Allahü teâlâ için niyeti hâlis etmek islâmın sünnetindendir. Resûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Allahü teâlâ buyurdu ki: «İhlâs, sırlarımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine tevdî ederim» buyurmuştur. İhlâsın hakîkati, tâatlerde riyâyı terk etmektir. Hadâik’te böyle diyor. Niyetsiz amel olmaz. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâ, sözü ancak amel İle, ameli ve sözü de ancak niyet ile kabûl eder» buyurdu. Şerhü’l-Hatîb’de böyle diyor. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Ameller ancak niyetler İledir» buyuruldu.
Su hadîs-i şerîfi Ömer (radıyallahü anh) rivâyet etmiştir. İbâdetler ancak niyet ile kişiye mâl olur. Bir kimsenin niyeti dünyâ için olursa, amelinin semeresi dünyadaki şeyler olur. Niyeti âhiret sevâbı veya Rabbinin nzâsı olursa, bunlara kavuşur. Kulun niyeti her işinde hayır, hidâyet ve Allah nzâsı için olmalıdır. Sıdk ve ihlâs içinde niyet etmeğe gayret etmelidir. Çünki mü’minin amelsiz niyeti, niyetsiz amelinden hayırlıdır. Amele riyâ, gösteriş karışabilir. Niyet riyâdan ve nifakdan arınmıştır. Hâlis niyet ile sâlih amel işlendiğinde, niyet, fazîlet bakımından amelin kendisinden şereflidir. Amel beden gibi, niyet ruh gibidir. Mü’min, niyetsiz ameline sevab alamaz. Nitekim hadîs-i şerîfde: «Niyeti olmayan kimseye ecir, sevab yoktur» buyurdu. Niyetin amelden hayırlı olması, bir amel için çok sayıda niyet yapılabildiği içindir. Böylece ameldeki niyetin mikdarınca sevaba kavuşulur. Amelde niyet gibi bu kat kat artma yoktur. Meselâ mescidde oturmak bir ameldir. Bu amel için 7 türlü niyetten biri veya birkaçı bir arada düşünülebilir. İ’tikâf etme niyeti. Namazı bekleme niyeti. Kalb meşgûliyetlerinden sıyrılma ve halvet niyeti. Allahü teâlâ’nın evini ziyâret niyeti. Zikir ve Kur’ân-ı kerîm okuma niyeti. Kulak, göz ve dili mâlâyânîden koruma niyeti. Zikr ile mescidi İmâr niyeti. Yine denildi ki niyetde, amelden çok hayır vardır. Gücü, kuvveti, malı, parası olmadan yalnız niyet ile sevaba kavuşulur. Fakir olduğu halde, köle âzâd etmeği, mal ve para sadaka vermeği düşünmek böyledir. Rivâyet edilir ki, Eshâb-ı kirâmdan biri (radıyallahü anhüm) mühim bir yerde bir köprü yapmağa niyet etmişti. Fakat daha önce bir yehudî köprüyü yaptırdı. Bu haber o sahâbiye birkaç sahâbî ile otururken bildirildi. Sahâbî buna çok üzüldü. Hazret-i Ömer de o toplulukta idi. Sahâbîyi ‘teselli ederek; «mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır» buyurdu. Ya’nî o kâfirin amelinden daha İyidir. Ancak bu sözün Boston’da açıklandığı gibi, Sadr-ı nübüvvetten çıktığı, sonra diğer darb-ı mesel, atasözü gibi dilden dile dolaştığı anlaşılmaktadır.
Niyeti dürüst, doğru, hâlis ise sadaka, namaz, hac ve ömreye niyet eden kimseye, bunları yapmasa da sevab yazılır. Şeyhu’l-vâfî, mürşidi’l-kâfî, zeynü’l-milleti veddîn Havâfî Vesâyâ kitâbında diyor ki: Cüneyd-i Bağdâdî (kuddise sirruh) fakirlere hitâb ederek: «Siz Allahü teâlâ’yı tanıyor ve onu kerîm biliyorsunuz. Bakınız! Boş geçirdiğiniz vakitlerde Allahü teâlâ ile ne haldesiniz?»
Kulun bütün vakitlerini ibâdetle geçirmesi mümkündür. Yeme içme, uyuma, hanımı ile birlikte olma, konuşma ve diğer bütün hareketler düzgün bir niyet ile tâat olur. Çünki ameller niyete göredir. Meselâ lezzetlenmek için değil de, ibâdete kuvvetlenmek için yiyip içmek, rahat etmek için değil de, yorgunluğunu gidererek daha büyük arzu ve iştiyâk ile ibâdet etmek için uyumak, şehveti için değil de, harama düşmemek ve sâlih bir çocuğun dünyaya gelmesine sebeb olmak için hanımının hakkını îfâ etmek sevabdır. Bunun gibi helâl lokma yemek için her meslek ve san’atdaki çalışmalar, düzgün niyet ile olursa, ibâdetdir. Böyle hâlis niyetlerle elde edilen sevabiar sâyesinde Kıyâmet günü terâzinin iyilik kefesi ağır gelir. Bir hadîs-i şerîfde geldi ki: «Bir kul, Kıyâmet günü dağlar gibi büyük iyilikleri İle getirilir. Bir münâdî, falan kimsede hakkı dan varsa gelsin, alsın! diye nldâ eder. İnsanlar gelir, İyiliklerinden alırlar. Hiçbir iyiliği kalmaz. Kul hayrette kalır. Rabbi ona: «Senin için yanımda bir hazine vardır. Meleklerim ve mahlûklarımdan hiç kimse onu bilmez» buyurur. Kul, yâ Rabbl! O nedir diye sorar. Allahü teâlâ: «Niyetindlr. Hayır ve iyilikler İçin yaptığın nlyyetleri yetmiş kat yazdım» buyurur.» Şerhü’l-Hatlb’de böyle diyor
Çok kere kati, zinâ ve benzeri günahlarda, günâhı yapan ile yapılmasına râzı olan ve o günâh işi yapmak isteyen günahda ortak olur. Hadîs-l şerîfde: «Bir günâhın yanında bulunup onu çirkin gören kimse, orada bulunmamış gibi olur» buyuruldu. Bir günâhın yanında bulunmak, tesadüfen veya iş îcâbı bulunduğu yerde cereyan etme şeklindedir. Yoksa kasden günâh işlenen yerde bulunmak İhyâ’da yazıldığı gibi yasak edilmiştir. «Bir kimse günâh İşlenen yerde bulunmasa fakat yanılmasına nzâ gösterse, orada hazır olmuş gibi olun. Hadîs i şerîfde: «Yaptıkları işlerinden dolayı bir kavmi benimseyen, seven kimse, onların yaptıklarını yapmasa bile, onlarla birlikte haşr ve hesâb olunun» buyuruldu.
Niyet büyük, önemli bir iştir. Kulların işlerinin medarıdır. Kıyamet günü herkes niyetlerine göre haşr ve hesâb olunup sevab ve ıkâb olunurlar. Niyete göre cezâ olunması her yerde değil, birkaç husus? yerdedir.
Musannif (rahmetullahi aleyh) niyetin önemini belirtmek için mutlak mânada söylemiştir. Isrâiliyyât’da rivâyet edildi ki: Bir adam aç iken kumluk bir yerden geçiyordu. Kendi kendine, eğer bu kumlar yiyecek olsaydı, herkese taksîm ederdim dedi. Allahü teâlâ zamanın peygamberine vahy ile bildirdi ki, «Falan kimseye söyle: Kumlar hakkındaki iyi niyetini Allahü teâlâ beğendi, sadakasını kabûl etti ve ona kumlar kadar çok sevab bağışladı».
Sâlim bin Abdullah, Ömer bin Abdülâzize yazdı ki: Allahü teâlâ’nın kuluna yardımı, niyeti mikdarınca olur. Niyetini tamam yapana Allahü teâlâ’nın yardımı tam olur. Eğer niyeti noksan olursa, noksanlığı kadar yardım azalır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) buyurdu ki: Kıyâmet günü insanlar niyetlerine göre haşrolunurlar. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâ İçin koku sürünen kimse Kıyâmet gününe miskden daha güzel kokulu halde gelir. Allahü teâlâ’dan başkası için koku sürünen ise kıyâmet gününe leşden daha kötü koktuğu halde gelir» buyurdu. Selefden bâzıları amelleri öğrendikleri gibi niyet etmesini de öğrenirlerdi. Denildi ki: Bir adam vardı. Âlimleri dolaşır, kim bana bir amel gösterir ki, devamlı Allahü teâlâ’ya ibâdet edeyim, gece ve gündüz bir an bile Rabbime ibâdetten geri kalmayayım derdi. Âlimler buna şu cevabı verdiler: Sen dilediğini buldun. Gücün yettiği kadar hayır işle. Geciktirdiğin veya terk ettiğin amelleri de yapmayı arzula. Cünki hayırlı amele niyet eden, onu yapmış gibidir.
İsâ bin Kesîr (rahmetullahi aleyh) dedi ki: Meymûn bin Mihrân ile yürüyordum. Evinin kapısına gelince, ben ayrıldım. O sırada oğlu ona. beraberindekini akşam yemeğine davet etmiyor musun? dedi. Buna cevaben Meymûn, açık söyliyeyim öyle bir sâdık, hâlis niyetim olmadı dedi.
İyilikler ve kötülükler niyetlerine göre farklı olurlar. Niyet düzgün ve samimî ise az bir amele çok sevab verilir. Tersi de doğrudur. Diri, âkil ve bâliğ olan kimsenin ameli, hayvanların işlerinden niyet ile ayrılır. Hayvanların işlerine âhiretde sevab terettüp etmez. İbâdet, âdetten, fâideli iş, boş ve abes işlerden niyet ile ayrılır. Kenzü’l-ebrâr’da diyor ki: Her amelin işlenişinde dört şeye ihtiyaç olduğu bilinmelidir.
1) Başlamadan evvel o işi bilmeğe ihtiyaç vardır. Yoksa o işin bozulması yapılmasından çok olur.
2) İşe başlama ânında niyete ihtiyaç vardır. Yoksa o işden sevab kazanamaz. Cünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Niyet etmeyen kimseye sevab yoktur» buyurdu.
3) İşe başladıktan sonra sabr etmeğe ihtiyaç vardır. Yoksa o işin noksan kalması, bitirilmesinden çok olur.
4) Teslimi zamanında Allahü teâlâ’ya ihlâsa da ihtiyaç vardır. Yoksa yaptığı iş kabûl edilmez, red edilir.