Bu mektup, yine nakib yani diyanet işleri reisi, Seyyid Şeyh Ferid’e gönderilmiştir. Geçen senelerdeki kâfirlerin azgınlığından şikayet etmekte, müslümanların, dine hürriyet veren hükümete duâ etmesi lazım olduğunu bildirmektedir:
Allahü teâlâ sizi, iyilerin iyisi olan atalarınızın yolunda bulundursun ve onların önce, en üstününe “aleyhissalatü vesselâm”, sonra geridekilerin hepsine, dualarımızı ve selamlarımızı eriştirsin!
İslam alimi, milletin yanında, bedendeki kalp gibidir. Kalp, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalp bozuk olunca bütün uzuvlar, hep kötü iş yapar. Bunun gibi, âlimler iyi ise, millet de iyi olur. İleriye gider. Onlar, bozuk olursa, millet de bozulur. Felakete gider. Ekber Şahın hükümeti zamanında, müslümanların başına ne sıkıntılar, ne felaketler gelmişti, hepimiz biliyoruz. Bin yıl önce, müslümanlar kendi dinlerinde olacak, kâfirler de kendi yollarında kalacaktı. Nitekim, Kâfirun sûresi, bu hâli haber vermektedir. Bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslümanların önünde, dinsizliklerini açıkça yapıyor, bu mübarek İslam memleketinde yani Hindistan’da, müslümanlar, ahkâm-ı İslamiyeyi yapamıyorlardı. Yerlerin, göklerin, her çeşit enerjinin sâhibi olan, Allahü teâlânın sevgilisi, Muhammed aleyhisselâma inananların, onun ışıklı yolunda ilerleyenlerin aşağılanması, hırpalanması, ona inanmayanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. Müslümanlar, yaralı kalpleri ile sabrediyorlardı. İslam düşmanları [yazıları ile kalemleri ile sözleri ile mevki kuvveti ile ve her vasıta ile], alay ederek, taşkınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. Hidayet, saadet güneşi, dalâlet ve irtidad bulutları ile örtülmüş, hak, fazilet ışıkları, haksızlık, ahlaksızlık perdeleri altına çekilmişti.
Din düşmanı olanların ölmesi, bunların yerine gelenlerin, müslümanlara da hak ve hürriyet tanımaları haberi işitildiği ânda müslümanlar, bunlara her türlü yardım ve hizmeti kendilerine borç bildi. Kavuşulan hürriyetten faydalanerek, bu temiz mayalı, asil kanlı milletin, İslamiyete yapışmasına, dinin, imanın kuvvetlenmesine çalışmayı en mukaddes vazife bildi. İslamiyete yardımın en kıymetlisi ve ehemmiyetlisi, Ehl-i sünnet îtikadını ve ahkâm-ı İslamiyeyi meydana çıkarmak, [Ehl-i sünnet velcemaat îtikadını bozmak için çıkarılan kitaplara, mecmua ve gazetelere cevap yazarak, komünistlerin, masonların, mezhepsizlerin devletimize karşı körükledikleri] fitne ve fesat ateşini söndürmektir. [Böylece, din hırsızlarının, yahudi, hıristiyan ve mürtedlerin, müslüman yavrularını aldatmalarını önlemektir.] İslamiyete, hükümete ve millete, bu imdadı yapacak olan, ancak, doğru yolda olan âlimlerdir. Böyle âlimler siyasetle uğraşmaz. Dini, siyasete, mal, sandalye ve şöhret kazanmaya alet etmez. Kendilerine din adamı ismini verip Kuran tercümeleri, din kitapları yazan, mal ve makâm âşıkları, ahiret alimi değil, dünyalık toplayıcılarıdır. Bunların kitapları, mecmuaları, sözleri zehirdir. Dini, imanı bozar ve millet arasına fitne, fesat sokar. Fârisî beyt tercümesi:
Din adamı görünüp, dünyaya tapan kimse,
kendi yoldan sapmıştır, gayra nasıl göstere?
Ekber Şâh zamanında, müslümanların başına gelen belalara hep böyle, din adamı şekline giren, dinsizler sebep olmuştu. Milleti hep bunların kitapları, gazeteleri kışkırtmıştı. Müslüman ismi altında, yanlış yolda gidenlerin başları, hep bu kötü din adamları olmuştur. Din alimi tanınmayan bir kimse, yoldan çıkarsa, bu sapıklığı, başkalarına bulaşmaz veya nadıren bulaşır. Zamanımızın tarîkatçıları da, müslümanları doğru yoldan çıkarıyor. Bunlar da, sahte din adamlarının [kitapları, mecmuaları ve gazetelerdeki] yazıları gibi, gençlerin dininin, imanının bozulmasına sebep oluyor. İşte bugün, her müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp İslamiyet yine bozulur, hakaret altına düşerse, hükümete yardımı esirgeyen her müslüman ahirette mesul olacaktır. Bunun için, bu fakir [yani İmâm-ı Rabbânî “rahmetullâhi aleyh”] gücüm, kuvvetim olmadığı hâlde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslamiyete ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır buyurmuşlardır. Belki bu zavallıya da, müslümanlara serbestlik veren, onların hakkını koruyan, âdil hükümet adamlarına nasip olan, büyük sevapların damlaları bulaşır diye ümitleniyorum. Kendimi, Yusuf aleyhisselâmı, birkaç iplikle satın almak için, pazara çıkan kocakarıya benzetiyorum.
Bu günlerde huzurunuzla şereflenmek ümitindeyim. Allahü teâlâ, size din üzerinde konuşmak fırsatını ihsan buyurmuştur. Her konuşmanızda, müslümanların, dinlerini rahatca ve kolayca öğrenmeleri ve ibâdet edebilmeleri için [ve mürtedlerin müslümanlara saldırmalarını önlemek için] gayret buyurmanızı candan diliyoruz. Geçici ve sonsuz devletlere kavuşmanız için duâ ederim.
[İslamiyet, Allahü teâlânın emirleridir. Hakim, Allahü teâlâdır. Emri de, Kurân-ı Kerîmdir. İslamiyet, dünyadan kalktı. Hiçbir yerde kalmadı. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmi, yalnız okumak için göndermedi. Amel için, din âlimlerinin, anlayıp fıkıh kitaplarında bildirdiklerini, yapmak için gönderdi. Bunları yapacak, yaptıracak da hakiki din âlimleridir. Bunlara (Ehl-i sünnet alimi) denir. Mısır, Suriye ve Irak çoktan bozuldu. Fransızlar, İngilizler, birinci cihan harbinden sonra buraları işgal ettiler. İslam düşmanlığını, ahlaksızlığı, merhametsizliği getirdiler. Fikir hürriyeti getiriyoruz diyerek, çeşitli fırkalar, partiler kurdular. Her partili, diğerlerine düşman oldu. Milleti parçaladılar. İkinci cihan harbinden sonra, çekilip giderlerken de, din cahili, zalim kimseleri müslümanların başında bıraktılar. Bu dinsiz hükümetler, zındanları ve idamları ile hakiki İslam âlimlerini imha ettiler. Müslümanlık, ilim üzerine kurulduğundan, ilim ve âlim kalmayınca, İslamiyet bozuldu. Bulut olmayınca, yağmur beklemek, mucize istemek olur. Allahü teâlâ, bunu yapabilir. Fakat, adeti böyle değildir. İslam alimi yetişebilmesi için, İslam ilimleri meydana çıkıp, yayılıp, yüz sene geçmesi lâzımdır.
Müslüman, yaşadığı memleketin hükümetine, isyan etmez. Bölücülük yapmaz. Fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. Kendi imanını, ibâdetlerini, ahlakını, hareketlerini düzeltmeye çalışır. Mezhepsizlerin, münâfıkların kitaplarını, gazetelerini okumaz. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeye ve yapmaya çalışır. Kimseye fenâlık etmez. Kimsenin canına, malına, hakkına, ırzına, namusuna saldırmaz. İslamiyete ve kanunlara uygun yaşar. Yukarıda bildirilenlerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı hakiki din kitaplarında mevcuttur.]