İsrâil kavmine peygamber olan hazret-i Mûsâ hastalandığında doktorlar ilâç kullanmasını söylemelerine rağmen; “Şifasını Allahü teâlâ verir. İlâç istemem.” dedi. Hastalığı uzadı ve ağırlaştı. “Bu hastalığın ilâcı meşhurdur ve tecrübe edilmiştir, az zamanda iyi olursunuz” dediler. İlâç kullanmamakta ısrar edince, hastalığı çoğaldı. Allahü teâlâ vahiy gönderip; “İlâç kullanmazsan, şifâ ihsân etmem.” buyurunca, ilâcı içti ve iyi oldu. Kalbine gelen şüpheyi gidermek için de vahiy göndererek Allahü teâlâ buyurdu ki: “Sen tevekkül etmek için benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek istiyorsun. İlâçlara, faydalı tesiri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum.” buyurdu. Bir peygamber de zayıflıktan şikâyet edince, ona da vahyedilip: “Et ye ve süt iç!” buyruldu. Bir zaman çocukları çirkin doğan müminlerin şikâyeti üzerine, Allahü teâlâ o kavmin peygamberine: “Ümmetine söyle, çocuğu olacak kadınlar, ayva yesin!” buyruldu.
Bütün bu misallerden anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ ilâçları, şifâ için sebep yaratmıştır. Ekmek ile suyu doyurmaya sebep yaptığı gibi ilâçları da hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ ilk insanı yarattığı zaman, onlar için hastalık yapan şeylerin ilâcını da yaratmış ve ilk peygamber hazret-i Âdem’e, herşeyin faydasını teker teker bildirmiştir. Hastalıklar için kullanılacak ilâçların nasıl kullanılacağını târif etmiştir. Peygamberler de ümmetine öğretmiştir. Kendisine inanan kimseler arasında doktorlar yetiştirmiştir. Çeşitli hastalıklara yakalanan hazret-i Eyyûb’ün ilâç kullandığı, hazret-i Îsâ’nın zamânındaki doktorların iyileştiremediği hastaları tedâvi ettiği çok meşhurdur. Peygamberimiz bu husûsu şöyle haber vermektedir:
Mûsâ (aleyhisselâm), Yâ Rabbî! Hastalığı yapan kimdir! Hastalığı iyi eden kimdir? dedi. Cenâb-ı Hak, her ikisini de yapan benim, buyurdu. O halde tabibe ne lüzum var, deyince; onlar, şifâ için yarattığım sebepleri bilir ve kullarıma verir. Ben de onlara, bu yoldan rızık ve sevap veririm.”buyurdu.
Peygamber efendimizin de tıp ilmi husûsunda Eshâbına öğrettikleri çok geniştir. İslâmiyette tıp ilmi din ilminden önce gelmektedir. Çünkü sıhhatsiz ibâdet edilemez. Hastalıkların tedâvi yollarını bildirmiştir. Buyurdu ki:
Ey Allah’ın kulları ilâç kullanın!
Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur.
Bütün meleklerden işittim ki, ümmetine söyle, hacâmat yaptırsınlar, yâni kan aldırsınlar, dedi.
Allahü teâlânın ölüme sebep yaptığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır.
Allahü teâlâ, haram olan şeylerde sizin için şifâ yaratmamıştır.
Vebâ (tâun) olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız.
Hastalıkların başı, çok yemektir. İlâçların başı, perhizdir.
Hastalıklarınızı, sadaka vererek tedâvi ediniz.
Peygamberlerden öğrenilen bu bilgiler, zamanla insanlar arasına yayıldı. Bir peygambere inanmadıkları halde, onların bildirdikleri bilgileri öğrenip tatbik eden meşhur tabipler yetişti. Çeşitli ilâçların faydalı tesirlerini sanki kendi tecrübeleriymiş gibi gösterme gayreti içerisine düştüler. Sonra gelen insanlar da bu bilgileri onların fikri zannettiler. Meselâ Hippokrates’in tıp ilminde ilk otorite kabul edilmesi bu sebebe dayanmaktadır. Halbuki ondan önce de bâzı ilâçların faydası ve tesiri biliniyordu. Hıristiyan dünyâsında yetişen birçok filozofların ve tabiplerin, doğru olarak söyledikleri bilgilerin kaynağı hazret-i Îsâ’ya dayanıyordu.
Tavsiye Yazı –> Müslümanların tıp imine katkıları