Bu mektup, Mirza Hüsameddin Ahmed’e yazılmıştır. Ashâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kemâlâtını ve hazret-i Mehdiyi bildirmektedir:
Lütfederek gönderdiğiniz mektup geldi. Bu garibleri hatırladığınıza şükrettim. Büyük hocamızın senelerle hizmetinde hiç istifade etmemiş gibiyim diyor ve sebebini soruyorsunuz. Efendim! Böyle şeylerin cevabını yazmak, hatta anlatmak uygun değildir. Çünkü, okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Sevgi ve îtimat olmak şartı ile uzun zaman beraber bulunmak lâzımdır. Başka yol ile ele geçemez. Fârisî beyt tercümesi:
Rahat gece, tatlı mehtab bul bana,
Her şeyden anlatayım, o zaman sana.
Her suale cevap vermek lâzımdır buyurmuşlar. Onun için kısaca bildireyim ki tasavvuf yolculuğunda, her makâmın, ayrı bilgileri, mârifetleri, halleri vardır. Her makâm için ayrı vazife, zikir ve teveccüh lâzımdır. Bazı makâmda zikir, başka makâmda Kurân-ı Kerîm okumak, namaz kılmak, bazısında cezbe, bazısında sülûk, bazısında ise bu nimetin her ikisi vardır. Öyle makâmlar da vardır ki cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makâmlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâb-ı kirâmının “aleyhimürrıdvân” hepsi, bu makâmlara kavuşmuş, bu büyük nimet ile şereflenmiştir. Bu makâmların sahipleri, başka makâmların sahiplerine benzemez. Başka makâmların sahipleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makâm, Ashâb-ı kirâmdan sonra, hazret-i Mehdide görünecektir. Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makâmdan haber vermiştir. Bu makâmın ilimlerinden, mârifetlerinden söyleyen ise, yok gibidir. Bu makâm, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nimetidir ki dilediği, seçtiği bahtiyarlara nasip olur. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nimet ile şereflendirmek ve Ashâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve mârifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün “aleyhi ve alâ âlihissalavât” sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsan edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nisbet ile yol ile şereflenir. Fârisî beyt tercümesi:
Ruhul-kudsün feyzine kavuşursan eğer;
Mesihin yaptıkları, senden de hâsıl olur.
Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin halleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır. Bundan fazla yazmaya imkan bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinleyenlerin arzu ve hevesleri anlaşılırsa, inşaallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasip olur. İnsanları her şeye kavuşturan Allahü teâlâdır.
Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakir, hepsinin kusurunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fakat sevdiklerimize nasihat buyurunuz ki bir arada bulundukları veya uzakta oldukları zaman üzücü bir şey yapmasınlar, hareketlerini değiştirmesinler! Rad sûresinin 12. âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği nimetlerini değiştirmez. Allahü teâlâ bir millete ceza vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hakimi yoktur) buyruldu. Meyan Şeyh İlahtad için çok yazmışsınız. Bu yazı fakire bir sıkıntı vermedi. Fakat, onun hâlini bozmasından dolayı pişman olması lâzımdır. Hadis-i şerifte, (Pişman olmak tövbedir) buyruldu. Şefaatcı aramak da, tövbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakir “rahmetullâhi aleyh” affetmekteyim. Fakat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.
Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Daha ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selamet versin! Yüksek hocâmin “rahmetullâhi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine duâlar ederim.
Bu mektubu hazırladıktan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve affolunduklarını daha açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin affedilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişman olması lâzımdır. Böyle olmazsa, affetmek doğru olmaz.
Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlahtada bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lazım gelmektedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yemelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekteyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetiştirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluştuğumda, bu fakire dönerek, (Şeyh İlahtad’ın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak isteyenlere vazife vermesini ve oradakilerin hallerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hallerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuştu. Fakir “rahmetullâhi aleyh” bunun için bile duraklamıştım. Zaruret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüştü. Bu kadar bildirmek (Sefaret) vazifesidir. Hele zaruret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zaruret kadar izin verilir. Bu sefaret vazifesi de, onların yaşadığı zamanda idi. Vefâtından sonra, taliplere ders vermek ve hallerini sormak hıyanet olur.
Sual: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemiştir. Yani artmamış ve azalmamış diyorsunuz.
Cevap: Efendim! Tekmil-i sınaat, telahuk-ı efkar iledir. Yani sanatların ilerlemesi, fikirlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahiv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmıştır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâüddîn-i Nakşbend hazretlerinin nisbeti, Hâce Abdülhâlik hazretleri zamanında yok idi “kaddesallahü sirrehüma”. Her zaman da böyle olmuştur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî Billah hazretleri “rahmetullâhi aleyh”, bu nisbeti olgunlaştırmak istiyordu, tamam olmamış biliyordu. Eğer daha yaşasaydı, Allahü teâlânın irâdesi ile bu nisbeti kim bilir nereye kadar yükseltecekti. Bunun yükseltilmemesi için uğraşmak doğru değildir. Fakir, bu nisbetin değişmeden nasıl kalacağını bilemiyorum. Sizdeki nisbet bile başkadır. Onların nisbetine hiç benzememektedir. Bu sözümüz, onların yüksek huzurunda çok söylenmişti. Şeyh İlahtad fakiri, nisbetin ne olduğunu nereden bilmektedir? Kalbinde bir parça huzur vardır. Ne hâlde olduğunu başkaları da bilmektedir. O nisbeti kendisine veren kimdir? Bunları bana bildiriniz. Böylece bu fakir de kendisine yardımda bulunayım. Rüyalara güvenmeyiniz! Çünkü, çoğu hayal ile görülmektedir, doğru olmazlar. Şeytan, kuvvetli düşmandır. Onun aldatmasından kurtulmak güçtür. Ancak, Allahü teâlânın koruduğu seçilmiş kimseler kurtulur.
Sual: Kazanılmış olan nisbetlerin geri alınmasını soruyorsunuz?
Cevap: Efendim! O nisbeti geri almakta rehberin ihtiyarı, irâdesi olmaz. Birlikte iken de söylemiştim. O hâl, şimdi de öyledir, yok olmamıştır. Yok oldu sanmak doğru değildir. Kalpten işittiğiniz sesin de, bununla bir ilişiği yoktur. Ateşin külü soğuyunca ve içinde ateş kalmayınca da, üzerine su dökülürse, ateşe dökmüş gibi ses çıkarır. Sesi duyunca, külün içinde ateş kalmıştır demek doğru olmaz. Yine söylüyorum, rüyalara kıymet vermeyiniz! Bu sözüm, bugün sizden gizli ise, yarın inşaallahü teâlâ belli olacaktır. Mektubunuzda üzerine çok düşmüş olduğunuz için, cevabını bildirmeye mecbur kaldım. Yoksa, sebep olmadan bir şey yazılamıyor.