¥ Saim-i Ramazana [Ramazanda oruçlu olana] iftar veren müslümanın günahları magfiret ve Cehennemden azad olur. 1/45. (1. cilt 45. mektup)
¥ Sahib-i Avarif [Avarif kitabının sahibi], sahv ehlinin kamillerindendir. Kitabında o kadar sekr ile ilgili marifet vardır ki, şerh olunamaz. 3/117.
¥ Sahib-i Avarif imam-ı Sühreverdinin, “Limen kane lehü kalbün, ayetini tefsiri. [Bu suredeki nasihatler, idrak sahibi kalbi olan içindir. Kaf Suresi 37.A.] 3/118.
¥ Sahib-i Avarif. 2/92.
¥ Sahib-i Avarifin [Avarif kitabının sahibinin], vasıl olan [nihayete kavuşan] sofinin, Kuran-ı kerim okumakta, Musa aleyhisselama ağaç cihetinden gelen kelam-ı ilahi gibi olmasının takriri. 3/119.
¥ Sahib-i şühud olanlar [şühud sahibi olanlar], erbab-ı temkindir. [Temkin ehlidir]. 3/119.
¥ Sahib-i mükaşefe olanlar, ehl-i telvindir. [Mükaşefe sahibi olanlar telvin ehlidir]. 3/119.
¥ Saliha hanımlardan birine akaid beyanı 3/16.
¥ Sabah namazını cemaat ile eda eylemek ki, bir sünnetin yerine getirilmesidir. Bütün sene nafile namaz kılmaktan bir-kaç mertebe üstündür. 1/53. [Müjdeci Mektuplar: 69.]
¥ Subbet aleye, mesaibü lev enneha.
Subbet alel eyami sırna leyaleha.
(Üzerime yağan musibetler bellidir herkesce,
Eğer gündüzlere yağsalardı, hepsi olurdu gece.)
Aişe-i Sıddıka “radıyallahü anha”, Resulullahın “sallallahü aleyhi vesellem” vefatlarında buyurmuşlardır. 1/195.
¥ Sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemalatın üstündedir. 3/68.
¥ Sohbet-i şeyh [şeyhin sohbeti] mevcut oldukta, zikre ihtiyaç yoktur. 1/286.
¥ Sohbet neticesinde mübtediye [başlangıcda olana] devamlı olan bereket, evvela, hakiki maksat olan Allahü tealaya kalbin teveccühünün devamlılığıdır. Az bir zamanda bu şekilde teveccühün devam etmesi, masivayı unutturur. [Mahlukları unutmaya kavuşturur.] 2/83.
¥ Sohbeti ganimet bileler. 3/68.
¥ Sohbet-i müridan [müridlerin kendi aralarındaki sohbet], birbirlerinde fani olmak şartı ile, uzletten daha iyidir. 1/122.
¥ Sohbet-i agniyada terakki [zenginler ile sohbette dünya menfeati] çok olsa düşünmek lazımdır ki, hasıl olan yüksekliklerden netice nedir. Bazı hizmet zararsız olur. Ama, sonra bir hizmet dahi emrederler ki, tam bir vebal olur. 3/54.
¥ Sahv-ı halis nasib-i avamdır. [Halis sahv avamın nasibidir.] Her kim ki sahvı tercih eyleye, muradı sahvın galebe çalmasıdır. Sahv-ı halis [halis sahv] değildir ki, o afettir. 3/117.
¥ Sahvda, sekrden bir miktar eser kalması tuz gibidir ki, tuz olmaz ise yemeğin tadı olmaz. 3/117.
¥ Sahv, sekre tercih edilir. 1/268.
¥ Sıratın [sırat köprüsünün] Cehennem üzerine konması haktır. Müminler geçip, Cennete giderler. 2/67.
¥ Sagire üzere ısrar eylemek kebiredir. [Küçük günaha ısrar, büyük günahtır.] 2/36.
¥ Sıfat-i ilahi. 3/99.
¥ Sıfat-i sübutiye 8’dir: Hayat, ilim, kudret, iradet, semi, basar, kelam, tekvin. Bu sıfatlar haricde mevcutlardır. Fakat, Allahü tealanın zatından ayrı da değillerdir, gayrı da değillerdir. 3/16.
¥ Sıfatın zat-i ilahiden ayrılması, arifin düşüncesi itibariyledir. Yoksa işin aslı itibariyle değildir. 2/91.
¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları] ne zatının aynıdır, ne de gayridir. 3/113.
¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları], kemalat-i münderece-i zat-i sübhanehunun tafsilidir. İcmal şol mertebedir ki, tafsil ol mertebede kain değildir [yoktur]. Belki mertebe-i tafsil, mertebe-i icmalden aşağıdır. Ol celle sultanehu da bu mana yoktur [düşünülemez]. Ve tafsil, ayn-ı mertebe-i icmaldedir. Bu marifet aklın ötesindedir. 3/113.
¥ Sıfat-i semaniye-i hakikiye [sekiz hakiki sıfat], zat-i ilahi ile mevcutlardır. Vücut ile değillerdir ki, vücudun ve belki vücubun da, o mertebede yeri yoktur ki, vücubun ve vücudun ikisi de itibarattandır. Hub [sevgi] ve vücut itibarları, alemin yaratılmasının başlangıcıdırlar. Zira zat-i celle ve şanehu bu itibar-ı hub ve bu itibar-ı vücut mevcut değil iken, alemden ve yaratılan alemden müstagni [münezzeh] idi. 3/121.
¥ Sıfat-i semaniye-i kamile [sekiz kamil sıfat], kadimlerdir. Ve kemalat-i zatiyenin zılleridirler. Ve o kemalatın zahir olduğu [göründüğü] ve kemalata perde, yani o gizli nurların perdeleridir. 3/25.
¥ Sıfatın birbiriyle mugayeretleri tahkikidir. [Sıfatlar birbirinden başkadır.] Bir sıfatta fenaya kavuşmak, her sıfatta fena bulmak olmaz. İtibarlar böyle değildir. Bir itibarda fena, hepsinde, hatta zat-i ilahide fenadır. 1/287.
¥ Sıfat ve esmai ilahi [Allahü tealanın sıfatları ve isimleri], zat-i tealanın zılleri gibidir. Her zıl, asar [eserler] ve ayatta [ayetler, işaretler] dahildir. 2/4.
¥ Sıfat-i ilahide [Allahü tealanın sıfatlarında] iki itibar vardır. İtibar-ı evvel oldur ki, fi hatt-i zatihi [hatt-i zatında, aslında] sabittirler. Aleme münasebeti olup, mebadi-i teayünattırlar. [Başlangıçların teayünatıdırlar]. Zat-i teala ve tekaddesten mülfık [ayrı] görünürler. Ve zat-i tealaya hicabdırlar [perdedirler]. İtibar-ı sani [ikinci itibar] oldur ki, zat-i teala ile kaimlerdir [vardırlar]. Aleme teveccühleri yoktur. Zata hicab [perde] değildirler. Camenin [elbisenin] beyazlığı gibidirler. 3/72.
¥ Sıfatın zata perde olması, zıllerin zuhuruna mahsustur. Zira ki, zıllerin zuhuru, ilim mertebesindedir. Ve asıl zuhr, makam-ı ayndedir. [Makamın ta kendisindedir.] Mesela Zeyd’in ilmde zuhuru sıfat iledir. [Meydana çıkması, görünmesi sıfat iledir.] Bu sıfat düşünülünce Zeyd’in zatına hicab olur. Zeyd görününce muamele asla karar bulur. Zeyd’in ilimde sureti, haricde mevcut olan Zeyd için zıl idi. Rüyet makamında, Zeyd’in sıfatı, perde değildir. [Zeyd’in sıfatları mani değildir.]. 2/11.
¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları] her ne kadar Zat-i tealaya perdedir. Ama, kemalat-i zatiyenin açığa çıkması da, onların vücuduna bağlıdır. Sıfatın perde olmaları, ayn’ın [aslın] perde olması gibidir ki, görme sebebidir. Bu görünüş ve açığa çıkış, her zaman zıllidir. Ama çare yoktur ki, bizim vücudumuzu zılle bağlı kılmışlardır. Vücudumuz perde ile örtülmüştür. 3/25.
¥ Sıfat-i ilahinin varlıkta durmaları, Allahü tealanın zatı iledir. Sıfat-i ilahi, bütün noksan sıfatlardan tenzih olması sebebi ile, mümkünatın sıfatlarına benzemez. Onlarla münasebeti yoktur. Zira mümkünatın sıfatları sonradan var olmuştur. Varlıkta durmaları madde iledir. Halbuki maddelerin varlıkta durmaları sıfat-ı ilahi iledir. Mümkünlerin sıfatı kendi nefsleri ile, hay, alim ve kadir olmayıp, o kadar var ki, mümkün onların tavassutlarıyle hayatta durur ve bilir. Sıfat-i ilahi dahi, zat-i ilahi gibi hay, alim ve kadirlerdir. 3/112.
¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları] eğerçi mümkünat dairesinden hariclerdir, ama, zat-i tealaya ihtiyaçları olduğundan ve onlara tekabül eden yoklukların herbiri için, şan olmakla, imkanın sabit olmasından dışarı [hariç] değildir. Eğerçi başlangıçları yoktur. Lakin imkanın deliline ihtiyaçları vardır. Vacip olmaları, zatın vücubundan aşağıdırlar. Varlıkları da, zatın vücudundan aşağıdır. 3/99.
¥ Sıfat-i ilahinin tavassutu [vasıta olması] olmasaydı, hiçbir şey’in hasıl olması tasavvur olmazdı. Zira ki zat-i tealanın nurlarının aydınlatmasında, helak ve fena ve inhirak [yanmak] ve yok olmaktan gayri eşyanın nasibi yoktur. 3/25.
¥ Sıfat ve ef’al-i ilahinin [Allahü tealanın sıfatlarının ve fillerinin] zuhuru [açığa çıkması] için, Allahü teala mahlukata muhtaç değildir. 3/113.
¥ Sıfat-i ilahi şuunat-i ilahinin zılleridir. 3/72.
¥ Sıfat-i ilahinin [Allahü tealanın sıfatlarının] ilmi, ilim-i husuliye münasibdir. [Mahlukların ilmine uygundur.]. 1/260.
¥ Sıfat-i ilahi ile ahlaklanmanın manası. 1/107.
¥ Sıfat-i beşerinin ve imkanın [beşeri sıfatların ve mümkünatın] tamamen yok olması, tasavvur edilemez ki, kalp-i hakayık-ı müstelzimdir. [Yani hakikatların değişmesi olur.]. 3/122.
¥ Safa-yı kalp [kalbin tasfiye bulması], Peygamberlere tabi olmaya bağlıdır. 3/22.
¥ Safa-yı nefs [nefsin safası], açlık ile hasıl olur. 1/313.
¥ Safa-yı nefs [nefsin safası] dalalet yoludur. 2/92.
¥ Sıfat-ı irade [irade sıfatı], takdir olunan iki şeyden birisini seçmektir. 3/113.
¥ Sıffin vak’ası, hilafet için değil, katillere kısas yapılması için idi. “Gazali” 1/251.
¥ Sınaatın tekmili, telahuk-ı efkar iledir. [Sanatların tamamlanması, fikirlerin birbirine ilave edilmesi iledir.] 3/88.
¥ Sanemleri [putları, heykelleri], kafirler, şefaat vesilesi kabul ederler. 3/22.
¥ Savt-ı Hasan [güzel ses] ile Kuran-ı kerim ve kasideler, nat ve menkıbeler okumakta sıkıntı yoktur. Yasak olan, Kuran-ı kerimin harflerini bozarak okumak, [müzik makamlarına uyuyorum diyerek] ve şarkı gibi (ilhan ile) okumaktır ki, şiirde dahi mubah değildir. Kasidelerde bu şartlara riayet lazım değildir. 3/71.
¥ Suveri ilmiyeyi [ilimdeki suretleri], başkası ile mevcut olan sıfatlar gibi tasavvur eylemeyeler. Bu ilahi ilmin suretleri, maddelerin aslı ve belki mebadi-i teayünleridir. İlmi suretler sabite olup, ilim sıfatı ile kaimlerdir. İlimde sabit ve harici olan hiçbir şey bunlarda yoktur. Belki, ilmi ve harici varlık onlara, ardır ki, mümkünatın sıfatlarından ve hadiselerin isimlerindendir. 3/113.
¥ Sofiyenin sekr ve muhabbet istilasından dolayı sözleri caizdir. 3/99.
¥ Sofiye vahdet-i vücuda, ulema kesret-i vücuda kaildir [kabul eder]. Ayrılık sözlerdedir. 2/44.
¥ Savm [oruç], Cehennem ateşinden siperdir. “Hadis-i şerif.” 3/16.
¥ Suyun yaratılması, göklerin ve yerin yaratılmasından evveldir. 2/76.
¥ Sıkıntılı zamanlarda “La havle” ile ve “Muavvizeteyn” ile def’ edeler [bunları okuyalar]. 2/32.
¥ Zıddeyn [iki zıd] aynı zaman ve aynı mekanda bir arada bulunamaz. Ama, iki zıddın, birinin diğerinde bulunması ve birinin diğeri ile buluşması, imkansız değildir. 1/296.
¥ Zarar ihtimali ile çok menfaat terk edilir. 1/313.
¥ Salike iki şey lazımdır. Muhabbet-i şeyh ve devam-ı zikir. [Hocasını sevmek ve devamlı zikir etmek.] 4/198.
¥ Salikin, muradını taleb eylemesi [kendi muradını istemesi] Hakkın muradını reddetmesi demektir. 6/67.
¥ Salik, istek ve arzularından kurtulup, Hakkın iradesiyle hareket edince [teslim olunca], meşihat makamına yakışır. Bu hal ise, vilayetin birinci (ilk) kemalidir. 4/?
¥ Salik [tasavvuf yolcusu] evvela kendi kulluğunu izhar edip ve nefsine kulluk etmekten ve hevasına tapmaktan ve hayalindeki putları Mevlaya ortak koşmaktan [kendi başına hareket etmekten] halas bulmak zaruri olarak lazımdır. 5/26.
¥ Salik kendi isteklerinden kurtulmadıkça ve kalbinde Hak sübhanehüden gayri hiçbir maksudu kalmayıp, eşyaya tealluk eden [bağlanan] ilmi ve sevgisi kopmadıkça, yükseklere [Allahü tealaya, o yüce makama] yol bulamaz. 6/67.
¥ Salik-i müsteide [istidad sahibi bir salike] daha tarikati ilk öğrendiği günde, kalbin fenasından nişan ayan oldu. [Fena makamından işaret görünür.] 4/235.
¥ Salik-i reşid [doğru yolu tutan salik] zikir ve fikre devam edip, ikbal ve teveccühün devamına [mesud, saadetli olmanın ve doğru yolda bulunmanın devamlı olmasına], zıd olanlardan yüz çevirip ve ezeli inayet talibin haline şamil oldukta, tedricen onun kalbini sultan-ı zikir istila eder. Bir hal üzere ki kalbin zikri devamlı olur. [Devam eder]. Zahirin gafleti kalbe sirayet eylemez. Zahir [dış, beden] ne ile meşgul olursa, gerek gaib olsun, gerek hazır olsun ve gerek uyanık olsun ve uykuda olsun, batın daima zikir ve huzurda olur. 4/23.
¥ Salik-i bi çare [biçare tasavvuf yolcusu], çünkü süfli aleme tutulmuştur. Ulvi alem ile münasebeti yoktur. İki taraflı bir tavassut ediciye [aracıya] muhtacdır ki, salikin o aracı olan şeyh ile münasebeti ne kadar çok olursa, onun kalbinden o kadar çok feyiz alır. 4/78.
¥ Salike her nereden bir nisbet [feyiz, hal] erışırse [gelirse], kendi pirinden bile. Kıble-i teveccüh perakende ve perişan olmaya. 6/42.
¥ Salik, beşeri kirlerden batın aynasını temizleyip ve ma-sivadan yüz çevirdikte fena hasıl olur. Ve ilahi isimler kendisinde tecelli etmekle, her bir isim ile bekaya ve hakikata kavuşur. 4/50.
¥ Salik, her ne kadar yükselirse de ve yakınlık elde etse ve fena ve beka ile müşerref olsa, zat ve sıfat-ı ilahide ortaklık hasıl olmaz. Çünkü, kulluk gücünün dışına çıkamaz. 4/76.
¥ Salik kendini yok bilir. Ve kavuşulanları asıldan bilmeyip, asla sipariş eylemezse, adem denir ki, fena-yı cezbedir. Ve ondan rücu mümkündür. Lakin fena-yı hakiki ona muhalıftır ki, dönüşten emindir. 4/122.
¥ Salikin işi, taş gibi katı ve gücsüz olmak, kabz [darlık] vasıtasiyle yahut zelle, [hata] işlemekle ve beşeri sıfatların galebesi cihetiyle batına zulmet hasıl olmasıyledir. Böyle vakitte tövbe ve istiğfar lazımdır. 6/121.
¥ Salikin yükselmekten mahrum kalması, ya sudur-ı zelle [zellenin hasıl olması] veya irtikab-ı measidir ki [günah işlemesi sebebi iledir ki], ilacı tövbe ve inabet ve pirin teveccühü ile olur. Veyahud şevk ve talebin azalmasıdır. Onun ilacı dahi, pirin teveccühüdür ki, Onun bereketiyle hem şevk ve taleb ve hem yükselme meydana gelir. Veya yüksek istidadının olmayışıdır. Onun dahi ilacı, yüksek istidattan hissedar olan pir ile sohbet ve Ona tam muhabbet ve pirin teveccühü ve muhabbeti iledir. Onun bereketi ile kendi istidadından yüksekliğe terakki edip ve muhabbet cezbesiyle pirin gizli hallerini [üstünlüklerini] cezb eder ki, bu seyr geçicidir. Tabii değildir. Veyahud itikatta bozukluk vardır ki, ilacı yoktur [ilaç kabul etmez]. İtikattaki gevşeklik, öyle bir geçid vermez engeldir ki, onun yolunu kesmiştir. İtikad tam ve şeyhte fani olmadıkça terakki mümkün değildir. Ve daima sıkıntıda kalmaya mahkumdur. 6/222.
¥ Saliklerin istidadları çeşitli olup, tasarruf sahibi pir, bir saliki, istidadından yukarı mertebelere ulaştırmaya kadırdir. Ama, salikin istidadına münasib olan yüksek mertebelere ulaştırmaya kadırdir. Yoksa istidadına zıd olan mertebelere yükseltmeye kadir değildir. 5/120.
¥ Salik, Muhammed-ül-meşreb olmadığı takdirde, Muhammed-ül-meşreb olan şeyhinin, sohbetinin cazibesi ve teveccühü sebebi ile, vilayet-i Muhammediyenin kemalatına ulaşır. O vilayetin ona mahsus olan halleri ile şereflenir. Lakin, ona Muhammed-ül-meşreb demek veyahud vilayet-i Muhammedi sahibi demek mümkün değildir. Zira bu kemal onda yoktur ve uzaktır. Zati ve tabii değildir. Onun vilayeti, ayağı altında bulunduğu Nebinin vilayetidir. 6/140.
¥ Salikin aslıl üsulü (asıl aslı), itibarat-ı ilahidir. [Allahü tealanın ihsanı iledir.] 4/1.
¥ Salik yolun başında iken zevkler ve değişik haller ve çeşitli sırlar ve marifetlerin beyanı kaindir. [Bunlar hasıl olur. Bunların merkezidir.] Yolun tamamlanmasından sonra, yüksek derecelere ulaştıkta, cehl ve acz ve dilin tutulması hasıl olur. 4/88.
¥ Salikin mebde-i teayünü olan ism, salikin idrakini istila edip, salik kendi varlığını onun yanında örtülü olarak ve kendini yok bulur. O isimde fani olup, vücudu ve kemalat-ı vücudu ondan bilip ve ona tabi oldukta, mutlak fenaya ulaşır. 5/120.
¥ Salik, esma [isimler] ve sıfat ve kendi mebde-i teayününde seyr ettikte, aslda ve aslın aslında seyr sahibidir. Ve muamelesi ondan yükseklere terakki ettikte, bu isimle tesmiye olunmaz. [Bu isme bağlı değildir.] Aslları dahi zıller [gölgeler] gibi yolda [yolculukta] geçer. Bil cümle esma ve itibarat [esma ve itibaratın tamamı] bu makamdan haricdir. Ve kelam-ı mecid [Allahü tealanın kelamı] bu yüksek makamda dahil olduğu için, çaresiz bu hal tilavet ile kuvvetlenir. [Kuran-ı kerim okumakla kuvvetlenir.] 4/224.
¥ Salik, kendi sıfat ve kemalatını Hak tealanın sıfat ve kemalatı görmek, tecelli-i sıfattandır. Kemal-i tecelli oldur ki, bu zıllerin kendi aslına ve ademin dahi adem-i mutlaka [yokluğun dahi mutlak yokluğa] döndüğünü anlayıp, kendini sıfattan ayrı [uzak] bula ve kendini yokluk sahrasına atmış ola. 5/58.
¥ Salikin mebde-i teayünü olan isme erişmesi ve onda fenanın ele geçmesi, insanın kemal mertebesi değildir. Nitekim, vilayet bu fenaya bağlıdır. Lakin bu kavuşmada çok mertebeler vardır. Ve bu ismin o kadar zılleri vardır ki, salik her bir zılle vasıl olduğu zamanda, o zıl salike asıl unvanı [ismi] ile görünüp, saliki o noktaya kavuşturur. Hangi sahip-i devlettir ki, asla vasıl ola. [Asla vasıl olan, devlet sahibidir.] Bu makam, saliklerin muradlarına nail olamadıkları ve ayaklarının kaydığı makamdır. 5/60.
¥ Salikin mebde-i teayünü şuun mertebesinden ise, ayn-ı sabiteye kavuşma ve onda fenadan sonra, ayn ve eser zeval bulur. Zira şuunun alem ile hiç münasebeti yoktur. Zira, alem zıll-ı sıfattır. Zıll-ı şuun değildir. [Sıfatın zıllıdir, şuunun zıllı değildir.] Şimdi bir şanda fena, onun mutlak fenasını müstelzim [lazım gelen] ve ayn ve eserini izale eder. [Ortadan kaldırır.] Eğer ayn-ı sabite-i salik, makam-ı sıfattan ise, ona fenanın erişmesi, vücut-i saliki umumi olarak mahv edici olmaz. Ve eserini ortadan kaldırmaz. 5/84.
¥ Salikte kemal husulü [kemalin hasıl olması] dört derece üzeredir. 1. derece, imkan derecelerini kat’ edip, kendi mebde-i teayünü olan isme kavuşmaktır ki, fenanın hasıl olması buna bağlıdır. 2. derece, o isimde seyr edip, kemalati ile mütehakkik olmaktır ki [kemalatı ile tahakkuk etmektir ki], bekayı tahsil eder. 3. derece, ismin sonuna ulaşıp, isim ile beka bulmaktır. Bu 3 derece, seyr-i ilallah ve fillaha bağlıdır ki, kemalat-ı urucdur. [Yükselişin kemalidir.]. 4. derece, inişe bağlıdır ki, seyr-i anillahi billahtır. Ve seyr-i-fil-eşyadır. 5/130.
¥ Salik, mahviyet ve istihlak zamanında [gark olma, kendini gayb etme zamanında] kendi teayün-i imkanisini vücut-i hakkani ile açığa çıkarıp ve ahlakı, Allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanma olur. 6/8.
¥ Salikin terakki ve urucu asalet ve zıllıyet alakası olan makamlardadır. Bu alaka tamam oldukta [kesildikte], terakki düşünülemez. Mebde-i zattan salikin nasibi olmaz. Mümkünde zattan bakiye yoktur ki, zattan hissedar ola. 6/58.
¥ Salik, terakki zamanında mebde-i teayün olan ismin zıllerinden bir zıl ile, hakikatlenir. [Mütehakkık olur.] Daha yukarıya başlayınca, daha üst zıl ile ki, evvelkinin aslıdır. Mütahakkık olur. [Hakikatlenir.] Ve keza, ikinci asldan üçüncü asla ve üçüncü asldan dördüncüye, Allahü tealanın dilediği kadar beka bulur. Hangi devlet sahibidir ki, zıller mertebesinin tamamından geçip, ismin aslına kavuşur. 4/47.
¥ Salikin muamelesi [faaliyeti], zıller mertebesinden ve asıl mertebesinden daha yukarı ilerleyince, aslı dahi zıl gibi geçip, yüksek dereceleri ve ayırt edememe sebebi ile o işin neticesi acze ve cehalete ulaşıp, kelime-i tayyibeye bağlı olan faaliyet sonuna gelmiş olur. Ve bu kelime-i mübarekenin tekrarı, o makamda netice vermez. Ve o makamda terakki [yükselme] derece-derece, Kuran-ı kerim okumak ve namaz ile olur. 5/119.
¥ Salik marifetini tamamlayıp, uruc ve nüzul [yükselme ve iniş] makamlarını mufassal bir şekilde kat’ettikten sonra, sırf yokluk makamına inerek, orada Allahü tealanın zatınının aynası olur. İsmlerin kemalatının hepsi, onda zuhur bulur. İlim mertebesinde her ne kadar anlatılanlar zuhur bulmuş ise de, haric mertebesinde, ayine ol arıftır ki, haricde bütün kemalat müşahede olunur. 4/148.
¥ Salik, emaneti ehline sipariş eder [ısmarlar]. Yani, ariyeti [emaneti] olan kemalatı, sahip-i kemalata [kemalat sahibine] havale edip, o kemalatın aynası olan [göründüğü olan] adem-i mukayedi, adem-i mutlaka [hiçbir bağlılığı olmayan yokluğu mutlak yokluğa] sipariş ederse, onu Cenab-ı aktese [Allahü tealaya] yol bulmaya layık hale getirip, beka-billah ile ve ikinci derecede olan tecelli-i zat ile müşerref ederler. Madem ki, yokluk lekesi ile lekelidir. O hazretin yakınlığına layık değildir.Bu aks yolu ile müşahede ve emanet dahi vehmdeki bir itibardır ve ilimdeki değişikliktir ki, hakikaten hiçbir vakit kemal o hazretten ayrılmamış ve yokluk dahi hakikatte, mutlak yokluktan ayrılmamıştır. 4/232.
¥ Salikin muamelesi [işi] üsulden balaya [asllardan yukarıya] revane olup [ilerleyip] ve anlama kalmayınca, terakki [yükselme] o makamda Kuran-ı kerim okumak ve namaz iledir. (Ehl-ül-Kuran Ehlullah) hadisinden murad, bu cemaat olmak mümkündür ki, bunlar, hakikat-i fena ve bekaya mazhar olmuştur [kavuşmuştur]. Bu dereceden evvel vaki olan tilavet, ebrarın amelidir. Ve o makamda kelime-i tayyipenin tekrarı faydalıdir ve terakki sağlar. Çünkü, bu kelime-i mübarekenin bereketi ile batının temizlenmesi hasıl olmuştur ve Kuran-ı kerim okumakta maharet kazandıkta, [Kuran-ı kerimi temizler tutar] bu manaya işarettir. 5/67
¥ Salikin cezbesi, sülukundan önce ise, süluk onun cezbesi esnasında hasıl olur. Seyr-i enfüsinin esnasında [zımnında] seyr-i afaki hasıl olur. Zira, cezbe seyr-i enfüsiden, süluk seyr-i afakiden ibarettir. 4/50.
¥ Salikin kabiliyeti miktarınca, hangi Nebiye münasib olursa, Onun vilayetini bulur [alır]. 5/120.
¥ Salikte olan muhabbet, onun muhabbetinden bir kıvılcım ve eğer şevk ise, onun şevkından bir kıvılcımdır. Teferruatta olan zuhurat, asldan alınmıştır. Hiç bir şey kendi müstekıl değildir. 6/60.
¥ Süal [dilenmek] haram ve kötüdür. Lakin zaruret ve acz zamanında mubah olur. Eğer iş ölümle alakalı ise, dilenmek helal, belki azimet, belki vacip olur. Ölü eti ve hınzır eti gibidir. 5/37.
¥ Süal [dilenmek] ölüme düşen için veya avret mahallini örtecek gücü olmayana ve çalışma gücü olmayana mubahtır. Ölü eti şartları gibidir. 5/37.
¥ Süal [dilenmek] bir ejderin [yılanın] ağzına elini sokup, bir şey almak ve çıkarmaktır, “hadisi”. 5/37.
¥ Seherlerde ağlamayı ve istiğfarı ganimet bilip, en mühim iş kabul edeler. [İşlerin büyüklerinden kabul edeler.] 6/13.
¥ Seherde uyanıklığı mümkün olduğu kadar elden bırakmayınız. Ve o vakitte namazı, istiğfarı ve hüngür-hüngür ağlamayı ganimet biliniz. 4/14.
¥ Ser çeşme birdir. [Kaynak birdir.] 6/215.
¥ Saadet-i ebediye [ebedi saadet] ve sonsuz kurtuluş, Enbiyaya uymaya bağlıdır. 4/10.
¥ Sefer der vatan, seyr-i enfüsidir ki, ona cezbe de derler. Bu büyüklerin başlangıcda muameleleri, bu seyrdedir. [Bu yolculuktan başlarlar]. 4/165.
¥ Sekrin çokluğu ve muhabbetin aşırılığı, salikin basireti gözünden temyizi ref’ edip [hakikati ayırıp] mümküni vacibi teala gibi gösterir. Fakat bu iş salikin şühudundadır. Ve hakikadde böyle değildir. 4/50.
¥ Sekrden sahva [sarhoşluktan ayıklığa] ve cem’den fark-ı badel-cem’a [bir görmekten, ayrı görmeye] ve küfürden imana geleler ki, kemal budur. 4/39.
¥ Sekr, fena hali ve şuursuzluk halidir. Hub ve sencidedir. [Güzel ve ölçülüdür]. Lakin o halde kalmak, beğenilmiş değildir. 4/26.
¥ Sekr ve salikin kendinden geçmesi, her ne kadar muhabbet yolu ise de, namazı bozulur. 5/120.
¥ Sekr sahibi mazurdur. Fakat, sekr bilgilerini [hallerini] taklit etmek iyi değildir. 4/39.
¥ Sekr ehli, olgunluğu [kemali] şühud ve müşahedeye bağlı bilip, tecelliler ile kanaat etmiş ve lezzet bulmuş, tevhit ve ittihata kapılmışlardır. Bu cemaat her ne kadar imkan perdesinden ve zulmani perdelerden uzaklaşmışlarsa da, lakin nurani perdelerde ve vücubi perdelerde kalmışlardır. Ve ondan kurtulamamışlardır. Ve onun görünmesini Hak tealanın görünmesi ve tecellisi bilmişlerdir. Ve tecelli-i zat berkidir. [Bir an tecellidir]. Yani berk-ı hatıf gibidir. [Şimşek gibi göz kamaştırır.] Ve tekrar mestur olur [örtülür] derler. Halbuki, bundan ötedeki mertebelere ulaşan büyükler, tevhit [birlik] ve ittihatı, pesmande-i rah kılıp [birleşmeyi geride bırakmış olup], tecellilerden ve zuhurlardan çok yükseklere ulaşmışlar, şühud ve müşahedeye iltifat etmeyip, perdelerden tamamen kurtulmuşlar ve yakinen bilmişlerdir ki, bu şühud, Hak sübhanehunun şühudu değil ve bu tecelli, Hak tealanın zatının tecellisi değildir. Belki sıfatlarından bir sıfatın ve kemalatından bir kemalin zuhurudur ki, bunlar zat-i tealaya hicabdır [perdedir] ve Allahü tealanın zatını taleb eden, sıfat ve kemalatın şühudi ile kanaat etmez ve kafi bulmaz, rahatlamaz. 6/122.
¥ Selamet-i kalp ki [kalbin selameti ki] bu yolun ilk şartıdır. O vakitte masivanın sevgisi ve unutulması [kalpden atılması] gerçekleşir. 4/105.
¥ Selamı, insanlara güleryüz ile vermek, sadakadan attedilmiştir, hadisi. 4/147.
¥ Silsile-i icad [yaratılış zenciri] Resulullaha bağlı ve Rububiyetin açığa çıkması, Ona bağlıdır. 4/10.
¥ Silsiletüz-zeheb kitabında Mevlana Abdürrahman Cami, vahtet-i vücudu zem ediyor. Kendisi ise, vahtet-i vücut muhakkıklerindendir [ehlindendir]. 4/29.
¥ Sultan-ı vakte [vaktin sultanına] nasihatlar ve nimetin şükrünü eda etmek hakkında mektup. 6/6
¥ Sultan ruh gibidir. Diğer insanlar, ceset gibidir. Sultanın ıslahına çalışmak lazımdır ki, zamanın durumuna göre, İslamiyeti yaymalı, anlatmalıdır. Mübalega ve zorlama da hoştur. Ama, ziyade mübalega olunmıya [haddi aşmaya]. 4/74.
¥ Sultan-ı vakte [vaktin sultanına], fena-yı kalp ve fena-yı nefsi ve bazı faydaler ve marifetler beyan eden mektuplar. 6/237.
¥ Sultan-ı vaktin [vaktin sultanının] dindar oldukları beyan olunmuş, bu hale şükür edilmiştir. Sultanlar arasında bu nev’ini bulmak anka kuşu hükmündedir. Ümmittir ki, yakında [kısa zamanda] kalbin fenası ile şerefleneler ki, vilayet derecelerinin ilkidir. Bu manayı onların hakkında karib-ül husul (onların bu dereceye ulaşacağını yakın) buluyorum. 6/242.
¥ Süluk, canib-i talibdendir. [Süluku talib yapar]. Yani yola gitmektir. Lakin, cezbe, canib-i matlubdandır. [Çekilmek, Allahü tealadandır]. Yani yola götürmek olur. Gitmek ile götürülmek arasında büyük fark vardır. 6/121, 1/117.
¥ Sofiyenin yolunda süluk lazımdır ki, Allahü tealayı tanımak müyesser hasıl ola. [Ele geçe.] Ve nefsin hevasından kurtulmak hasıl ola. Her kime bu marifet hasıl ise, “Ona müjdeler olsun, onun için ne mutlu” kendi yaratılışından maksat ne ise onu yerine getirmiş, insani kemalata ulaşmıştır. 5/11.
¥ Sofiyenin yolunda süluk ve muhabbet-i zatiyeye kavuşmak, Habib-i Rabbil alemine tabi olmadan, hasıl olmaz. 4/22.
¥ Süluk ve diğer bir tabirle seyr-i ilallah, son noktaya ulaşıp, masivadan kurtulunca, fena hasıl olup, seyr-i fillaha başlamak olur ki, buna cezbe derler. 5/140.
¥ Süluk, isimlerin ve sıfatların tafsilinde terakki [yükselmek] ise, meratib-i vüsul nihayet pezir değildir. [Vüsul mertebelerinin nihayeti yoktur.] Eğer kat’-ı meratib-i esma ve sıfat icmalen vaki ise, menazil-i vüsul inkita pezirdir. [Eğer isimler ve sıfatlar mertebelerini geçmek, kısaca vaki ise, vüsul menzillerinin nihayeti vardır.]. 6/217.
¥ Süluk ve riyazetten, taat ve ibadetten maksat, salik, kendinin, aslının adem olduğunu bilmektir. 5/91.
¥ Bir sünneti ihya, yüz şehit sevabıdır, hadis-i şerifi. 4/228.
¥ Sünnete uymak elbette kurtulmaya sebeptir. Ve neticeye ulaştırır. Ve dereceleri yükseltir. Sünnetin dışında kalanlar ise tehlikedir. 6/51.
¥ Sure-i ihlasın tefsiri. 4/76.
¥ Seyr ve süluktan maksat, marifetullahtır. Marifeti elde etmek zaruridir ki, vilayet-i hassasız ele geçmez. 6/2.
¥ Seyr ve süluktan maksat, perdeleri kaldırmaktır. Yoksa (kayd altına alınamayan) ankayı ele geçirmek değildir. 6/122.
¥ Seyr ve süluktan maksat, suretleri ve gaybi nurları temaşa [müşahede] etmek değil, nefsin başı-boşluğunu gidermek ve kulluğu tahsildir [ele geçirmektir]. 4/230.
¥ Seyr ve süluktan maksat, fena ve kendini yok bilmektir. Ve hakiki matlubdan başkasına tutulmaktan kurtulmaktır. 4/104.
¥ Seyr ve sülukun hülasası [özü], matlubun huzuru müyesser olup, arifin nefsinin aradan çıkmasıdır. 4/216.
¥ Seyr-i afaki, matlubu kendi dışında aramaktır. 4/165.
¥ Seyr-i ilallah derecesini geçmek, ellibin senelik yoldur. 4/122.
¥ Seyr-i ilallah, beş latifenin asllarına yükselmekle imkan dairesinin seyridir ki, sülukten ibarettir. 5/60.
¥ Seyr-i ilallah, Allahü tealanın isimlerinden salikin mebdei teayünü olan isme kadardır ki, ismin zıllıdir. Bunda imkan dairesini geçmek vardır ki, vücub mertebelerinden olan isme ulaşır. 6/207.
¥ Seyr-i fillah-ı salik, mebdei teayünü olan ve zıl dairesinde bulunan isimden itibaren olan seyrdir ki, Allahü tealanın ism ve sıfatları dairesinde seyr manasınadır. 6/207.
¥ Seyr-i enfüsi, kendine gelip, kendi kalbinin etrafını devir etmektir. 4/165.
¥ Seyr-i afaki, uzakta uzaklaşmadır. Seyr-i enfüsi yakında yaklaşmadır. Lakin bu kurb da zıllidir. 4/88.
¥ Seyr-i afaki ve seyr-i enfüside meydana gelen her tecelliyi, eğer tecelli-i zati bilirlerse de, cümlesi fillerin ve sıfatların zılleri ile alakalıdır. Fillerin ve sıfatların kendileri ile alakalı değildir. 5/58.
¥ Muhammed Seyfeddin “kaddesallahü teala esrarehümül’aziz”, Muhammed Masumun “kuddise sirruh” mahdum zadeleridir [oğludur]. 4/235.
¥ Sermaye-i vakti [vakit sermayesini], fani lezzetlerden istifade için telef etmiyelim. Ve harab edilmesi ile memur olduğumuz şeyin tamirinde olmayalım. Allahü tealaya yakınlık lezzeti ve kavuşma lezzeti, naim-i Cennetin lezzetinden ziyade [çok] olduğu gibi, uzaklık ve mahrumluk azabı da Cehennem azabından daha kötüdür. Ah, yazık, Allahü tealadan yüz çevirene. Ve hasıretler [üzülmeler] olsun ki, Allahü tealanın indinde haddi aşana. Tekrar dünyaya gelmek yoktur. Ve bu acımasız kahbeye zahiren tutulup ve nefis cevherleri bırakarak saksı parçası kadar az bir şeye tenezzül ederler. Cemal-i mutlak taban [parlak] ve seyr ve süluk yolu da açık ve seçiktir. [Gizli değildir.] Bizim gibi yaratılışı aşağı olanlar, o cemalden perdelenmiş ve uzak ve o yüce makamdan kovulmuşlardır. Kemal-i hicalet ve infialdir ki, hazret-i kerim-i zünneval, ol izzü celal ile, bu zerre misale bir nazar-ı bi misal eylemekle sır-u alaniyesinden agah eyleyip, o ise nihayetsiz cehaletinden dolayı, kalbi ile başkasına bakar. Ve başkasına naz ederek gider. 4/175.
¥ “Sultan-ı sahip-i cevr [zalim sultan] yanında, adaletten bahs etmek ve tavsiye etmek, cihatın efdalidir.” Hadis-i şerif. 4/29.