Bu mektup, Seyyid Enbiya’ya yazılmıştır. Zikri, Fenâ ve Bekayı ve Ebû Ali Sina’yı bildirmektedir:
Allahü teâlâya hamd ve yüce Peygamberine “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” salât ve selâm olsun! Size ve bütün müslümanlara duâ ederim. Gönderdiğiniz kıymetli mektup geldi. Bizleri sevindirdi. Nefyü ispat zikrinin yirmibire ulaştığını, fakat devam hâsıl olmadığını, ara sıra şuursuzluk olduğunu yazıyorsunuz.
Sevgili yavrum! Zikretmenin şartlarından bir şart eksik olmalıdır ki o sayıya çıktığınız hâlde bir tesiri görülememiştir. Görüştüğümüz zaman hatırlatınız da uzun anlatırım, İnşaallahü teâlâ.
Sual: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh” işini sona getirdikten sonra, (Zikir söylemek laklakadır. Yani faydasızdır. Kalp ile zikretmek vesvesedir. Yani faydasız düşüncedir. Ruhun zikir yapması, şirk olur. Sır denilen latîfenin zikri de küfürdür) buyurdu. Bu söz ne demektir?
Cevap: Zikrde, bir zikir eden, bir de zikir olunan vardır. Hangi zikir olursa olsun, zikir edenin ve zikrin zikir olunanda yok olmaları için yapılır. Yani zikir eden ve zikir yok olacaklar, yalnız, zikir olunan kalacaktır. Bunun için, zikre laklaka, vesvese, şirk ve küfür buyurmuştur. Fârisî iki beyt tercümesi:
Dosttan seni geri bırakmasın,
o şey, küfür veya îman olsa da,
seni bu yolda oyalamasın,
hiçbir şey, mah-i cihan olsa da!
Zikre böyle çirkin isimler verilmesi, Fenâ ve Bekâ hâsıl olmadan öncedir. Çünkü, Fenâ ve Bekâ hâsıl olduktan sonra, zakirin varlığı ve zikretmesi, hiç çirkin değildir. Bu sözümüzde, anlaşılamayan yer kaldı ise, buluştuğumuz zaman, yine sorunuz. Çünkü, mektupla bundan fazlası açıklanamaz. Şunu da bildirelim ki bu sözü, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh” hazretlerinin söylediğini ve hele işini sona erdirdikten sonra söylediğini sanmak doğru bir şey değildir.
Sual: Şeyh Ebû Saîd-i Ebül-hayır, Allahü teâlâya kavuşturan bir vasıta bildirmesini Ebû Ali Sinadan istedi. İbni Sînâ da, (Görünüşte müslüman olmayı bırak. Tam kâfir ol) dedi. Şeyh hazretleri, Aynülkudat-ı Hemedâniye yazarak, (Bir sene ibâdet etseydim, ibni Sinanın sözünden ettiğim istifadeyi elde edemezdim) dedi. Aynül-kudat da buna, (Eğer anlamasaydın, o zavallı gibi kötülenir ve ayblanırdın) diye cevap yazdı. Bunun açıklamasını istiyorsunuz?
Cevap: Tam veya hakiki küfür, ikiliği kaldırmak demektir. Çokluğun, yani mahlukların görünmemeleridir. Bu da, Fenâ makâmıdır. Bu makâmın üstünde, hakiki İslam makâmı vardır ki Bekâ makâmıdır. Küfür-i hakiki İslam-ı hakikiden çok aşağı derecedir. İbni Sînâ, kısa görüşlü olduğu için, İslam-ı hakikiye yol göstermedi. Sözün doğrusu şudur ki onun küfür-i hakikiden de haberi yoktur. Bu sözü, ağızlardan alarak, başkalarına uyarak söylemiş ve yazmıştır. Onun, görünüşte müslüman olmaktan başka bir şeyi yoktur. Sonunda, felsefe pisliklerinde kalmıştır. İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahmetullâhi aleyh”, onun kâfir olduğunu bildiriyor. Doğrusu da, onun felsefeye dayanan bilgileri, İslamiyetin temel bilgilerine uygun değildir. Şunu da bildirelim ki şeyh Ebû Saîd “rahmetullâhi aleyh”, Aynül-kudattan “kuddise sirruh” çok zaman önce idi. Ona mektup yazması nasıl olabilir? Anlaşılamayan yer kaldı ise görüştüğümüz zaman sorunuz! Vesselâm.