Bu mektup, şeyh Bediuddin hazretlerine yazılmıştır. Büyüklerden çok azına bildirilmiş olan birkaç gizli bilgi açıklanmaktadır. Bu derecede, ârif kendini İslamiyetten dışarı sanır. Bunun sebebi ve İslamiyete uygunluğu bildirilmektedir:
Önce, Allahü teâlâya hamd ederim ve Onun Resûlüne “sallallâhü aleyhi ve sellem” salât ve selâm ederim.
Kıymetli kardeşim! İyi biliniz ki İslamiyetin bir dış görünüşü vardır, bir de içi, özü vardır. Dışını, âlimler bildirmişlerdir. İçini, özünü, tasavvuf büyükleri anlamışlardır. İslamiyetin görünüşünde ilerlemek, mahlukların sonuna kadardır. Bundan sonra, eğer vücûb derecelerinde yükselmek nasip olursa, dış ile iç birbiri ile birleşir. Bunlarla, Şân-ül-ilme kadar yükselir ki burası Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mebde-i taayyünüdür. Bundan sonra, ilerlenirse, İslamiyetin içi de, dışı da, yolda kalır. Ârif, Şân-ı hayatta yükselir. Bu Şanın, mahluklar ile hiç benzerliği, ilgisi yoktur. Hakiki Şanlardandır. İzafet sıfatları bile oraya yaklaşamaz. Bu Şân, maksadın kapısı gibidir. Matlubun başlangıcıdır. Bu derecede, ârif, kendini İslamiyetten dışarıda bulur. Allahü teâlâ koruduğu için İslamiyetin inceliklerinden bir inceliği bile elden kaçırmaz. Bu büyük nimete kavuşmakla şereflenenler çok az, hem de pek çok azdır. Tasavvuf yolcularının çoğu, bu makâmın gölgelerine varabilmişlerdir. Çünkü her yüksek makâmın, altında gölgesi vardır. Gölgeye varanlar, İslamiyetten dışarıya çıktık sanmışlardır. Kabuğu soyduklarını, öze kavuştuklarını zannetmişlerdir. Burası, tasavvuf yolculuğunun tehlikeli yeridir. Zayıf olanlardan çoğu, burada yoldan çıkmış, mülhid ve zındık olmuşlardır. İslamiyetten ayrılmışlar, hem kaymışlar, hem de başkalarını yuvarlamışlardır. Büyükler arasında, velâyet derecelerinden birine kavuşanlar ve o yüksek makâmın gölgelerinden birisinde, bu mârifeti edinenler, o makâmın kendine varamamış iseler de, Allahü teâlâ bunları korumaktadır. İslamiyetin edeplerinden bir edebi elden bırakmazlar. Bu mârifetin iç yüzünü anlamasalar ve işin özünü kavramasalar da, İslamiyetten kıl kadar ayrılmazlar. Allahü teâlânın lutfü ve ihsanı ile sevgili Peygamberinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” sadakası olarak, bu bilmece bu fakire çözülünce, işin özü anlaşılınca, az bir şey açıklamak uygun oldu. Belki nakısları doğru yola getirir ve olgunlara işin iç yüzü aydınlanır.
İslamiyetin emirleri, yasakları, hem bedenedir, organlaradır, hem de kalbedir. Çünkü nefsin temizlenmesi, bu ikisinin İslamiyete uymasına bağlıdır. İşte, o makâma erişen büyüklerde, İslamiyetten dışarı aşan, bu ikisinden başka olan latîfelerdir. İslamiyete uyması lazım gelen bu iki parça, her zaman uymaktadır. Başka latîfelere, İslamiyete uymak için emrolunmamıştır.
Tasavvuf yolunda ilerlemeden önce, beş latîfe birbirleri ile birleşmiş idi. Ruh, sır, hafi ve Ahfâ latîfeleri, kalpten ayrı değillerdi. Seyr ve sülûk denilen o yolculukta, beş latîfe birbirinden ayrıldı. Her biri, kendi yerine varıp yerleşti. Böylece, hangisinin İslamiyete uymakla vazifeli olduğu, hangilerinin vazifeli olmadıkları anlaşıldı.
Sual: O makâmda, ârif, bedenini ve kalbini de, İslamiyetin dışında buluyor. Bunun sebebi nedir?
Cevap: Böyle bulmak, doğru bir buluş değildir. Böyle sanmaktadır. Kalbini ve bedenini, çok latif olan, başka latîfeleri gibi görmektedir. Bunları da, onlar gibi, İslamiyetin dışında sanmaktadır.
Sual: Beden ve kalp, İslamiyetin görünüşüne uymakla vazifeli oldukları gibi, İslamiyetin özü, kalbin dışına da yayılmaktadır. Böyle olunca, İslamiyetten dışarı çıkmak, ne demek oluyor?
Cevap: İslamiyetin özü, ruh ve sır latîfelerini aşamaz. Hafi ve ahfaya eremez. İslamiyetten dışarıda kalanlar da bu ikisidir. Her şeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bilir.
Allahü teâlâ bizi ve bütün müslümanları Peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendirsin “aleyhi ve aleyhim ve alâ Âlihim salavâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”!
___________________
Zahida! Aç gözün, sahraya bak da ibret al!
Şu direksiz kubbe-i semaya bak da ibret al.
Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyanın kudretin,
Her sabah, seher vakti, dünyaya bak da, ibret al!
Padişah olsan da derler, “er kişi niyetine”
Var, musallada yatan mevtaya bak da ibret al!
Bir kefendir akıbet, sermaye-i beğ ve fakir,
Varlığa mağrur olan, mecnun değil de, ya nedir?