Bu mektup, kıymetli oğlu meyan Muhammed Sâdık’a yazılmıştır “kaddesallahü esrârehümel’aziz”. Sâlik, kendini Peygamberlerin makâmında görür. Bunun sebebi bildirilmektedir:
Sevgili yavrum! Soruyorsun ki sâlik tasavvuf yolunda yükselirken, bâzen kendini Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” makâmlarında buluyor. Ve bâzen, bu makâmların da üstüne çıktığını anlayor. Halbuki söz birliği ile bildirilmiştir ki Peygamberler “aleyhimüssalavâtü vettehiyyat” herkesten daha üstündür. Evliyânın bütün kazançları “rahmetullâhi aleyhim ecma’în”, Peygamberlere uydukları içindir. Onların yolunda gitmekle, Evliyâlığa kavuşmuşlardır.
Cevap: Sâlikin gördüğü makâmlar, Peygamberlerin uruc ettikleri, yükseldikleri makâmlar değildir. O büyükler, uruc ederlerken, o makâmlardan çok yukarı yükselmişlerdir. Çünkü o makâmlar, o büyüklerin mebde-i taayyünleri olan, Allahü teâlânın isimleridir. Allahü teâlâdan gelen feyizler, nimetler, hep mebde-i taayyün denilen bu isimlerden gelir. Çünkü, Allahü teâlânın, arada isimleri olmadan, bu âlem ile hiçbir ilgisi yoktur. Allahü teâlânın mahluklara ihtiyacı ve mahluklarla doğrudan doğruya ilgisi yoktur. Ankebût sûresi, 6. âyet-i kerimesinde meâlen, (Elbette Allahü teâlânın bu alemlere hiç ihtiyacı yoktur) buyruldu. O büyükler, yükseldikleri makâmdan geri inerken, yukarıdaki nurları da birlikte indirirler ve kendilerine mahsus olan bu isimlerde yerleşip kalırlar. Bunun için, bir kimse bunları ararsa, bu yerleştikleri makâmlarında bulur. Zât-ı ilâhîyi isteyen, yüksek yaratılışlı bir kimse, yükselirken bu isimlere yetişir ve onlardan da yukarıya geçer. Allahü teâlânın dilediği makâma kadar yükselir. Fakat, bu sâlik yukarıdan aşağı inerken, kendi mebde-i taayyünü olan ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” bulundukları isimlerden daha aşağıda olan isme gelip yerleşince, kendi makâmı ile onların makâmları arasındaki farkı anlar. İşte daha üstün olmak, bu makâmlar ile ölçülür. Makâmı yüksek olan kimse, daha yüksektir. Sâlik, kendi makâmı olan isme inmedikçe ve bu makâmın daha aşağıda olduğunu anlamadıkça, o büyüklerin daha üstün olduklarına zevkle ve hâl ile inanmaz. Daha üstün olduklarını, işiterek söylemektedir. Önce îman etmiş olduğu için, yüksek olduklarını söyler. Fakat vicdanı, sözüne uygun değildir. Bu zaman, Allahü teâlâya sığınması, yalvarması, câhil ve zavallı olduğunu söylemesi, doğrusunun kendisine bildirilmesi için duâ etmesi lâzımdır. Bu hâl, sâliklerin ayak kayacak, tehlikeye düşecek yerleridir. Bu yazımızı bir misal ile açıklayalım. Biliyoruz ki duman, sıcak sıvı ve katı zerrelerdir. Sıcak oldukları için, genişlemiş, hafiflemiş olan sıvı ve katı tanecikler, havada yükselir. Bunu görünce, katı ve sıvı taneciklerin havadan daha hafif olduklarını söylemek doğru olmaz. Çünkü taneler, ısı enerjisi tarafından kaldırılmaktadır. Soğudukları zaman, yine geri, aşağı inerler. Yere düşerler. Kendi yerlerinin havadan daha aşağı olduğu anlaşılır. Sâlik de, o makâmlardan yukarı, fazla muhabbet enerjisi ile sürüklenmektedir. Kendi makâmı, o makâmlardan aşağıdadır.
Buraya kadar bildirdiklerimiz, müntehî için idi. Müntehî, tasavvuf yolunda, çıkabileceği derecelerin sonuna varan Velî demektir. Yolun başlangıcında, böyle sanılırsa, kendini büyüklerin makâmlarında bulursa, bunun sebebi başkadır. Şöyle ki sonlarda bulunan her makâmın, yolun başında ve ortasında benzerleri, görünüşleri vardır. Başlangıçta ve yolda olanlar, bu görüntülere gelince, o makâmların kendilerine geldiklerini sanırlar. Bir şeyin görüntüsü ile kendisini ayırt edemezler. O büyüklerin görüntülerini, benzerlerini de, makâmlarının görüntülerinde bulunca, o büyüklerle ortak olduklarını sanırlar. Zannettikleri gibi değildir. Bir şeyin gölgesini, kendisine benzetmekten başka bir şey değildir. Ya Rabbi! Her şeyin özünü, yapısını bize bildir! Sevgili Peygamberin hürmetine, bizleri boş, faydasız şeylerle vakit geçirmekten koru! Âmin.