Bu mektup, yine yüksek mürşidine yazılmıştır. Kendisinin şaşılacak bazı hallerini bildirmekte ve birkaç şey sormaktadır:
Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki Arşın üstündeki makâma, ruhumun yükselerek ulaştığını anladım. Burası Hâce Behâüddîn-i Buhârî “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretlerinin makâmı idi. Bir zaman sonra, maddeden yapılmış olan bu bedenimi de, o makâmda buldum. O zaman böyle anladım ki bu madde âlemi ve gökler aşağıda kaldı. İsimleri ve nişanları yok oldu. O makâmda yalnız evliyânın büyüklerinden birkaçı vardı. O zaman bütün âlemi o mahalde ve o makâmda kendime ortak buldum. Onlardan tamamen ayrı olduğum hâlde kendimi onlarla birlikte görünce şaşırdım kaldım. Zaman zaman öyle haller hâsıl oluyor ki ne kendim kalıyorum ne âlem kalıyor. Gözüme hiçbir şey görünmüyor. Hatırıma bir şey gelmiyor. Şimdi de bu haldeyim. Âlemin varlığını ve yaratılmış olduğunu ne biliyorum ne görüyorum. Bundan sonra yine o makâmda yüksek bir köşk görüldü. Bir merdiven konuldu. Oraya çıktım. Bu makâm da, âlem gibi yavaş yavaş aşağı indi. Her ân yükseldim. Orada abdestin şükür namazını kılmak hatırıma geldi. Kıldım. Çok yüksek bir makâm görüldü. Nakşbendiyyenin 4 büyük hâcesini orada gördüm. [Bu 4 zâtın “kaddesallahü esrârehüm” Hâce Abdülhâlik-i Gucdüvânî ve Hâce Muhammed Behâüddîn-i Nakşbend ve Hâce Alaüddîn-i Attâr ve Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr oldukları zan olunur.]
Seyyidü’t-tâife Cüneyd ve onun gibi birkaç velî de orada idi. Birkaç velî bu makâmdan daha yukarıda idi. Fakat bunun direklerini tutmuş oturuyorlardı. Birkaç velî de bu makâmdan daha aşağıda idi. Derecelerine göre yer almışlardı. Kendimi bu makâmdan çok uzakta gördüm. Hatta bu makamla hiçbir ilgim yok idi. Bunun için çok üzüldüm. Aklımı kaçıracak gibi oldum. Aşırı üzüntüden ve sıkıntıdan canım çıkacak idi. Çok zaman bu hâl üzere kaldım. Sonunda, yüksek teveccühleriniz ve yardımlarınız ile kendimi o makâma ilişik gördüm. Önce başımı onun yüksekliğinde buldum. Kendim de yükselerek o makâmın üstünde oturdum. İyice inceleyerek, o makâmın tam bir tekmîl makâmı, yani sâlikleri kemâle erdirenlerin makâmı olduğu anlaşıldı. Sülûk, yani tasavvuf yolculuğunda en son bu makâma varılır. Tam sülûk yapmamış olan meczûb bu makâma kavuşamaz. O makâmda şöyle düşündüm ki çok zaman önce yüksek kapınızda bildirdiğim rüya ile bu makâma yetişmiş oldum. O rüyada emîrü’l-müminîn hazret-i Ali (kerremellâhü teâlâ vecheh) “Göklerin ilmini sana bildirmek için geldim” buyurmuştu. İyi dikkat ederek bu makâmın, Hulefâ-i râşidîn “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasında yalnız Emîr hazretlerine ayrılmış olduğunu anladım. Her şeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.
Kötü huyların her an kendimden ayrılarak uzaklaştıkları görülüyor. Birçoklarının iplik gibi çıktıkları, başkalarının solucan gibi ayrıldıkları belli oluyor. Bir vakit geliyor ki tam ayrıldıkları anlaşılıyor. Başka bir zaman, başka bir şey yine görülüyor.
Bazı hastalıkların ve sıkıntıların gitmesi için teveccüh ederken, Allahü teâlânın bu teveccühten râzı olup olmadığını bilmek lazım mıdır, yoksa lazım değil midir? (Reşahât) kitabında Hâce Nakşbend “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretlerini anlatırken bildirdiklerinden, lazım olmadıkları anlaşılıyor. Siz, bunun için nasıl emir buyuruyorsunuz? Böyle teveccühte bulunmak bu fakire tatlı gelmiyor.
Taliplerde huzur hâsıl olduktan sonra, zikretmelerine son vererek bu huzur üzerinde durmaları lazım mıdır, değil midir? Huzurun hangi mertebesinde zikir yapılmaz? Burada öyle sâlikler var ki başlangıçtan sonuna kadar zikir yapıyorlar. Zikri hiç bırakmıyorlar. Nihâyete kadar yaklaşıyorlar. İşin doğrusu nasıldır? Ne yapmamız emir buyurulur?
Yüksek kapınıza 4. olarak sunulur ki Hâce hazretleri [yani, Ubeydullah-i Ahrâr] (Fıkarât) kitabında buyuruyor ki (Sonunda zikir yapmak emrolunur. Çünkü, birçok dilekler vardır ki zikirsiz ele geçmez). Bu dileklerin ne olduğunu beyân buyurunuz.
Beşinci olarak yüksek kapınıza sunulur ki çok kimse geliyor tarîkat öğretilmesini istiyorlar. Fakat, yedikleri lokmaların helal olmasını gözetemiyorlar. Bu gevşek davranışları ile birlikte huzura ve biraz şuursuzluğa kavuştukları görülüyor. Lokmalara dikkat etmeleri için sıkıştırılacak olursa, istekleri gevşek olduğundan, büsbütün bırakıp gidecekler. Bunlara ne yapmamız emir buyurulur? Birçokları da, yalnız bu şerefli zincire halka olmak istiyor, zikir öğretilmesini istemiyorlar. Bu kadarcık bağlanmaları câiz midir, değil midir? Eğer câiz ise, nasıl yapacağımızı emir buyurunuz? Sözü daha uzatmak saygısızlık ve tam edepsizlik olur.
Önceki Mektub –> 6. Mektub
Sonraki Mektub –> 8. Mektub