Bu mektup, meyan şeyh Bediuddin’e yazılmıştır. Kutub ve Kutubü’l-aktâb ve Gavs ne demek olduğu bildirilmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçtiği, sevdiği insanlara selam olsun. Bir dervişle gönderdiğiniz kıymetli mektup geldi. Bizleri çok sevindirdi.
Sual: Kutub, Kutubü’l-aktâb, Gavs ve Halife ne demektir? Her birinin vazifesi nedir? Vazifelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutubü’l-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayal midir?
Cevap: Resûlullahın “aleyhissalatü vesselâm” izinde ilerleyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçtikten sonra, içlerinden bir kaçına (İmamet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmamet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrumdurlar. Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” tâbi olanların büyükleri, peygamberliğin velâyet derecelerini tamamlayınca, bunlardan birkaçına (Hilafet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmamet ve hilafet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imamet makâmının karşılığı (Kutub-i irşad) makâmıdır. Hilafet makâmının karşılığı ise (Kutub-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukarıdaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddin-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutub-i medâr demektir. Kutub-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemektedir. Bu fakire göre, Gavs başkadır. Kutub-i medâr başkadır. Gavs [daha üstün olup] Kutub-i medârın yardımcısıdır. Kutub-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdal) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekte bunun rolü vardır. Kutubun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan Kutuba, (Kutubü’l-aktâb) da denir. Çünkü, Kutubü’l-aktâbın yardımcıları, hizmet edenleri, Onun vekilleri demektir. Bunun içindir ki Muhyiddin-i Arabî “rahmetullâhi aleyh” buyuruyor ki (Müslümanların olsun, kâfirlerin olsun, her şehirde bir Kutub bulunur).
Makâm sâhibi olan, bilgi sâhibi olur. Makâm derecesi verilen, fakat makâm verilmeyen Velînin ilim sâhibi olması lazım değildir. Yaptığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. Gaybden gelen müjde, o makâmın derecesine yükseldiğini bildirir. O makâmın verildiğini göstermez.
Sual: (Ebû Bekrin “radıyallâhu anh” imanı ile bütün ümmetimin imanı tartılsa, Ebû Bekrin imanı daha ağır gelir) hadis-i şerifindeki îman nedir? Onun imanı niçin daha yüksektir?
Cevap: İmanın üstün olması, îman edilecek şeyler üstün olduğu içindir. Ebû Bekrin îman ettiği şeyler, ümmetin îman ettiği şeylerin üstünde olduğu için, hepsinden ağır olmaktadır.
Yavrum! Tasavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki bir nokta daha çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bütün derecelerden daha yüksektir. Çünkü o nokta, aşağısında olanların hepsinden daha çoktur. Bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öylece daha yüksektir. Çünkü alttaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile birlikte, üstündeki noktadan çok küçüktürler. Daha yukarıdaki bütün noktalar da, hep böyledirler. İşte, bir kimsenin îman ettiği şeylerin derecesi yukarıda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. Bunun içindir ki Ârif ilerlerken bir yere gelir ki bir ânda, o ana kadar kazandıklarının hepsini kazanır. Bu fakirin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ölçüsüne göre, bir ânda, önceki derecelerin hepsinden daha çok dereceleri geçmektedir. Bu, Allahü teâlânın ihsanıdır. Allahü teâlâ bunu, dilediğine ihsan eder. Allahü teâlâ, çok büyük ihsan sâhibidir.
Sual: Şeyh Muhyiddin-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri ve Ona tâbi olanlar diyorlar ki (Hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm” için öldürülen çocukların istidadlarının hepsi, hazret-i Mûsâ aleyhisselâma verildi). Bu söz ne demektir?
Cevap: Bu söz doğrudur. Çünkü iyi belli olmuştur ki çok kimselerin yükselmelerine bir kimseyi sebep ettikleri gibi, bir kimsenin yüksek derecelere varması için, çok kimseleri sebep kılarlar. Rehber, müridlerin yükselmesi için sebep olduğu gibi, müridler de, rehberin yükselmesi için sebeptirler. Bu fakir, bu sözün doğru olduğunu, yenilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de hissediyorum. Yenilen, içilen, her şey, istidadı da arttırmaktadır. Başka kabiliyetler de kazandırmaktadır. Tatlı şeyler yemek istemediğim zamanlar, istidadın artması için yemek emrolunmaktadır. Yememeye izin verilmemektedir. Bir kimsenin istidadının başkasına geçtiği çok görülmüştür. Biri boş kalmış, ötekinin cemiyeti artmıştır.
Sual: Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ “rahmetullâhi aleyh”, bir müridini, bir Velînin yanına gönderdi ki kendisinin hangi Peygamberin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. O Zât, müride (Cühudün ne yapıyor?) dedi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ, bu sözden, kendisinin Mûsâ aleyhisselâmın terbiyesi altında olduğunu anladı. O sözden bunu nasıl anladı?
Cevap: (Cühud), yahudi demektir. Mûsâ aleyhisselâmın ümmetine verilen ismdir. Buradan anladı.
Sual: (Nefehat) kitabında diyor ki bütün Veliler ölünce, velâyetleri ellerinden alınır. Yalnız dört kişinin alınmaz. Bu ne demektir?
Cevap: Burada velâyet demek, Velînin “kuddise sirruh” tasarrufları, kerâmetleri demektir. Velâyetin kendisi alınır demek değildir. Velâyet, Allahü teâlâya yakınlık demektir. Kerâmetleri alınır demek de, çok kerâmet göstermez demektir. Kerâmet gösteremez demek değildir. Şunu da bildirelim ki bu söz keşif yolu ile anlaşılan bir şeyi anlatmaktadır. Keşfte hata, çok olur. Ne görmüş, nasıl anlamıştır? Birkaç kerâmetin zuhûrunu istiyorsunuz. Bekleyiniz! Allahü teâlâ, her güçlüğün sonunu kolaylaştırır.
Sual: (Nişapuri tefsiri) nde diyor ki (İnne şaniyeke hüvel-ebter), ya harfi ile yazıyor. Bunun doğrusu nasıldır. Ya ile midir, Hemze ile midir?
Cevap: Doğrusu hemze iledir. Ya ile yazılı olanlar, Kurân-ı Kerîmin meşhur olmayan okunmasıdır.
Sual: Birkaç kadın vazife istiyor. Nasıl yapalım?
Cevap: Mahrem iseler, zararı yoktur. Yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarîkati alırlar.
Sual: Hadis âlimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. Bunun için, hadis-i şerif de söylüyorlar. Ne yapalım?
Cevap: Bu fakirin babası, Abdül-ehad “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki şeyh Abdullah ve şeyh Rahmetullah hadis alimi idiler. Haremeynde, [yani Mekke ve Medinede] bu ikisine şeyhayn denirdi. Bir iş için, Hindistan’a gelmişlerdi. Bu hadisi, (Buhârî) şarihlerinden Kermani “rahmetullâhi aleyh” yazıyor. Fakat, zayıftır. Bu işte doğru hadis, (Günler, Allah’ın günleridir. Kullar da Allah’ın kullarıdır) dediler. Yine buyurdular ki (Günlerin uğursuzluğu, alemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bitmiştir. Uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı). Bu fakirin anladığı da böyledir. Hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. Cuma ve Ramazan ve benzerleri günleri, İslamiyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz.
Peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, Hâce Muhammed Eşrefteki mektuplarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. Nasıl bulabilirsiniz? O mektup, bugünlerde yazıldı. Henüz size varmamıştır. Çok uzun bir mektuptur. Bir cüzden çoktur. Bir kopyasını size göndermelerini söylemiştim.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız