Bu mektup, Mîr Seyyid Bakır-i Sarenpuri’ye yazılmıştır. En sonda hayret ve cehalete varmak lazım olduğu, keşif ve kerâmetlere güvenilmemesi lazım olduğu bildirilmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçtiği kullarına selamlar olsun! Aşırı sevginizi ve kavuşmak istediğinizi bildiren kıymetli mektubunuz gelerek bizleri çok sevindirdi. İşinize bakınız! İsmleri ve sıfatları düşünmeksizin, Zât-i teâlânın ismini çok zikir ediniz! O makâmdan câhil ve anlamaktan şaşkın oluncıya kadar, bu mübarek ismi zikir ediniz! Çünkü zikir ederken, Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları düşünülürse, çok olur ki haller hâsıl olur.
Mevacidin zuhûr etmesine sebep olur. Hallerde ve mevacitte yanlışlıklar olduğu çok görülmüştür. Burada, batılın hak ile karıştığı çok vaki olmuştur. Bu günlerde, başka yerde bulunan şeyhlerden biri, bu fakire mektup yazarak hâlini bildirdi. Dedi ki Fenâ hâli beni öyle kapladı ki her neye baksam, hiçbir şey göremem. Yere, göğe baksam, hiç göremem. Arşı, Kürsüyi de bulamam. Kendimi düşünsem hiç bulamam. Birinin yanına gitsem, onu da bulamam. Allahü teâlâ sonsuzdur. Onun sonunu kimse bulamamıştır. Tasavvuf büyükleri “rahmetullâhi aleyhim”, bu hâlimi kemâl olarak bildirmişlerdi. Sen de, bunu kemâl biliyorsan, Allahü teâlâya kavuşmak için senin yanına gelmekliğime lüzum yok. Eğer sen, başka bir şeyi kemâl biliyorsan bana yaz!
Fakir, ona şöyle cevap yazdım: Bu haller, kalbin değişiklikleridir. Kalp, bu yolun daha birinci basamağıdır. Bu haller bulunan kimse, kalbin daha dörtte birini geçmiştir. Kalbin geri kalan üç parçasını geçmesi lâzımdır. Bundan sonra, ikinci basamak olan ruha sıra gelir. Bu mektuptan bir zaman sonra, bu fakirden tarîkat dersi alarak memleketine gitmiş olan, sevdiklerimizden birisi, bir gün yanımıza gelip, hâsıl olan hallerini anlattı. Hâli, o mektubu yazan şeyhin haline benziyordu. Hatta bu, o makâmda, ondan birkaç adım daha ilerde idi. Bunun haline teveccüh olundukta, onun bu Fenâsı, hava maddesinde idi. Hava, her boşlukta bulunduğu için, onun gördüğü hep hava idi. Bunu, sonsuz olan Allahü teâlâ sanmıştı. Allahü teâlâ, böyle şeylerden münezzehtir. Onu ikinci olarak çağırarak hâlini araştırdığımda, havadan başka hiçbir şeye tutulmuş olmadığını iyi anladım. Böyle olduğunu kendine de bildirdim. O da, vicdanına danıştığında, havadan başka hiçbir kazancı olmadığını kendisi de anladı. O hallerinden tövbe ve istiğfar etti. İlerlemeye çalıştı.
Kalp, Âlem-i halk ile Âlem-i ervâh arasında bir vasıtadır. Bu her iki âleme de benzeyen tarafları vardır. Sanki kalbin yarısı Âlem-i halktan, yarısı da Âlem-i ervahtan gibidir. Âlem-i halktan olan yarısının da yarısı hava olur. Buna göre kalbin dörtte biri hava olur. Bu son bildirdiğimiz de, birinci cevaba uygun olmaktadır. Bundan fazla yazacak zaman olmadı. Size ve doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafa’nın izinde gidenlere selam olsun! [(Âlem-i halk) madde âlemi demektir. Çünkü halk, ölçmek mânâsına da kullanılır].
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız