Bu da iki nev’dir. İcmâlî ve tafsîlî.
a) İcmâlî delîl: Her selîm akıl sâhibinin kabûl etdiği üzere, selef mezhebinin hak olması dört esâs üzere meydâna çıkar.
1. esâs: Âhıretde kulların en iyi âkıbete erişmeleri için hâllerinin ıslâhını en iyi bilen Resûlullahdır “sallallahü aleyhi ve sellem”. Çünki âhıretde fâide ve zarar verecek şeyleri, tabîbin bildiği gibi tecribe ile bilmeğe imkân yokdur. Zîrâ tecribî ilimler, tekrâr tekrâr gözlenerek kazanılır. Âhıretden dünyâya kim çıkıp geldi de, o âlemde gördüğü ve anladığı fâideli ve zararlı şeyleri bize haber verdi? Bunlar akıl ile anlaşılamaz. Çünki akllar, âhıret âlemini idrâkden âcizdir. Akllı olanların hepsi, aklın, öldükden sonrası için yol gösteremediğini, günâhların nasıl bir zarar, tâ’atlerin ne şeklde fâide vereceğini anlıyamadığını, bilhâssa şerî’atlerde vârid olan sınırlı ve tafsîlâtlı haberleri anlıyamadığını, i’tirâf etmişlerdir. Aklî sebeblerle bilinmesi mümkün olmayan hâdiseleri, mâzîde ve istikbâlde olacak gaybî işleri, ancak aklın ötesindeki bir kuvvet olan nübüvvet nuru ile idrâk olunduğunu bütün akıl sâhibleri ikrâr etmişlerdir.
Bizden önce geçmiş olan ümmetler ve hikmet sâhibleri bunda müttefikdirler. Nerede kaldı ki, ilimlerini nübüvvet nûrundan alan ve bu kaynakdan başka her kaynağı kusûrlu gören velî ve râsih ilimli âlimler ikrâr etmesin.
2. esâs: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kulların dünyâda ve âhıretdeki salâhı için kendisine vahy olunan her şeyi bildirmiş, hiç birini saklamamış, halkdan gizli, kapalı bırakmamışdır. Çünki kendisi bunun için gönderilmiş ve bunun için âlemlere rahmet olmuşdur. Halka teblîgde hiçbir töhmet altında kalmamışdır. Hâl ve bütün karîneleri bu hakîkati bildirmekde ve insanda zarûrî bir bilgi hâsıl etmekdedir. Bu karîneler:
1– Halkın ahvâlini ıslâha olan hırsı,
2– Halkı dünyâ ve âhıret se’âdetine irşâd etmekdeki aşkı,
3– Halkı Cennete ve Allahü teâlânın rızâsına yaklaşdıran şeylerden hiç birini terk etmeden, onlara yol göstermesi, bunları emr etmesi ve teşvîkde bulunması,
4– Cehenneme götürecek ve Allahü teâlânın gadabına sebeb olacak şeylerden sakındırması ve onları bu işleri yapmakdan nehy etmesidir.
Bütün bunlara ilim ve amelde riâyet edilir.
3. esâs: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sözlerini en iyi anlayan, hakîkatine ve inceliklerine en iyi vâkıf olan, içindeki sırları en iyi idrâk eden, vahyi ve tenzîli müşâhede eden, muâsırı olan, sohbetinde bulunan, hattâ gece-gündüz ondan ayrılmayan, sözlerinin ma’nâlarını anlamak, o sözlerle amel etmek ve kendilerinden sonrakilere nakl etmek için ve sözlerini dinlemek, anlamak, hıfz etmek ve yaymak için kollarını sıvayan Eshâb-ı kirâmdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbını, sözlerini dinlemeğe, anlamağa, ezberleyip yaymağa teşvîk etmişdir. Bu husûsda, (Benim sözümü işitip kavrayan, işitdiği gibi edâ eden kimseyi Allahü teâlâ ni’metlendirsin) buyurmuşdur.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbından dînin emrle- rini gizlemekle ithâm eden birinin olduğunu bir bilseydim. Hâşâ! Nü- büvvet makâmı bundan münezzehdir. Veyâ Eshâb-ı kirâm Resûlullahın kelâmını anlamamakla ve maksadını idrâk etmemekle ithâm olunur mu? Ve anladıkdan sonra onu gizlemekle ve sır olarak tutmakla ithâm olunur mu? Veyâ onlar, Resûlullahın emr ve nehylerini anlayıp, mükellef olduklarını bildikleri hâlde, kibr sebebiyle Ona muhâlefet ve amel yönünden Re- sûlullaha inâd etmekle ithâm olunurlar mı? Bu ithâmlar akllı bir kimsenin aklının alamayacağı şeylerdir.
4. esâs: Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” kendi zamânlarında, ömürlerinin sonuna kadar halkı bu gibi işlerde [müteşâbih sözlerde] araşdırma, inceleme yapmağa, te’vîle, tefsîre kalkışmalarına izin vermediler. Hattâ bu mevzu’lara dalanları, bu gibi şeylerden suâl soranları, dahâ sonra anlatırım diyenleri azarlamışlardır.
Eshâb-ı kirâm, müteşâbih sözler hakkında konuşmağı, araşdırmağı, dînî hükümlerin anlaşılmasında yardımcı olacağını düşünselerdi, elbette gece-gündüz kendilerini bu işe verirlerdi. Âilelerini, çocuklarını da teşvîk ederlerdi. Bu mevzu’daki esâsları te’sîs edip, kanûnlarını açıklamak için, ferâiz ve mîrâs taksîmi ile alâkalı konularda koydukları kâidelerin hâzırlanmasında kolları sığadıklarından dahâ fazla kollarını sığarlar, ya’nî çok çalışırlardı.
Kesin olarak bilmeliyiz ki, bu dört esâsdan anlaşıldığı üzere, hak olan, Eshâb-ı kirâm ve tâbi’înin “radıyallahü anhüm ecma’în” dedikleri, doğru olan yine onların görüş ve fikirleridir. Özellikle Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onları medh etmekdedir:
(İnsanların en hayrlısı benim zamânımda bulunanlardır. Sonra bunların arkasından gelenler, sonra bunların arkasından gelenlerdir) ve (Ümmetim 70 küsûr fırkaya ayrılacakdır. İçlerinden biri kurtulacakdır) buyurmuşdur. Onlar kimlerdir? diye sorduklarında, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) buyurmuşlardır. Ehl-i sünnet ve cemâ’at nedir, diye sorduklarında, (Şimdi Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyurmuşlardır.
b) Tafsîlî Delîl: Dahâ önce, hak olan selefin mezhebidir demişdik. Müteşâbih haberlerin zâhirî ma’nâlarında avâmı yedi vazîfe ile vazîfelendiren selef mezhebidir. Her vazîfenin hak olduğuna delîl olan burhânını da birlikde zikr etmişdik.
Keşki bilseydim muhalefet eden [bu yedi sözden] hangi sözümüze muhâlefet ediyor?
Avâmın üzerine vâcib olan, Allahü teâlâyı teşbîhden ve cisimlere benzetmekden münezzeh kılmakdır şeklinde olan birinci sözümüze mi?
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, Peygamber efendimizin murâd etdiği ma’nâda kavl-i şerîflerine îmân edip, tasdîk etmekdir şeklindeki 2. sözümüze mi?
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, müteşâbih ma’nâların hakîkatini idrâkden aczini i’tirâf etmekdir şeklindeki 3. sözümüze mi?
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, müteşâbihât hakkında suâl sormaktan ve tâkatinin ötesinde olan şeylere dalmamakdır şeklindeki 4. sözümüze mi?
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, zâhirî ma’nâları, ziyâde, noksan, cem’ ve tefrîk yaparak değişdirmekden dilini tutmakdır, şeklindeki 5. sözümüze mi?
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, kalbini Allahü teâlânın zikrinden ve aczi ile birlikde Allahü teâlâyı düşünmekden geri durmakdır, çekinmektir şeklindeki 6. sözümüze mi? Zîrâ onlara, “Hâlıkı değil, mahlûkları düşününüz” denilmişdi.
Veyâ avâm üzerine vâcib olan, Peygamberler, velîler, râsih ilimli âlimler gibi ma’rifet ehline teslîm olmakdır, şeklindeki 7. sözümüze mi?
Bunlar öyle işlerdir ki, beyânları burhânlarıdır. Hiç bir temyîz ehli onu inkâr edemez. Nerede kaldı ki, âlimler ve akıl sâhibleri onu inkâr etsinler. Çünki bunlar aklî delîllerdir.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız