Bu mektup, Mollâ Maksud Ali Tebrizi’ye yazılmış olup müşriklerin pis olması, ruhlarının, îtikatlarının pis olmasıdır. Bedenlerinin, azalarının pis olmayabileceğini bildirmektedir:
Her hamd, Allahü teâlânın hakkıdır. Onun seçtiği temiz insanlara selam ederim. Şefkatli efendim! Hüseyin Vaizi tefsirini niçin gönderdiğinizi anlayamadık. Bu tefsirde, Tövbe sûresi, yirmidokuzuncu ayetini tefsir ederken (Müşriklerin içleri, inanışları pis olduğu için, onlar elbette pistir) buyurmaktadır. Hanefi mezhebi âlimleri de, böyle tefsir etmiştir. Yani, Allahü teâlânın (Müşrikler pistir) buyurması, kalplerinin, îtikatlarının pis olduğu içindir demişlerdir. (Hüseyin tefsiri)nde de yazılı olduğu gibi, bazı âlimler, (Müşrikler, necasetten sakınmadıkları için pistir) demiş ise de, böyle tefsir etmek uygun değildir. Çünkü, bugün müslümanların çoğu da necasetten sakınmıyor. Müslümanların cahilleri de, kâfirler gibi temizliğe ehemmiyet vermiyor. Necasetten sakınmamak, insanın pis olmasına sebep olsaydı, müslümanların işi güç olurdu. Halbuki (Müslümanlıkta güçlük yoktur) buyuruldu. (Hüseyin tefsiri)nde (Abdullah ibni Abbas “radıyallâhu anhüma” buyurdu ki müşriklerin bedenleri, köpekler gibi pistir) diye de yazıyorsa da, din büyüklerinden böyle umuma uymayan, herkesin söylediğine benzemeyen haberler çok gelmiştir. Böyle haberleri evirip çevirip, ana haberlere uydurmak lâzımdır. Kâfirlerin dışları, bedenleri nasıl pis olur ki Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bir yahudi evinde yemek yedi. Bir müşrikin kabı ile taharetlendi. Ömer “radıyallâhu anh” da, hıristiyan kadınının kabından taharetlendi. Bunlar, âyet-i kerime gelmeden önce yapılmış olabilir denirse, zannetmekle cevap verilmiş olmaz. Âyet-i kerimenin sonra geldiğini ispat etmek lâzımdır. Eğer ispat edilebilirse, onların necis, pis olduğunu, dokundukları şeyleri pis ve haram yapacağını göstermez. Nihâyet, îtikatlarının pis olduğunu gösterir. Çünkü, hiçbir Peygamber kendi dininde veya başka dinlerde haram olmuş veya olacak bir şeyi hiç yapmaz. Yani sonradan haram olacak şeyi, önceden, helal iken yine kullanmaz. Mesela, şarap içmek önce helal idi. Sonra haram oldu. Hiçbir Peygamber hiçbir zamanda şarap içmedi. Eğer kâfirlerin bedenlerinin, köpekler gibi pis olduğu, sonradan bildirilecek olsaydı, Allahü teâlânın sevgilisi olan Muhammed “aleyhisselâm”, onların kablarına hiçbir zaman dokunmaz idi. Nerede kaldı ki sularını içmiş ve yemeklerini yimiş olsun! Sonra, bir şeyin kendisi pis olunca, her zaman pistir. Bir vakit pis olması, başka vakit temiz olması düşünülemez. Müşriklerin bedenleri pis olsaydı, her zaman pis olurdu ve Muhammed “aleyhisselâm” hiçbir vakit dokunmazdı. Nerede kaldı ki onlardan su içsin ve yemek yisin. Bir de ayni necis olan her zaman necistir. Önce ve sonra mubah olamaz. Müşrikler ayni necis olsalardı, evvelden beri böyle olmaları gerekirdi ve Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” önceden de buna uygun olarak onlara muamele ederdi. O olmayınca, bu nasıl olsun. Bundan başka, bunların bedenini pis bilmek, müslümanları, çok sıkıntıya sokar. Hanefi mezhebi âlimlerine Allahü teâlâ sonsuz iyilik versin ki müslümanların işini kolaylaştırdı. Onları haram işlemekten kurtardılar. Bu büyük âlimlere teşekkür edilecek yerde, dil uzatmak, yaptıkları isabetli tefsiri ayıplamak nasıl doğru olabilir? Müctehidlere karşı bir şey söylenebilir mi? Çünkü onların yanlış buluşlarına da, bir sevap verilmektedir. Onların yanlış bulduklarını yapan müslümanlar, azaptan kurtulacaktır. Kâfirler pis olunca, onların dokunduğu, yaptığı şeyler de pis ve haram olur. Kâfirlere pis diyenler, onların yaptıkları yemek ve şerbetlere haram demiş olur ki böyle söyleyenler, kendilerini bu haramdan koruyamaz. Hele Hindistan’daki müslümanların korunmaları imkansız gibidir. Müslümanlar, her yerde, kâfirlerle temas halinde olduğundan, en kolay olan fetvayı vermek daha iyidir. Hatta, kendi mezhebine uygun olmasa da, başka mezhepteki kolay fetva söylenmelidir. Bakara sûresi, 185. âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size kolay olan şeyleri yaptırmak istiyor, güç olanı istemiyor) ve Nisa sûresi, 28. âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, ibâdetlerinizin hafif, kolay olmasını istiyor. İnsan zayıf, dayanıksız yaratıldı) buyuruldu. Müslümanları sıkıştırmak, onları incitmek haramdır ve Allahü teâlânın beğenmediği şeydir. Şâfiî âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güçleşen şeylerin hanefi mezhebine göre yapılmasına fetva vermiş, müslümanların işini kolaylaştırmışlardır. Mesela, Şâfiî mezhebine göre, zekat vermek için, zekatın, Tövbe sûresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lâzımdır. Bunlardan, gönlünü alması lazım gelen kâfir sınıfı [ve zekat toplıyan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borclu sınıfı] bugün yoktur. Bunları bulup zekat vermek imkansız olmuştur. Bunun için, Şâfiî âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, hanefi mezhebine göre zekat verilmesine fetva verdi. Çünkü, hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermek yetişir.
[Bunun gibi, gusül abdesti alırken, hanefi mezhebinde ağzın içini, dişlerin arasını ve diş çukurunu yıkamak farzdır. Kaplama ve dolguların içine su girmediği için, bunların gusül abdestleri sahih olmaz, pis kalırlar. Şâfiî ve Mâlikî mezhebinde ise, ağız içini yıkamak farz değildir. Hanefi mezhebinde olan kimse, dişlerini zaruret ile kaplatınca veya doldurunca, gusül abdesti alırken (Ya Rabbi! Şâfiî veya Mâlikî mezhebine göre gusül abdesti alıyorum) diye kalbinden geçirse, gusül abdesti sahih olur ve temiz temiz namaz kılabilir. (Hadika) kitabının yediyüzdokuzuncu sayfasında diyor ki (Abdest ve gusülde başka mezhebi taklit etmek câizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lâzımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklit câiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile taklit yapmak câiz olur. Mesela Ebû Yusuf hazretlerine, Cuma namazını kıldıktan sonra, gusül abdesti aldığı kuyuda fare ölüsü görüldü dediler. (Şâfiî mezhebine göre gusülümüz sahihtir. Çünkü, hadis-i şerifte kulleteyn olan suya necaset karışınca, üç sıfatından biri değişmedikçe necis olmaz buyuruldu) dedi. (Kulleteyn, iki testi dolusu, 500 rıtldır). [220] kilogram sudur. (Berika) kitabı, burayı açıklarken, zaruret olan her işte de başka mezhebi taklit câizdir, diyor. (Dürr-ül-muhtar)da, namaz vakitlerinin sonunda diyor ki (Zaruret zamanında, başka mezhep taklit edilir). İbni Âbidin, bunu açıklarken, diyor ki (Burada, iki kavlden biri bildirilmiştir. İkinci kavle göre, zaruret olsa da, olmasa da, haraç, güçlük olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklit edilir. Muhtar olan da budur. Yapılmasında güçlük olduğu zaman, kendi mezhebi kolaylık gösteriyorsa veya yapılmasını affediyorsa, başka mezhebi taklit etmeye lüzum kalmaz). (Hadika)nın ikiyüz on birinci sayfasında, (Hüsn-üt-tenebbüh fit-teşebbüh) kitabından alarak diyor ki (Bir kimsenin nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azîmetleri bırakıp, ruhsatla amel etmesi efdal olur. Fakat ruhsatla amel etmek, ruhsatları araştırmaya yol açmamalıdır. Çünkü nefse, şeytana uyarak, mezheplerin kolay yerlerini araştırıp toplamak, yani (Telfik) etmek haramdır.]
Müşriklerin kendileri pis olsaydı, îman edince, temiz olmamaları lazım gelirdi. O hâlde, onlara pis denilmesi, kalplerinin pis olduğunu bildirmek içindir. İman edince, bu pislik gider, temiz olurlar. Îtikadlarının, kalplerinin pis olması, bedenlerinin pis olması demek değildir. Bu âyet-i kerime, müşriklerin pis olduğunu haber vermektedir. Haberi değiştirmek olmaz. Emirde ve yasakta değişiklik yapılabilir. Bir şeyin nasıl olduğunu haber vermekte değişiklik yapılmaz. [(Hadika)da dil afetlerini anlatırken diyor ki (Allahü teâlâ, emir ve yasakları bildiren yirmi âyet-i kerimede nesh, değişiklik yapmıştır). Kısasta ve haberlerde nesh yapmamıştır.] Haber değişmediği için, müşriklerin her zaman pis olması lazım olur. Bu da, müşriklik, îtikat pisliğidir. Böylece, ana bilgiye uygun tefsir yapılmış olur. Bilgiler çatışmaz. Kâfirlere ve onların eşyasına dokunmak haram olmaz. Bir gün, bunları anlatırken, meâl-i şerifi, (Ehl-i kitabın, yani yahudi ve nasaranın pışırdiklerini, kestiklerini yemeniz helaldir) olan, Mâide sûresinin beşinci ayetini okumuştum. Siz, helal olan, buğday, nohud ve mercimektir demiştiniz. Bugün, bu hâle düşen müslümanlardan biri, bu sözünüzü beğenirse bir şey diyemem. Fakat insaf edilirse, sözün doğrusu meydandadır. O hâlde, müslümanlara merhamet edip, kâfirlerin pis olduğunu anlamamalı ve kâfirlerle karışan, alış veriş eden müslümanları, pis bilmemelidir. Böyle müslümanları, pis oldu sanarak, bunların yemek ve içmelerinden sakınmamalı, müslümanlardan kaçınmak, ayrılmak yoluna sapmamalıdır. Bu hâl, ihtiyat değildir. Bu hâlden kurtulmak, ihtiyattır. Başınızı fazla ağrıtmıyayım. Beyt:
Az söyledim, dikkat ettim, kalbini kırmamaya,
Çekindim kalp kırmaktan, yoksa sözüm çoktur sana!
Selam ederim.
Sabah duâsı:
(Allahümme mâ esbaha bi min nimetin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahteke, lâ şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr). 111.ci sayfaya bakınız!
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız