Muhaddisler arasında ravi tabakalarının bilinmesi mühim meselelerden birini teşkil eder. Çünkü müteşabih isimlerin birbirine karışmasından emin, hadisin rivayetinde tedlis bulunup bulunmadığna muttali ve an’ane ile rivayetten kasdedilen manaya vakıf olmak, ancak bu tabakaların bilinmesiyle mümkündür.
Hadisçilerin ıstılahında tabaka kelimesi, aynı yaşlarda olan ve aynı şeyhlere kavuşan kimseleri şamildir. Bir şahıs, bazan iki sebep itibariyle iki tabakadan sayılır: Mesela Enes lbn Malik, Peygamberle sohbetinin sabit olması dolayısıyla Aşere-i Mübeşere tabakasına dahil olduğu gibi, yaşının küçüklüğü dolayısıyla da ‘Aşere”yi takip eden tabakadan addedilir. Bu itibarla sahabe, Peygamberle söhbetleri yönünden nazarı dikkata alındıklarında, hepsi de aynı tabakadan sayılır. Nitekim İbn Hibban ve diğer bazı müellifler, tabakaları bu yönden tesbit etmişlerdir. Fakat sahabeyi İslam’a girişlerindeki öncelik ve bazı gazvelere iştirak gibi fazilet ve üstünlüğü artırıcı sebepler yönünden mütalaa edenler, onları muhtelif tabakalara ayırmışlardır. Tabakat müellifi Ebu ‘Abdillah Muhammed İbn Sa’d da bu tarafa meyletmiştir. Kitabı, bu konuda telif edilen kitapların en genişidir.
Sahabeden sonra gelen tabi’unda da durum aynıdır. Onları, sadece bazı sahabeden hadis almaları yönünden mütalaa eden kimseler, yukarıda zikri geçen İbn Hibban’ın yaptığı gibi, hepsini de tek bir tabakadan saymışlardır. Fakat bazı sahabeye mülaki olmaları yönünden ele alanlar ise, Muhammed İbn Sa’d gibi muhtelif tabakalara ayırmışlardır.
Hadis ilminin mühim konularından biri de, ravilerin doğum ve ölüm tarihlerinin bilinmesidir. Çünkü bu sayede, bazı kimselerin, diğer bazılarına mülaki olmadıkları halde mülaki oldukları iddiasından emin olunur.
Diğer mühim bir konu, ravilerin doğup büyüdükleri ve yerleştikleri yerlerin bilinmesidir. Bu sayede, neseb yönünden ayrılsalar bile, iki ismin ittifakı halindeki karışılıktan emin olunur.
Diğer mühim bir konu, ravilerin cerh, ta’dil ve cehalet yönünden hallerinin bilinmesidir. Çünkü bir ravinin ya adaleti bilinir ve adil olduğuna hükmedilir; ya fıskı bilinir, fasık olduğuna hükmedilir; yahutta ravi hakkında bunlardan hiç bir şey bilinmez, yani ravi meçhul kalır. Cerh ve ta’dille ilgili bu konuların en mühimi ise, ravinin cerh ve ta’dil yönünden hallerine vakıf olduktan sonra, bu cerh ve ta’dilin mertebelerini bilmektir.Çünkü hadis imamları, bazan bir şahsı bütün hadislerinin reddini gerektirmeyen sebeplerle cerh ederler. Bunları daha önceki bahislerimizde zikretmiş ve on madde halinde geniş bir şekilde açıklamıştık.Burada, hadiscilerin ıstılahında bu mertebelere delalet eden lafızları bahis konusu edeceğiz.
Cerhin çeşitli mertebeleri vardır. Bunların en kötüsü ve en açığı, mübalağaya delalet etmek üzere ravinin ef’al veznindeki bir sıfatla tavsif olunmasıdır: Ekzebu’n-nas (insanların en yalancısı) gibi. Keza ileyhi’l-munteha el-vaz’u (hadis vaz’ında son mertebeye vasıl olmuştur), ve ve huve ruknu’l-kizbi (o kizbin-yalancılığın bir rüknüdür) tabirleri de bu mertebede yer alır.
Bundan sonra deccal, vazza ve kezzab tabirleri gelir. Her ne kadar bunlarda da mübalağa delalet eden bir mana varsa da, yukarıda zikrolunan mertebenin aşağısındadır.
Cerhe delalet eden tabirlerin en hafifi leyyinun, seyyi’u-l-hıfz ve fihi edna makal sözleridir.
Cerhin en şiddetli mertebesiyle en hafifi arasında apaçık mertebeler vardır. Metrukun, sakitun, yahut fahişu ‘l-galat, yahutta munkeru’l-hadis sözleri, za’ifun, yahut leyse bi’l kaviyy yahutta fihi makalun sözlerinden daha şiddetlidir. Hadis ilminde bilinmesi gerekli olan mühim konulardan biri de tadilin mertebeleridir. Ta’dile bu mertebelerin en yükseği ve en açığı,yine cerhte olduğu gibi, ravinin, mübalağaya delalet eden ef’al veznindeki tabirle tavsifidir: Ev şaku’n-Nas, yahut esbetu’n-nas, yahutta ileyhi’l-munteha fi’t-teşebbut gibi.
Ta’dilin ikinci mertebesi, ta’diİe delalel eden sıfatlardan birinin tekrarı, yahut bir başka sıfatla kuvvet kazanmasıdır:Sika sika, yahut sebtun sebtun, yahut sikatun hafızun, yahutta adlun zabtun ve buna benzer tabirler gibi.
Ta’dille ilgili mertebelerin en aşağısı, cerhin en hafifine yakın olduğu anlaşılan tabirlerle ifade edilir. Şeyhun, yurva hadisuhu, yu’tebenı bihi ve benzerleri gibi. Ta’dilin zikredilen bu mertebeleri arasında başka mertebeler de vardır.
Bu konu ile ilgili diğer bazı meseleleri,bahsin tamamlanması bakımından şöyle sıralayabiliriz:
Tezkiye, veya bir ravi hakkında hüsni şehadet,ancak bunun sebeplerini bilen kimselerden çıktığı zaman kabul edilir; fakat bu sebepleri bilmeyen ve tezkiyeye mümaresi bulunmayan kimselerin, ravinin hallerini tetkik etmeden ilk andakendilerine zahir olduğu şekliylemücerred tezkiyede bulunmamaları için bu gibi kimselerin tezkiyeleri makbul sayılmamıştır.
Aslında tezkiye; bir kişiden sadır olsa bile, sahih olan görüşe göre yine makbuldür. Fakat bu görüşe muhalefet eden bazı kimseler, tezkiyeyi şehadetten sayarak en az iki kişiden sadır olmasını şart koşmuşlardır. Halbuki tezkiye ile şehadet arasında fark vardır ve birincisi ravi hakkında hüküm menzilesinde olup adet şart koşulmaz. Şehadet ise, hakim huzurunda şahidden vaki olur ve bir şahidin tazkiyesinin, ikinci bir şahitle tezkiye edilmesi manasını taşır; bunun içindir ki, birincinin kabulü, onu takip eden diğer şahidlerin sayısına bağlıdır.
Eğer denilirse ki, ravi hakkındaki tezkiye, onu tezkiye edenin kendi içtihadına. yahutta başkalarından yaptığı nakle istinad etmesi dolayısıyle iki kısma aynlır ve bu kısımlar birbirinden farklıdır. Bu farklılık dolayısıyle de, yukarıda zikrolunan ihtimal ortaya çıkar. Çünkü birinci şıkta, ya- nı tezkiyenin içtihada müstenid olması halinde adet şart koşulmaz; zira burada müzekki hakim mevkiindedir. Halbuki ikinci şıkta, yani tezkiyenin nakle müstenid olması halinde mezkur ihtilaf ortaya çıkar. Buna cevaben denilir ki: Bu halde dahi müzekki sayısının şart olmadığı aşikardır. Çünkü lhadis rivayetinin aslında ravi sayısı şart koşulmamıştır; asıl böyle olunca, onun fer’i olan bir meselede de sayının şart olmadığı kolayca anlaşılır.
Cerh ve ta’dilin, adil ve müteyakkız kimselerden kabul edilmesi lazımdır. Bu sebeple cerhte ifrata giden ve bir hadisin reddini gerektirmeyen sebeplerden dolayı ravisini cerheden kimselerin bu türlü cerhleri, ravinin halindeki mücerred görünüşe istinad eden tezkiye gibi makbul değildir. Nitekim hadis ricalinin tenkidi hususunda tam bir tetkik ve tetebbu sahibi olan ez-Zehebi, bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Bu ilme mesup ulemadan iki kişi, ne zayıf bir ravinin tevsıkında, ne de sika olan bir ravinin tazyifinde kat’ıyyen birleşmemişlerdir.
Bundan dolayıdır ki, bir hadisin terki üzerinde bütün ulema ittifak etmedikçe, o hadisi terketmemek en-Nesai’nin mezhebi olmuştur. Bu ilimde cerh ve ta’dil ile meşgul olanların, işin kolay tarafına kaçmaktan çekinmeleri şarttır.
Eğer alim, bir şahsı, hakkındaki kanaatı kesinleşmeden tüdil ederse, sabit olmayan bir hükmü isbat etmiş kimse mertebesine düşer ve bu suretle onun, yalan olduğu zannedilen bir hadisi rivayet edenler zümresine girmesinden korkulur. Ve eğer bir şahsı ihtiyatsız cerhederse, bundan beri olan bir müslümana ta’netmiş ve üzerinde ilelebed kalacak kötü bir damga ile onu damgalamış olur.
Bu gibi afetler, insana, bazan nefsin kötü arzularına uymak ve fasid gayeler gütmekten dolayı arız olur ki, mütekaddimun çok defa bunlardan uzak kalmıştır. Bazan da bu afetler, itikadi ihtilafların bir neticesi olarak zuhur eder. Eskiden olduğu gibi, bugün de bunlar fazlasıyla mevcuttur. Halbuki akaid ihtilaflarından dolayı bir raviyi cerh etmemek lazımdır. Mubtedi’ın rivayetiyle ilgili bahislerde bu meselenin münakaşasını yapmıştık.
Cerh, sebeplerini bilen bir kimseden açık bir şekilde beyan edilmiş olarak sadır olursa ta’dile takdim edilir. Çünkü sebepleri açıklanmamış olan cerh, adaleti sabit olan kimse hakkında kadıh olamaz. Fakat cerhedilen kimse, bu cerhten önce ta’dil de edilmemişse o kimsenin cerhi, sebep- leri açıklanmamış bir şekilde mücmel olarak fakat bilen bir kimseden sadır olursa, sahih olan görüşe göre, kabul edilir. Çünkü hakkında ta’dil bulunmayan bir ravi mechul hükmündedir ve bu gibiler hakkında cerhedenin sözüyle hareket etmek, onu terketmekten evladır. İbnu’s-Salâh bun- lar hakkında tevakkufa meyletmiştir.
Hadis ilminde mühim sayılan hususlardan biri de, isimleriyle şöhret kazanmış olan kimselerin, bazı rivayetlerde künyeleriyle zikredildikleri zaman bir başka şahıs oldukları zannedilmemesi için isimleriyle birlikte künyelerinin de bilinmesidir.
Bunun gibi, bilinmesi gerekli diğer mühim konuları şöyle sıralayabiliriz:
1- Biraz önce zikredilen kısmın aksine künyeleriyle şöhret kazananlar.
2- Az olmakla beraber ismi, künyesi olanlar.
3- Künyeleri üzerinde ihtilaf bulunanlar.
4- Aralarında Ebu’l-Velid ve Ebu Halid olarak iki künyesi olan İbn Curaye gibi hadisçilerin de bulunduğu çok künyeli kimseler.
5- Sıfat ve lakabları çok olanlar.
Etba’u’t-tabi’inden Ebu İshak el-Medeni gibi, künyesi babasının ismiyle aynı olanlar. Bu kısmın bilinmesiyle, rivayeti, ravinin babasına nisbet ederek ahbarana İbn İshak diyen kimse hatalı görülüp doğrusunun ahbarana Ebu İshak olduğu iddia edilmez.
Yahut bunun aksine İshak İbn Ebi İshak gibi, ismi, babasının künyesiyle uygun olanlar.
İki meşhur sahabi Ebu Eyyüb el-Ensari ve Umm Eyyüb gibi, künyesi, zevcesinin künyesine uygun olanlar.
Şeyhinin ismi babasının ismiyle aynı olanlar. Er-Rabi’ İbn Enes ile şeyhi Enes gibi. Bütün rivayetler er-Rabi’ lbn Enes ‘an Enes isnadıyla gelir ve er-Rabi’ın, babası Enes’ten rivayet ettiği zannolunur. Nitekim Sahih’de vaki olan Amir İbn Sa’d’an sa’d isnadı böyledir ve Amir’in şeyhi olan Sa’d, aynı zamanda onun babasıdır. Halbuki diğer isnaddarı Rabı’ın şeyhi olan Enes onun babası değildir. Babası Bekri, şeyhi olan Enes ise Ensari olup meşhur sahibi Enes Bin Malik’tir. Er-Rabi’, Enes’in evladından değildir.
Babasından başka kimselere nisbet edilenler. El-Mikdad İbnu’l-Esved gibi. Burada el-Mikdad, el-Esvedu’z-Zuhri’ye nisbet edilmiştir; çünkü el-Mikdad onun evladlığıdır. Asıl nisbeti el-Mikdad İbn ‘Amr’dır.
Anasına nisbet edilenler. İbn Uleyye gibi. İsmi İsma’il lbn İbrahim lbn Miksem olup sikattandır. Uleyye, anasının ismidir ve bu isimle şöhret kazanmıştır. Ancak kendisi İbn Uleyye denilmekten hoşlanmazdı. Bu Sebeple eş-Şafi’i, ondan rivayetlerinde “bize, lbn ‘Uleyye denilen lsmail haber verdi” derdı.
İlk anda hatıra gelen ismin dışında bir şeye nisbet edilenler. Mesela el-Hazza bunlardandır. Hazza ayakkabıcı manasına gelir. İsmi Halid olan bu şahsın Hazza’a nisbet edilmesiyle; onun ayakkabı sanatına veya satıcılığına mensup olduğu anlaşılır; halbuki böyle değildir. Sadece onlarla düşüp kalktığı için onlara nisbet edilmiştir. Süleyman et-Teymi de böyledir. Aslında Benu Teym’den değildir; fakat onların arasına girmiş ve yerleşmiş olduğu için onlara nisbet edilmiştir. Keza ceddine nisbet edilerek ismi ismine ve babasının ismi mezkur ceddin ismine uygun olan kimselerle karışmasından emin olunamayan kimseler de bu kabildendir.
Kendi ismiyle babasının ve ceddinin ismi müttefik olanlar. El-Hasan İbnu ‘1-Hasan İbnu‘l-Hasan İbn Ali İbn Ebi Talib gibi. Bunun bazan daha çok uzağı da görülür. Bu kısım müselselin bir bölümüdür. Bazan da ravinin ismiyle babasının ismi, ced ve babasının ismiyle ittifak eder. Ebu’l Yemen el-Kindi gibi. Bu şahsın ismi Zeyd İbnu’l-Hasan İbn Zeyd İbni’l-Hasan’dır.
Kendi ismiyle şeyhinin ve şeyhinin şeyhinin, bazan daha gerilerdeki şeyhlerin isimleri müttefik olanlar, İmran an İmran isnadında olduğu gibi,
Birincisi el-Kasir sıfatıyle maruftur.
İkincisi Ebu ‘r-Reca el-Utaridi,
Üçüncüsü ise sahibi İbn Husayn’dır. Keza Süleyman an Süleyman an Süleyman isnadı da böyledir.
Birincisi Süleyman lbn Ahmed İbn Eyyüb et-Taberani,
İkincisi Süleyman İbn Ahmed el-Vasiti,
Üçüncüsü de lbni Bint Şurahbil ismiyle maruf Süleyman İbn Abdirrahman ed-Dımeşki’dir. Bazan ravi de babası ve ceddi ile ceddinin babası arasındaki ittifak, ravi ile şeyhi arasında beraberce vaki olur. Mesela Ebu’l-Ala el-Hemedani el-Attar’ın Ebu Ali el-lsbahani el-Haddad’tan rivayeti meşhur olup bu kabildendir. Her ikisinin ismi de el-Hasan İbn Ahmed İbni’l-Hasan İbn Ahmed’tir. Ve bu isimde ittifak etmişler, fakat künyede, belde ve sanata nisbette birbirlerinden ayrılmışlardır. Ebu Musa el-Medini, bu konuda mufassal bir cüz tasnif etmiştir.
Şeyhin ismiyle, kendisinden rivayet eden ravinin ismi rnülfriik olanlar. Bu kısmın kendine has bir güzelliği vardır. İbnu’s-Salâh bu konuya temas etmemiştir. Faydası, isnad da tekrar veya inkilab bulunduğunu zanneden kimselerden şüphenin kaldırılmasıdır. Misali el-Buhârî ‘nin Müslim’den v Müslim’in el-Buhârî’den rivayetidir. Aslında bu rivayette el-Buhârî’nin şeyhi olan Müslim, Müslim İbn İbrahim el-Firadisi el-Basri’dir. El-Buhârî’den rivayet eden Müslim ise, Sahih sahibi Müslim İbnu’l-Haccac el-Kuşayri’dir. Bunun aynısı Abd İbn Humeyd hakkında da vaki olmuştur. ‘Abd, Muslim lbn İbrahim’den, Müslim İbnu’l-Haccac’da Sahih’inde Abd’ten bu terceme ile bir hadis rivayet etmişti.
Kezn Yahya ibn Ebi Kesir’in Hişam’dan, Hişam’ın da ondan rivayeti bu kabildendir. Ancak, Yahya’nın şeyhi olan Hişam. Hişam lbn Urve olup onun akranlarındandır. Yahya’dan rivayet eden Hişam ise, Hişam İbn Abdillah ed Desteva ‘idir.
El-Hakem İbn Uteybe, İbn Ebi Leyla’dan, İbn Ebi Leyla da el-Hakem’den rivayet etmiştir. Şeyhi Abdurrahman İbn Ebi Leyla, talebesi ise, Muhammed İbn Abdirrahman İbn Ebi Leyla’dır. Bunun gibi misaller daha pek çoktur.
Hadis ilminde bilinmesi gerekli mühim konulardan biri de mücerred isimlerdir, İmamlardan bir gurup, bu konu ile ilgili çeşitli kitaplar telif etmişlerdir. İbn Sa’d’ın Tabakat’ında, İbn Ebi Hayseme ve El-Buhârî’nin Tarih’lerinde ve İbn Ebi Hatim’in el-Cerh ve’t-ta’dil’inde olduğu gibi bazıları hiç bir kayda tabi olmaksızın ravi isimlerini toplamaya çalışmışlar; el-lcli, İbn Hibban ve İbn Şahin gibi bazı imamlar yalnız sıkatı toplamakla iktifa etmişler; İbn Adiy İbn Hibban gibi bazıları da yalnız mecruhları bir araya getirmişlerdir. Bazı imamlar ise, belirli bir kitabın ricalini toplamayı gaye edinmişler; mesela Ebu Nasr el-Kelabazi, el-Buhârî’nin ricalini, Ebubekr İbn Mencüye, Müslim’in, el-Fazl İbn Tahhir, hem el-Buhârî hem de Müslim’in ricalini beraberce, Ebu Ali el-Ceyyani, Ebu Dâvud’un ve et-Tirmizi’nin, Mağrib imamlarından bir gurup en-Nesai’nin, Abdu’l-Gani el-Makdisi, Kitabu’l-Kemal adıyle Sahihan, Ebu Dâvud, et-Tirmizi, en-Nesai ve İbn Mace’den ibaret olan Kutubi Sitte ricalini toplamışlardır. El-Mizzi, Kitabu’l-Kemal’i tehzib ederek Tehzibu’l-Kemal ismini vermiştir. Biz de bu kitabı telhis ile ona bir çok şey ilave ettik ve Tehzibu’t-Tehzib adını verdik. Bu kitap ihtiva etitği ilavçlerle birlikte aslın üçte biri kadardır.
Hadis ilminin bilinmesi gerekli mühim konularından bir diğeri müfred isimlerdir. Hafız Ebubekr Ahmed İbn Harun el-Berdici, konu ile ilgili bir kitap tasnif etmiş; ancak bu kitapta zikrettiği bazı isimler, diğer bazı müelliflerin itirazlarına uğramıştır. Bu isimlerden biri Suğdi İbn Sinan olup zayıf ravilerdendir. Okunuşu sad harfinin zammıyledir; bazan sin harfiyle değiştiği de olur. Bundan sonraki harfler harekesi sakin ayn, dal ve nisbet ya’sı gibi bir ya’dır. İsim, neseb lafzıyle alem ismi olup müfred değildir. Nitekim İbn Ebi Hatim Kitabu’l-Cerh ve’t-Ta’dil’inde Suğdi el-Kufi’yi ve Yahya İbn Ma’in’in onu tevsikini zikretmiş, aynı zamanda, bununla daha önceki ismi ayırdederek öbürünün zayıf olduğunu belirtmiştir.
El-Ukayli ise, Tarih’inde Katade’den rivayet eden Suğdi İbn Abdillah’ı zikretmiş ve hadisinin gayri mahfuz olduğunu söylemiştir. Zannıma göre bu şahıs, İbn Ebi Hatim’in zikrettiği şahıstır. El-Ukayli’nin onu Du’afa’dan addetmesi, ondan naklettiği bir hadis dolayısıyledir; fakat asıl afet bu şahıstan değil, belki ondan rivayet eden Anbese İbn Abdirrahman yönünden gelmektedir.
Ca’fer vezniyle gelen Sender ismi de, müfred isimler cümlesindendir. Sender, Zinba el-Cuzami’nin mevlası olup Peygamberle sohbeti ve ondan rivayeti vardır. Ebu Abdillah olarak künyelendiği meşhurdur. Sender ismi, müfred isimlerdendir ve bildiğimize göre ondan başkası bununla isimlendirilmemiştir. Bununla beraber, İbni Mende‘nin Ma’rifetu’s-Sahabe adlı kitabı üzerine yazdığı zeylde Ebu Musa, SenderEbu’l-Esved ismiyle ondan bir de hadis zikretmiştir. Ancak Ebu Musa’nın bu görüşüne itiraz edilerek bu Sender’in, İbn Mende’nin zikrettiği Sender olduğu ve mezkur hadisi de, Muhammed İbnu’r-Rabi el-Cizi’nin Mısır’a gelen sahabilerin tarihinden bahsederken Zinba’ın mevlası Sender’in tercemesinde rivayet ettiği söylenmiştir. Biz de bu hususu sahabeyle ilgili kitabimızda beyan etmiş bulunuyoruz.
Hadis ilminde bilinmesi gerekli konulardan diğer bazıları da, isimlerde olduğu gibi, mücerred ve müfred künyeler; bir afet veya meslek sebebiyle olan ve bazan isim, bazan da künye lafızyle gelen lakablar; müteahhırına nisbetle mütekaddimunda daha çok görülen kabilelere mütekaddimuna nisbetle müteahhirunda daha çok görülen ve belde, karye, mahalle veya komşuluk tabirlerinden daha umumi olan vatana, terzilik gibi sanat ve bezzaz gibi meslek kollarına nisbet edilmek suretiyle ortaya çıkan neseblerdir. Bazan neseblerde, isimlerde olduğu gibi hat yönünden ittifak, fakat nutk veya telaffuz yönünden ihtilaf görüldüğü gibi, bazan da bir nesebin, lakab olarak ortaya çıktığı görülür. Mesela Halid İbn Mahlad el-Katvani bunlardandır. Bu şahıs, aslında Kufe’li olup, Katvani tabiri, kendisinin de hoş karşılamadığı lakabıdır.
Keza bu lakabların ve batini zahirinin hilafına olan neseblerin sebeplerini; yüksek dereceden olan, yani köle azad eden ve efendi manasında kullanılan mevla (cem-i: mevali) ile aşağı mertebeden olan, azadlı, yahut anlaşmalı, yahutta birisi eliyle lslam’a giren ve köle manasında kullanılan mevaliyi bilmek de, hadis ilminde gerekli görülen hususlardandır.
Ali İbnu’l-Medeni gibi bazı kudemanın, hakkında kitap tasnif ettikleri ihve ve Ahavat (erkek ve kız kardeşler) meselesi ile hadis rivayet ve semainda şeyh ve talibin adabı da aynı derecede mühim konulardandır. Bu ikincisinde gerek şeyh ve gerekse talib, niyetlerin düzeltilmesinde, dünyevi gayelerden arınmada ve ahlakın giizelleştirilmesin de birbirinden ayrılmazlar; yani bunlar, her ikisi için de müşterek olan adabdandır. Fakat kendisine ihtiyaç hasıl olduğunda şeyhin talibe hadis rivayet etmesi de, şeyhe ait adabtan sayılır. Şu var ki şeyh, yaşadığı şehirde kendisinden daha üstün bir başka şeyh varsa rivayetten sakınır ve talibe o şeyhi tavsiye eder. Talibin fasid bir niyeti bulunsa bile hadis rivayetini terketmez.
Keza şeyhin rivayet sırasında temiz olması, mecliste vakar ile oturması, ayakta aceleyle ve muztar kalmadıkça yolda rivayet etmemesi, hastalık veya ihtiyarlık dolayısıyle rivayetinde hata yapmaktan, yahut unutkanlıktan korktuğu zamanlarda rivayeti terketmesi, imla için meclis topladığında uyanık müstemli seçmesi de şeyhe taalluk eden adabdandır.
Talibe taalluk eden adab ise, onun, şeyhi tazim ve tebcil etmesi, onu sıkacak veya rahatsız edecek sual veya hareketlerde bulunmaması, şeyhten işittiği hadisler için başkalarını irşad etmesi, haya veya büyüklenme sebebiyle hadis sema’ını terketmemesi, iştiği hadisi tam olarak yazması, takyid ve zabta itina göstermesi, hıfzettiği hadisin zihninde iyice yerleşmesi için onu müzakere etmesidir.
Hadis ilminde mühim sayılan diğer bir konu, hadis tahammül ve edasının başlangıç itibariyle muteber sayıldığı yaş haddidir. Sahih olan görüşe göre, sema yolu ile tahammülde temyizin, yani çocukta ayırt etme kabiliyyetinin oluşuna itibar edilir.
Muhaddisler arasında cari olan adete göre, çocukları beraberlerinde hadis meclislerine götürürler ve “falan mecliste hazır bulundu” diye yazarlardı. Ancak çocuklarm, bu şekilde, meclislere devam ederek işittikleri hadisleri rivayet edebilmeleri için musmi olan şeyhin bir icazeti bulunması gerekir. Hadis talebinde muteber yaşın en doğrusu, çocuğun bu iş için ehil olduğu yaştır.
Kafirr olan kimsenin hadis tahammülü de, İslam’a girdikten sonra rivayet etmesi halinde caizdir, Keza fasık olan bir kimse de, kafire nisbetle evla olarak, tövbe ettikten ve adaleti sabit olduktan sonra rivayeti caiz olur.
Eda veya rivayet ise, daha önce de zikredildiği gibi, muayyen bir zamanla değil fakat buna ihtiyaç ve ehil bulunmakla mukayyed olup, şahıslara göre değişir. İbn Hallad, elli yaşına gelmiş bir kimsenin hadis rivayetine tam ehil olduğu, bununla beraber kırk yaşında da rivayete başlasa bunun inkar edilmeyeceğini söylemişse de, Malik gibi bazı kimselerin, kırk yaşından önce rivayet ettikleri ileri sürülerek İbn Hallad’a itiraz edilmiştir.
Hadis ilminde diğer mühim bir konu da, hadis kitabetinin sıfatı olup, hadisi açık bir hat ile yazmak, muğlak olan kelimeleri harekelemek, yahut harfleri noktalamak, satır için de yazılması unutulmuş bir kelimeyi, satırın devamı varsa sağ kenara, yoksa sol kenara yazmakıan ibarettir.
Keza, musmi olan şeyhle, yahut güvenilir bir başka kimseyle, yahutta kısım kısım olmak üzere kendi kendine hadisi mukabele etmekten ibaret olan arzın sıfatı;
Yazı yazmak, konuşmak ve uyuklamak gibi şeyhi dinlemeye mani olan hallere düşmemekten ibaret bulunan sema’ın sıfatı;
Yine bunlarla birlikte, rivayetin, hadisi işittiği kendi nüshasından, yahut bu asıl nüsha ile mukabele edilmiş bir başka nüshadan yapılması, bu mümkün olmadığı takdirde her hangi bir nüshadan, fakat ziyade ve noksanlıklar dolayısıyle vaki olacak nüsha ihtilafları için şeyhten mutlaka icazet alarak yapılmasından ibaret olan isma veya tahdisin sıfatı;
Önce kendi beldesindeki şeyhlerin hadislerini toplayıp bunları tamamladıktan sonra, yanında olmayan hadisleri toplamak için seyahata çıkmak ve dolaştığı şeyhleri çoğlatmaktan ziyade, şeyhlerden topladığı hadisleri çoğaltmaya itina göstermekten ibaret olan rihletin sıfatı;
Topladığı hadisleri, ya her sahabinin müsnedi olarak İslam’a giriş sıralarına göre, veya kullanış bakımından daha kolay olan alfabetik sıraya göre tertip, yahutta fıkhi veya diğer bablara göre ve her babda, o babın isbat ve nefiy yönünden hükümüne delalet eden hadisleri tasnif etmekten; veya bu tasnifi, hadislerin metin ve isnadlarını zikredip ravilerinin ihtilaf ettikleri noktaları göstermek suretiyle illetlerine göre yapmaktan; yahutta hadisleri, bakıyyesine delalet etmek üzere bir taraflarını zikredip ya bütün isnadlarını, yahutta belirli bir kitaba bağlı kalarak yalnız o kitapta zikredilen isnadları biraraya getirip atraflar halinde toplamaktan ibaret olan tasnifin sıfatı, hadis ilminde bilinmesi gereken mühim konulardandır.
Nihayet, hadisin sebebi vürudunu da bu konular arasında zikretmek lazımdır. El-Kadı Ebu Ya’la İbn Ferra’nın şeyhlerinden Ebu Hafs el-Ukberi, sebeb-i vürüdla ilgili bir kitap tasnif etmiş, şeyh Takiyyud-Din ibn Dakiki’l-İd’de, her halde biraz önce ismi geçen el-Ukberi’nin tasnifini görmemiş olacak ki, bazı muasırlarının bu konu ile ilgili haberleri toplamaya başladıklarını zikretmiştir.
Hadis uleması, kitabımızın “Sonuç” kısmında zikrettiğimiz çeşitli konularla ilgili olarak bir çok kitap tasnif etmişlerdir. Ancak biz, bu kısımda konuların mücerred tariflerini vermekle iktifa edip misal vermek lüzumunu hissetmedik. Bu itibarla, her bir konunun aslına vakıf olmak için daha mufassal kitaplara müracaat etmek gerekir.
Muvaffakiyyet ve hidayet yalnız Allah’tandır. O’ndan başka İlah yoktur. Yalnız O’na dayanır, O’na güveniriz.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız