Bu mektup, şeyh Yusuf-i Berki’ye yazılmıştır. Çok yükselmek için çalışmak, yolda görülen şeylere bağlanıp kalmamak lazım olduğu bildirilmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! İyi dualarımı bildiririm. Gönderdiğiniz üç mektup geldi. Bildirdiğiniz rüyalar, haller ve kerâmetler anlaşıldı. Son halinizin kesrette vahdeti görmek olduğunu yazarken diyorsunuz ki (Sona kavuşmak demek, ilk hâle dönmek demektir ve yok olmaktan kurtulmak demektir. Yani bir kulum, yoktan var edilmişim ve Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve sellem” hazretlerinin ümmetiyim) diyorsunuz. Bu hâl doğrudur. Önce bildirdiğiniz hallerin üstündedir. Fakat yolun sonu başkadır. Bu halinizden çok hem de pek çok uzaktır. Fârisî beyt tercümesi:
Gidilecek yol uzundur pek;
Uygun olmaz kavuştuk demek.
Bundan evvelki mektubumda yazıldığı gibi, (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesini çok söylemek, kesreti görmeyi yok etmek içindir. Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun ki bu güzel kelimenin bereketi ile o şuhûd sizde kalmamıştır. Daha çok ilerlemek isteyiniz ve bunun için çalışınız. Yoldaki çocuk eğlencelerine takılıp kalmayınız! Allahü teâlâ, yüksek arzuları olanları sever. Dar tevhid yolundan çıkarak ana caddeye kavuşmuşsunuz. Bu, çok büyük bir nimettir. Eski hallerinizi düşünmeyiniz! Kesretle karışık olan şühudün lezzetlerini hatırınıza getirmeyiniz! Bir zamanınızı bu yolda ilerlemekle geçiriniz. Çok afyon çekenleri gördüm. Afyondan vazgeçmişlerdi. Onun kötülüğünü anlamışlardı. Çok zaman sonra, afyon içtikleri günleri ve o hallerdeki zevkleri hatırlıyarak ve konuşarak, sonunda eski hallerine döndüler.
Yavrum! Kesret aynalarında olan şuhûd, insana tatlı gelir. Hiçbir mahlukla ilişiği olmayan şuhûd ise, her şeyi unutturur. İnsana hiç tatlı gelmez. Rehberin yardımı olmadan bu yolda ilerlemek çok güçtür. Kıymetli kardeşim, Mevlânâ Ahmed-i Berkiyi oradaki insanlar, zâhir ilimlerinde âlim sanıyorlar. Kendisi de, kendi hallerini ve arkadaşlarının hallerini bilmiyor. Çünkü bâtını, hiçbir şeyle ilişiği olmayan şuhûd iledir. Bu şuhûd ise, her şeyi unutturur. Onun imanı, gaybden inanan âlimlerin imanı gibidir. Onun bâtını, yüksek yaratılışlı olduğu için, kesretle karışık şühudü istemiyor. Zâhiri de tasavvufçuların anlamadan söylediklerine aldırmamakta ve aldanmamaktadır. Onun kıymetli vücudu, oradaki kardeşlerimiz için büyük bir nimettir. Sizde hâsıl olduğunu bildirdiğiniz hâl, onda çok önce hâsıl olmuştur. O, hallerini bilse de bilmese de, bu fakire göre, oraların feyiz ve bereketi Mevlânâ Ahmed’in vücudune bağlıdır “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”. Oradaki keşif sahiplerinin bunu anlamamış olmalarına çok şaşılır. Bu fakirin bildiğine göre, Mevlânânın büyüklüğü güneş gibi meydandadır ve açıktadır. Daha yazarak başınızı ağrıtmıyayım. Son nefesimiz için duâ buyurmanızı dilerim. Vesselâm.