Bu mektup, Han-ı Hanan ismi ile meşhur Abdürrahim’e “rahmetullahi teâlâ aleyh” Arabî olarak yazılmış olup dini, cahillerden öğrenmeyi menetmekte ve soy adı seçmekten bahs etmektedir:
Allahü teâlâ hepimizi laftan kurtarıp, iş yapmak nasip buyursun. İnsanların en iyisi ve hepsinin Peygamberinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” hatırı için, amelsiz ilmden, işe yaramayan bilgilerden korusun!
Arabî Mısra tercümesi:
Bir kimse ki bu duaya âmin diye,
Hak teâlâ, o kula rahmet eyleye!
Ey, yüksek yaratılışlı kardeşim! Allahü teâlâ, sizin yaratılışınızda bulunan kemâlâtın meydana çıkmasını ihsan eylesin! Bu dünya ahiretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibâdet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur. Zehirli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmualarından] okumaktır. Çünkü, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dini, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din cahilleri, din dersi verirken [din kitabı yazarken], İslamiyete uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de câhil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, [başka ilim kollarında söz sâhibi olmakla, fen ve sanat şubelerinde ihtisâs kazanmakla] insan din adamı olamaz, [din kitabı yazamaz] ve din bilgisi veremez.
Bir din alimi, gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, dinsizler, İslam düşmanları [ve câhil din adamları] tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftirâları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedâvi eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, İslamiyeti ve meziyetlerini, faydalarıni, emirlerindeki ve men’lerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onlara yerleştirir. Böylece gençlerin ruh bahçelerinde dertlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir. Böyle bir din alimini ele geçirmek, en büyük kazancdır. Onun bakışları, ruhlara işler. Sözleri, kalplere tesir eder. Din-i İslamı, hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle bir Allah adâminın sunması ile mümkündür. Allahü teâlâ, hepimizi Muhammed aleyhissalatü vesselâmın doğru yolundan ayırmasın! Âmin. Çünkü, insanları dünya ve ahiret rahatına kavuşturan, ancak bu yoldur. Şu fârisî beyt ne güzel söylenmiştir. Beytin tercümesi:
Arabistan’dan doğan, Muhammed “aleyhisselâm”
İki cihanda, üstün Odur, heman!
Kara toprak altında kalsın, her ân,
Onun kapısında, toprak olmayan!
Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” en yükseğine, en üstününe bizden selamlar olsun!
Ne kadar şaşılacak şeydir ki kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şairlerden birinin, bir kâfir ismini soyadı aldığını işittim. Hem de, kendisi Seyyidlerden, sevmemiz lazım gelen büyüklerden biridir. Keşke bunu duymasaydım. Bu alçak ismi acaba niçin aldı? Bir türlü anlayamıyorum. Böyle isimleri almaktan, korkunç arslanlardan kaçmaktan, daha çok kaçmak lâzımdır. Böyle isimleri, her çirkinden daha çirkin görmek lâzımdır. Çünkü, bu isimler ve onların sahipleri, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Onun Peygamberinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” düşmanlarıdır. Müslümanların, [ister hıristiyan olsun, ister yahudi olsun, isterse kitapsız olsun bütün] kâfirleri düşman bilmesi emrolunmuştur. Bu gibi pis isimleri, evladına koymamaları, her müslümana vâcibdir. Benim tarafımdan ona söyleyiniz! Bu ismi değiştirsin! Onun yerine, ondan hayırlı ve müslümana yakışan bir isim koysun. Müslüman olana, müslüman ismini koyması yakışır. Allahü teâlânın sevdiği ve Onun Peygamberinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” beğendiği, İslam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur.
[Ebû Davud ve Muhammed ibni Hibban bildiriyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Onun için güzel isimler alınız!) buyurdu. Tirmüzi bildirdiğine göre Âişe “radıyallâhu anha” buyurdu ki (Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” çirkin isimleri değiştirirdi).]
Tirmizi ve İbni Mace “rahmetullâhi aleyhima” bildiriyor: Abdullah bin Ömer “radıyallâhu anhüma” buyurdu ki (Hazret-i Ömerin bir kızının adı Asıye yani isyan edici idi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, onu değiştirdi. Cemile yaptı). Bunlar gibi, daha birçok insan, yer ve sokak ismini değiştirerek, müslümana yakışan isimler taktığını Ebû Davud bildirmektedir. Hadis-i şerifte, (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız!) emrolundu. Dinsizlik alâmeti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan, [sözleri söylemekten ve alâmetleri kullanmaktan ve işleri yapmaktan] kaçınmak, her müslümanın vazifesidir. Bakara sûresi 221. âyetinde meâlen, (Mümin olan bir köle, kâfir olan bir beyden, daha kıymetlidir!) buyruldu.
Muhammed aleyhisselâmın yolunda gidenlere, Allahü teâlâ, selamet versin! Âmin.
Malu mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi!
Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi.