Bu mektûb, hâcı Muhammed Lâhorî’ye yazılmışdır. Ahkâm-ı islâmiyye, dünyâ ve âhıretin bütün saâdetlerini taşımaktadır. Ahkâm-ı islâmiyye dışında ele geçen hiçbir saâdet yoktur. Tarîkat ve hakîkat, ahkâm-ı islâmiyyenin yardımcıları olduğunu bildirmektedir:
Allahü teâlâ, hepimize, Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin dîninin hakîkatini bildirsin ve bu hakîkata kavuştursun! Âmîn.
İslâmiyet üç kısımdır: İlim ve amel ve ihlâs [yanî islâmiyetin emr ve yasak etdiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve herşeyi yalnız, Allahü teâlâ için yapmaktır]. Bu üçüne kavuşmayan kimse, islâmiyete kavuşmuş olmaz. Bir kimse, islâmiyete kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de, bütün dünyâ ve âhiret saâdetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, Âl-i İmrân sûresi 15. ve sûre-i Tevbenin 73. âyetleri bildirmektedir. O hâlde, islâmiyet, dünyâ ve âhiretteki bütün saâdetleri ele geçirten bir sermâyedir. İslâmiyetin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yoktur. Tasavvuf büyüklerinin kazandıkları, tarîkat ve hakîkat, ahkâm-ı islâmiyenin yardımcıları, hizmetcileri olup, islâmiyetin 3. kısmı olan ihlâsı elde etmeğe yarar. Tarîkata ve hakîkata baş vurmak, islâmiyeti tamâmlamak içindir.
Yoksa, islâmiyyetden başka birşeyler ele geçirmek için değildir. Tasavvuf yolcularının, o yolculukda gördükleri, tatdıkları, ahvâl, mevâcîd, ulûm ve ma’rifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. Hepsi, evhâm ve hayâlât gibi, geçici şeylerdir. O yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vâsıtadan başka birşey değildir. Bunların hepsini geçip arkada bırakıp, (Rızâ makâmı)na varmak lâzımdır. Sülûk ve cezbe yolculuğundaki makâmların, konakların nihâyeti, rızâ makâmıdır. Çünki, tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksad, ihlâs elde etmekdir. İhlâs da, rızâ makâmında hâsıl olmakdadır. Tasavvuf yolcularının onbinlerde birini, ancak, üç türlü tecellîlerden ma’rifete dayanan müşâhedelerden kurtarıp, ihlâsa ve makâm-ı rızâya ulaşdırmakla şereflendirirler. Hakîkati göremiyen zevallılar, ahvâl ve mevâcîdi, birşey sanır. Müşâhedeleri, tecellîleri arzû eder. Böylece, yolda kalıp, vehm ve hayâlden kurtulamaz ve islâmiyyetin kemâline kavuşamazlar. [Şûrâ sûresinin 13. ] âyetinde meâlen, “Allahü teâlâ kullarından dilediğini, kendisine seçer. Başkasından yüz çevirip, yalnız onu isteyenlere, kendine kavuşturan yolu gösterir” buyuruldu. İhlâs makâmına ve rızâ mertebesine kavuşmak için, bu ahvâl ve mevâcîdden geçmek ve bu ilim ve ma’rifetleri edinmek lâzımdır. Bunlar, gâyeye götüren yoldur. Maksadın başlangıcıdır. Böyle olduğu, bu fakîre, bu yolculukda, tâm 10 sene sonra bildirildi. İslâmiyet güzeli, ancak bundan sonra, sevgili Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sadakası olarak, cemâlini gösterdi. Dahâ önce de, ahvâl ve mevâcîde tutulup kalmamışdım. İslâmiyyetin hakîkatına kavuşmakdan başka, istediğim yoktu. Fakat ancak, on sene sonra, hakîkat güneşi doğdu. Bu ihsânından dolayı, Allahü teâlâya pek çok hamd ederim. [Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.]
Allahü teâlânın mağfiretine kavuşan, meyân şeyh Cemâlin “kuddise sirruh” ölümü, bütün müslümânların üzülmesine sebep oldu. Bu fakîr tarafından, çocuklarına ta’ziye buyurmanızı ve Fâtiha okumanızı diler, selâm ederim.