Bu mektup, Herdiram-ı Hind’e yazılmıştır. Allahü teâlâya ibâdet etmeyi ve kendi yaptığı tanrılara tapınmaktan sakınmayı dilemektedir:
İki mektubunuz geldi. İkisinde de, bu fakirleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. Bir kimseye bu devleti ihsan ederlerse ne büyük nimet olur. Fârisî beyt tercümesi:
Bildirmesi lazım olanı söyledim sana!
İster kıymetini bil, istersen darıl bana.
İyi dinle ve iyi anla ki bizim ve sizin ve hatta her şeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkta durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı yoktur. Şekli ve görünüşü olmaz. Baba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer bir şey düşünülemez. Onun bir şey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. Bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zaman yoktur. Zamanı O yaratmıştır. Bir yerde değildir. Her yeri O yaratmıştır. Hep var idi. Varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusur ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, mâbud olmaya, tapınmaya hakkı olan yalnız Odur. Tapınmaya lâyık olan ancak Odur. Hinduların Ram ve Kerşen denilen putları, Onun yarattığı şeylerden zavallı 2 tanesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Ram, Ceret’in oğlu ve Lekne’nin kardeşi idi. Sitanın kocası idi. Ram, kendi çoluk çocuğunu koruyamamıştı. Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi düşünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri yaratana, Ram ve Kerşen gibi isimler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli, büyük bir padişaha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemektedir. Ram ile Rahmanı aynı şey sanmak, ne akılsızlıktır? Yaratan, yarattığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan bir şey, bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Ram ve Kerşen yaratılmadan önce, âlemlerin yaratanına Ram ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıktan sonra, ne oldu ki o eşsiz olan ulu Allaha, Ram ve Kerşen denildi? Ram ve Kerşen’in isimleri, yerlerin, göklerin sâhibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, 124.000’e yakın Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” insanları, yalnız bir yaratana ibâdet etmeye çağırdılar. Ondan başkasına tapınmayı yasak ettiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz birer mahluk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hinduların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. Kendilerini mâbud olarak tanıttılar. Bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. Fakat, Onu kendilerine hulul etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü yapıyorlardı. Tanrı, her istediğini yapar ve yarattığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. Bunlar gibi, daha nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sapıtmış, başkalarını da saptırmışlardı. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle değildiler. Başkalarına yasak ettikleri kötülüklerden kendileri de en çok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. Fârisî Mısra tercümesi:
Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?