Bu mektup, Lahor müftüsü şeyh Muhammed’in oğlu Şeyh Abdülmecid’e yazılmıştır. Ruhun nefse niçin bağlanmış olduğu ve bunların yükselmelerini ve inmelerini ve cesedin ve ruhun Fenâ ve Bekalarını ve Davet makâmını bildirmektedir:
Nur ile zulmeti birlikte bulunduran Allahü teâlâ, her türlü ayıptan, kusurdan uzaktır. Mekansız, cihetsiz olan ruhu, cihetli olan, maddeden yapılmış olan bedene yaklaştıran, Rabbimizi tesbîh ederiz. Zulmetli olan bedeni, nurlu olan ruha sevdirdi. Nur zulmete âşık oldu. Çok severek, onun ile birleşti. Bu bağlantı ile nurun cilası arttı. Ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. Nurun bu hâli, ayna yapılacak cama benzemektedir. Cama parlaklık vermek için ve cisimleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. Karanlık, katı toprak maddeleri ile sıvanan câmin parlaklığı artar. Kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. Parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca, önceden Allahü teâlâya olan yakınlığını unuttu. Hatta, kendi varlığını ve özelliklerini unuttu. Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unuttu. Onunla bir arada kalınca, kıymetini kaybetti. Kötüleşti. Bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! Onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. Buna kavuşamazsa, yükselmeye uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! Allahü teâlâ ona ezelde merhamet ettiyse, onu lutfüne, inayetine kavuşturdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan nimetleri hatırlar, eski haline döner.
Arabî beyt tercümesi:
Hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır.
Herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır.
Nur bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühuduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makâma sürükler. Buraya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutturacak kadar çoğalırsa, beden de onun nurları ile aydınlanır. Nurların müşahedesinde kendini unutur.
Matlubun huzuruna perdesiz olarak kavuşur. İnsan, şimdi hem cesedin, hem ruhun fenâsına kavuşmakla şereflenir. Bu fenâdan sonra, bu şuhûd ile bekâ hâsıl olursa, fenâ ve bekâ tamamlanmış olur. Velî ismini almak hakkı olur. Velâyet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: Ya, tam şühuda dalar, kendini hep unutur. Yahut, insanları Hak teâlâya çağırmak için geri döner. Geri döndükten sonra, bâtını Allahü teâlâ ile zâhiri insanlar ile olur. Bu zaman nur, kendisine karışmış olan zulmetten kurtulur. Matlubuna, yani Hak teâlâya döner. (Ashâb-ı yemin) den olur. Kendisinin sağı solu yok ise de, hâli sağ olmaya uygundur. Çünkü hayrları kendinde toplamıştır, kemâle kavuşmuştur. Bu ikisi de sağda bulunur. Sağ mübarektir. (Allahü teâlâ hakkında da, iki eli, mübarek olan sağ taraftadır) buyurulmuş olması da bunun gibidir. (İki eli demek, Onun râzı olduğu, beğendiği şey demektir). Mekansız nur ve bâtın dediğimiz ruhtur. Ciheti olan karanlık ve zâhir ise, nefs demektir.
Sual: Birinci kısımdan olan, yani geriye dönmeyen Evliyâ da, âlemi biliyor, insanlarla birlikte yaşıyor. Bunların hep Allahü teâlâya bağlı olmaları ve kendilerini unutmaları ne demektir?
İnsanları Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturmak için geri dönen Evliyâ ile bunların arasında ne fark vardır?
Cevap: Kendilerini unutmak ve hep Allahü teâlâya bağlı kalmak demek, nefs ruhun nurları arasına girdikten sonra, ruh ile nefsin birlikte, Allahü teâlâya teveccüh etmesi demektir. Böyle olduğu yukarıda bildirilmiştir. Mahlukları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organları ile olur. Bu organlar, nefsin tafsilidir. Nefsin arzuları ile işlemektedir. Hülâsa olan, kuvvet merkezi olan nefs, ruhun nurları altında Allahü teâlâyı müşahede etmektedir. Bunun tafsili, açıkta olan kısımları, eski şuuru ile hareket etmektedir.
Hülâsanın yok hâle gelmesi ile onların hareketinde gevşeklik hâsıl olmuyor. Bu âleme rücu etmiş olan Evliyâ “rahmetullâhi aleyhim ecma’în” böyle değildir. Bunların nefsi, mutmeinne olduktan sonra, ruhun nurları altından çıkıyor. Mahluklar alemine bağlanıyor. Bu bağlılıkla, insanları Allahü teâlânın rızasına çağırıyor.
Nefs hülâsadır, topluluktur dedik. His organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsilidir, açıkta bulunan parçalarıdır dedik. Çünkü nefsin etten olan kalbe yani yüreğe bağlılığı vardır. Yüreğin de, (Hakikat-i câmia-i kalbiye) , yani kısaca kalp veya gönül denilen latîfeye bağlılığı vardır. Yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile ruha da bağlanmış olur. Ruhtan gelen feyizler, bu bağlılıklar vasıtası ile nefse gelir. Sonra nefsten organlara ve kuvvetlere yayılır. Bunlar nefste hülâsa olarak mevcuttur. Bu anlaşılınca, Evliyânın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. Birincileri, sekr sahipleridir, yani şuursuzdurlar. İkincileri sahv sahipleridir. Yani şuurludurlar. Birincileri daha şerefli, ikincileri ise, daha üstündür. Birincilerin hâli Evliyâlığa uygundur. İkincilerin hâli Peygamberliğe uygundur. Allahü teâlâ, bizleri Evliyânın kerâmetlerine kavuşmakla şereflendirsin ve Enbiyaya “salavâtüllahi teâlâ ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ cemii melâiketil mukarrebîn vel’ibadissâlihin ilâ yevmiddin” tam uymakla yükseltsin! Bu satırları yazan duacınızın, arabisi, fârisîsinden daha güzel değil ise de, şerefli mektubunuz Arabî kelimelerle yazılmış olduğundan, mektubumuzu da, sizin gibi yazdık. Sözümüz burada tamam oldu. Hepinize selam olsun!