda, çok kıymetlidir. Fârisî beyt tercümesi:
Gök, Arşa nazaran pek aşağıdır,
Toprağa göre ise, çok yüksektir.
Hiç olmazsa, bu ikinci şekle göre dünyayı terketmelidir. Allahü teâlânın haram dediği, yasak ettiği şeylerden sakınmalıdır. Mesela, erkekler altın ve gümüş eşya kullanmamalı ve halis ipek kumaştan elbise ve çamaşır giymemelidir. Altın ve gümüş eşya süs için muhafaza olunursa câizdir. Bunları kullanmak haramdır. Mesela, bunlarla bir şey içmek, bunlar içinden bir şey yemek, koku ve sürme kutuları [kalem, saat] yapmak gibi kullanmak haramdır.
[Altından ve gümüşten yapılmış yüzük, bilezik, küpe ve gerdanlık gibi süs eşyasını kadınların kullanmaları câizdir. Fakat, bunları sokakta ve yabancı erkekler yanında örtmeleri lâzımdır. Domuz eti yemek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak, fâiz vermek ve almak, her türlü çalgıyı çalmak veya dinlemek, açıkça ve kesin olarak haramdır. Kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları ve buralarını yabancı erkeklere göstermeleri haramdır. Erkeklerin, dizleri ve göbekten dize kadar yerlerinden herhangi bir kısmı açık sokağa çıkmaları, buralarını herhangi bir kadına veya erkeğe göstermeleri haramdır. Kadınların ve erkeklerin sokağa çıkarken, buralarını örtmeleri farzdır. Allahü teâlâ, müslümanlara böyle emrediyor. Buraları açık sokağa çıkanlar, haram işlemiş olur. Günaha girer. Ahirette Cehennemde azap göreceklerdir. Eğer açık gezerken: (Ne olurmuş. Sen kalbe bak, kalbim temiz ya!) gibi şeyler söylerse, Allahü teâlânın emirlerine, yasaklarına ehemmiyet vermemiş, bunları beğenmemiş olur. Ahkâm-ı İslamiyeye, yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına kıymet vermeyen, beğenmeyen kimselerin imanı gider. Müslüman olduğunu söylerse de, müslüman değildir, yalancıdır. Bu günahtan ve sözden tövbe edinceye kadar namazları, oruçları, zekatları, hiçbir ibâdeti ve hiç bir iyiliği kabul olmaz ve ahirette sonsuz olarak Cehennemde azap görür. İmanı olan hanımların ve erkeklerin, bir günah işledikten sonra hemen pişman olması, vazgeçmesi, tövbe etmesi lâzımdır. Günahı bırakmaz ise, sıkılmadan utanmadan hep yaparsa, Allahü teâlâdan korkmıyor demektir. Böyle olunca, imanı gider. Mürted olur].
Allahü teâlânın mubah ettiği, izin verdiği şeylerin çeşiti ve sayısı pek çoktur. Haram ettiği, yasak ettiği şeyler ise, pek azdır. Mubahlardaki fayda ve lezzet haramlardakinden katkat ziyâdedir. Mubah işleyenleri Allahü teâlâ sever. Haram işleyenleri sevmez. Aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, çabuk geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyı gücendirmeyi elbette istemez. Hem de, zararlı olan bir lezzeti haram edince, bu lezzette olan zararsız birçok başka şeyleri mubah eylemiştir. Allahü teâlâ, bizi ve sizleri, bu yüce İslam dininin sâhibinin gösterdiği doğru yoldan ayırmasın!
Helali, haramı, ibâdetlerin nasıl yapılacağını, nelere inanilacağını, her türedi, yalancı kimseye sormamalıdır. Kendi aklı ile görüşü ile düşüncesi ile konuşan kimse, din adamı değil, din, îman hırsızıdır. Müslümanların imanlarını çalar. Bunlar, İslamiyete açıkça saldıran kâfirlerden daha zararlı ve daha kötüdür. Bunların sözlerine, kitaplarına, mecmualarına aldanmamalıdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyan, bilen ve bildiren doğru müslümanları, Allah adamlarını aramalı, bulmalı; dini, imanı, helali ve haramı bunlara sormalı, bunların sözlerinden ve yazılarından öğrenmelidir. Kurtuluş yolu budur. İslamiyetin dışında olan her şey kıymetsizdir, zararlıdır. İslamiyetten ayrılan, dalâlete, felakete düşer. Allahü teâlâ halimizi, şanımızı ve sonumuzu hayırlı ve selametli eylesin! Âmin.