Bu mektup, yine Seyyid Mahmud’a yazılmıştır. Ehl-i sünnet vel cemaate “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” uymayanların, Cehenneme girmekten kurtulamayacağı bildirilmektedir:
Hak teâlâ, hepimize İslamiyet yolunda yürümek ihsan eylesin. Kendisine esir eylesin! Kıymetli mektubunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakirleri çok sevindirdi. Büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı ihlasınızı okumakla mesrûr olduk. Allahü teâlâ, bu nimetini daha arttırsın! Nasihat istiyorsunuz. Yavrum! Sonsuz kurtuluşa kavuşabilmek için, 3 şey, muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlas. İlim de, 2 kısımdır: Birisi yapılacak şeyleri öğrenmektir ki bunları öğreten ilme (Fıkıh ilmi) denir. İkincisi, îtikat edilecek, kalp ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki bunları bildiren ilme (İlm-i kelam) denir. İlm-i kelamda Ehl-i sünnet vel cemaat âlimlerinin, Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anladığı bilgiler vardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlerdir. Bunlara uymayan, Cehenneme girmekten kurtulamaz. Bu büyüklerin bildirdiği îtikattan kıl ucu kadar ayrılmanın, büyük tehlike olduğu, Evliyânın keşfi ve kalplerine gelen ilhâm ile de anlaşılmaktadır. Yanlışlık ihtimali yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlara, onların yolunda bulunanlara müjdeler olsun. Onlara uymayanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini beğenmeyenlere ve aralarından ayrılanlara, yazıklar olsun! Ayrıldılar, başkalarını da saptırdılar. Müminlerin Cennette Allahü teâlâyı göreceklerine inanmayanlar oldu. Kıyamet günü, iyilerin, günahlılara şefaat edeceklerine inanmayanlar oldu. Ashâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kıymetini ve yüksekliğini anlamayanlar ve Ehl-i beyt-i Resûlü “radıyallâhu anhüm” sevmeyenler oldu.
Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” diyor ki: (Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” kendileri arasında, en yükseği, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk olduğunu söz birliği ile söylemiştir). Ehl-i sünnet âlimlerinden, Ashâb-ı kirâm üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, İmâm-ı Muhammed bin İdris-i Şâfiî “rahmetullâhi aleyh”, buyuruyor ki: (Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” ahireti şereflendirdiği zaman, Ashâb-ı kirâm, aradı, taradı, yeryüzünde hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîktan daha üstün birini bulamadı. Onu halife yapıp emrine girdiler). Bu söz, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’ın, Sahabenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermektedir. Yani Ashâb-ı kirâmın en yükseği olduğunda icmâ-i ümmet bulunduğunu göstermektedir. İcmâ-i ümmet ise senettir, şüphe olamaz.
Ehl-i beyt için ise, (Ehl-i beytim, Nuh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur) hadis-i şerifi yetişir. Büyüklerimizden bazısı buyurdu ki Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâmı yıldızlara benzetti. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemiye benzetti. Çünkü gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldızlara göre yürümezse, gemi sahile kavuşamaz. Görülüyor ki boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lazım olduğu gibi, Ashâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazileti, hepsinde vardır. Sohbetin fazileti ise, bütün faziletlerin üstündedir.
[Sohbet; bir kere de olsa, beraber bulunmak demektir. (Hazanetürrivayat) da diyor ki (Din aliminin 1 saat kadar sohbetinde bulunmak, 700 sene ibâdet etmekten daha hayırlı olduğu (Mudmerat) da yazılıdır. Emir-ül-müminin Ali “radıyallâhu anh” vasiyetlerinden birinde diyor ki Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” işittim. Buyurdu ki (40 gün içinde bir âlim meclisinde bulunmayan bir kimsenin kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim kalbe hayat verir. İlimsiz ibâdet olmaz. İlimsiz yapılan ibâdetin faydası olmaz!). Künuzü’d-dekaık’daki hadis-i şerifte, “Âlimin yanında bulunmak ibâdettir”, “Fıkıh ilmi meclisinde bulunmak, 1 senelik ibâdetten daha hayırlıdır”, “Evliyâyı görünce, Allah hatırlanır”, “Her şeyin kaynağı vardır. Takvânın menbaı, ariflerin kalpleridir”, “Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir”,“Onlarla birlikte bulunan kötü olmaz!” ve “Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz! Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır” buyruldu. Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki hayatta hakiki rehber İslam âlimleridir].
İşte bunun için, Tabiînin en üstünü olan Veysel Karani, Ashâb-ı kirâmın en aşağısının derecesine yetişememiştir. [Peygamberimizi “sallallâhü aleyhi ve sellem” imanı var iken görenlere (Ashâb) denir. Göremeyen, fakat Ashâbdan birini görenlere (Tabiîn) denir.] Hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. Çünkü, sohbete kavuşanların [yani Ashâb-ı kirâmın] imanları, sohbetin bereketi ve vahiyin bereketi sayesinde, görmüş gibi kuvvetli îman olur. Sonra gelenlerden hiçbir kimsenin imanı, bu kadar yüksek olmamıştır. Ameller, ibâdetler, imana bağlıdır ve yükseklikleri, imanın yüksekliği gibi olur.
Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân” arasındaki uygunsuzluklar ve muharebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. Nefsin arzuları ile ve cehalet ile değildi. İlim ile idi. İctihad ayrılığından idi. Evet bir kısmı ictihatta hata etmişti. Fakat, Allahü teâlâ, ictihatta hata edene, yanılana da, bir sevap vermektedir.
İşte, Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” için, Ehl-i sünnet âlimlerinin tuttuğu yol, bu orta yoldur. Yani, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. En salim ve sağlam yol da budur.
[Şiîler, Ehl-i beyti sevmekte taşkınlık yaptılar. Ehl-i beyti sevmek için, 3 halifeyi ve bunlara biat eden Ashâbın hepsini “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” sevmemek, hepsine düşman olmak lâzımdır dediler. Hariciler, yani Yezidiler ise, bu sevgide gevşeklik yaptılar. Ehl-i beyte düşman oldular].
İlmi ve ameli, İslamiyet gösterir. İlmin ve amelin ruhu gibi, kökü gibi olan ihlası elde etmek için, tasavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. (Seyr-i ilallah) yani Allahü teâlâya doğru olan yol gidilmedikçe, (Seyr-i fillâh) hâsıl olmadıkça, tam ihlas elde edilemez. Muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. Evet, müminlerin hepsi bazı ibâdetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlas elde edebilir. Bizim dediğimiz ise, her sözde, her işte, her harekette ve hareketsizlikte, her zaman, kendiliğinden kolayca hâsıl olan ihlastır. [İhlas; halis, temiz etmek, niyeti temizlemek, yalnız Allah için yapmak demektir.] Böyle ihlasın hâsıl olması için, Allahü teâlâdan başka, enfüsî ve afaki hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lâzımdır. Bu da, ancak fenâ ve bekâdan ve velâyet-i hassaya kavuştuktan sonra, ele geçen bir devlettir. Güçlükle ele geçen ihlas, devam etmez, biter. Zahmet çekmeden ele giren ihlas, devamlıdır ve Hakku’l-yakîn mertebesinde hâsıl olur. İşte, bu mertebeye varan Evliyâ “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ne yaparsa, yalnız Allahü teâlâ için yapar. Nefsleri için, bir şey yapmaz. Çünkü, nefsleri, Allah için fedâ olmuştur.
İhlas elde etmeleri için, niyet etmelerine lüzum yoktur. Bunlar Fenâ-fillâh ve Bekâ-billah derecelerine yükselince niyetleri doğrulmuştur. Bir kimse, nefsine uyduğu günlerde, her şeyi nefsi için yaptığı, bunun için niyet etmesine lüzum olmadığı gibi, nefsine uymaktan kurtulup, Allahü teâlâya tutulunca, her şeyi Allahü teâlâ için yapar. Niyet etmesine hiç lüzum olmaz. Şüpheli olan şeylerde niyet edilir. Belli olan şeyleri, niyet ederek, belli etmeye lüzum yoktur. Bu, öyle bir nimettir ki Allahü teâlâ dilediği kullarına verir. Devamlı ihlas sahiplerine (Muhlas) denir. İhlası devamsız olup ihlas elde etmek için uğraşanlara (Muhlis) denir. Muhlaslar ile muhlisler arasında çok fark vardır. Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin, ilimde ve amelde de kazançları olur. Başkalarına, çalışmakla, öğrenmekle, anlamakla, hâsıl olan, kelam ilminin bilgileri, bunlara keşif yolu ile hâsıl olur. Ameller ibâdetler kolayca, seve seve yapılıp nefsten ve şeytandan hâsıl olan tembellik ve gevşeklik kalmaz. Günahlar, haram olan şeyler, çirkin, iğrenç görünür. Fârisî Mısra tercümesi:
Bu büyük nimeti, bakalım kime verirler?
Sonsuz selam ederim.