Ziyâfet, yanî misâfir ağırlamak, islâmın sünnetlerindendir. Hadîs-i şerîfde: «Misâfir rızkı ile gelir, ev sâhibi mağfiret edilmiş olarak döner» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «Bir kimsenin sofrası kurulu olduğu müddetçe melekler onun için istiğfâr ederler» buyuruldu. Bir başka hadîs-i şerîfde de: «Avlusunda sabahlasa da, misâfir hakkı, her müslümana vâcib olan bir hakdır. Bu hak, ev sâhibi üzerine borçtur. Dilerse borcunu, bu dünyâda öder, kurtulur. Dilerse öbür dünyâya bırakır, bundan sorumlu olur» buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, borcunu dünyada ödemesini emir ve teşvîk etmektedir. Sözün üslûbundan anlıyan, böyle olduğunu açıkça bilir.
Bir hadîs-î şerîfde de: «Misâfir girmeyen eve, melek de girmez» buyuruldu. Ziyâfet veren, misâfir ağırlıyanların ilki ve meşhuru İbrâhim aleyhisselâmdır. Kendisine misâfirler babası adı verilmiştir. Çok ziyâfet verdiği, çok müsâfir ağırladığı için bu isimle anılmıştır. Nitekim, hayrı, iyiliği çok’ olana ebü’l-hayr, hayır babası denir.
İbrâhim aleyhisselâm. bir ev yaptırmış, dört tarafında, yanî doğu, batı, kuzey ve güneyinde birer kapısı vardı. Yemek yemek istediği zaman, misâfir aramak için, hayvanına biner, birkaç mil mesâfeden, yemek yedirecek insan arardı. Misâfir gelmeyince orucunu açmazdı. Bundaki niyetinin doğruluğundan olacak ki, meşhedinde, bu âdet, bugüne kadar devam ediyor. 3’den 10’a, 10’dan 100’e kadar kişi, her gece orada vemek yemektedir.
Sünnetlerden biri de, misâfirinin elinden tutup, güler yüzle yüzüne bakarak evine sokmaktır. Misâfirine, elinden geldiği kadar rıfk ve lûtufla muâmele eder, ikramda, hürmette bulunur. Evzâî’ye, misâfire ikram nasıl olur? dediklerinde: «Ona karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmakla» buyurdu.
HİKÂYE: Ömer’e (radıyallahü anh) bir misâfir geldi. Hazret-i Ömer kalkıp, ikrâm için ona, kendisi hizmet etti. Sebebini, sorduklarında, yanî niçin siz kalktınız, bir hizmetçiniz ikramda bulunsaydı, ne olurdu? dediklerinde: Resûlullahdan (sallâllahü aleyhi ve sellem) duydum: «İçinde misâfir bulunan evde, melekler ayakta dururlar» buyurdu. Meleklerin ayakta durup, benim oturmamdan hayâ ederim dedi. Bunu Hulâsa’da bildiriyor.
Evde bulduğu şeyi bolca ikrâm eder. Kendi için saklamaz. Kabûlün hakkını verir; dâvetine icabet ettiği için, ona minnet ve teşekkür bildiren sözler söyler, misâfir olarak gelişini, kendisi için dünyâ ve âhirette bunu, şeref ve ni’met bilir. O da mukabilinde iyi davranır, tatlı sözler, güzel ifâdelerle hitâb eder.
Misâfire, hâzır bulunan yiyecek ve içecekleri ikramda acele eder. Cünki yemeği acele ikrâm etmek, misâfire hürmettendir. İmam Gazâlî (rahimehullah), Allahü teâlâ’nın: «İbrahim aleyhisselâmın Allah katında şerefli misâfirlerlnin haberi sana geldi mi?» âyetinin mânalarından biri de budur, diyor. İbrâhim aleyhisselâm onlara yemek ikrâmında acele etti. Nitekim Allahü teâlâ Hûd sûresi 69. âyetinde: «İbrâhim aleyhisselâm onlara, aleyküm selâm dedi ve hemen gidip, kızartılmış bir buzağı getirdi» buyuruyor.
Hâtem-i Esam (kuddise sirruh) buyurur: 5 yer hâriç, acele etmek şeytandandır. Çünki bu şeyde acele, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sünnetidir. Bunlar, misâfire ikrâm, ölüyü techîz, kızı evlendirmek, borçları ödemek ve günahlardan tevbe etmektir. Bunlarda acele edilir.
Misâfirlerin çoğu hâzır olup, belirtilen sâat geldiği halde, 1-2 kişi gelmemiş ise, hâzır bulunanlara yemek yedirmek daha iyidir. Ancak geç kalan fakîr ise, yâhud kalbi kırılacaksa, yemeği geciktirmede bir mahzûr yoktur.
Yemeği misâfirin önüne getirir, kendisi onunla oturmaz. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm böyle yapardı. Yemek ve içmek faslında bunu geniş olarak bildirmiştik. Oradan bakılabilir.
Misâfirin önüne koyduğu çok yemeği isrâf saymaz. Yemek faslında geçtiği gibi, Allah için olan şey, çok olsa da isrâf olmaz. Âlimlere göre, Allah için olmayan şey, harcama, ikrâm az olsa da, israf sayılır. İmam Fahreddîn-i Râzî (rahimehullah) anlatır: Birisi hayra çok para harcardı. Kendisine, israfda hayır yoktur dediklerinde, «Hayra harcamada isrâf yoktur» cevabını verdi.
Misâfir için yaptığı masrafı hesablamaz. Böyle hesablamak, bahillik, cimrilik alâmetlerindendir. Bunun ise sonu pişmanlıktır.
Misâfire, içinde şübhe bulunmıyan halâl, temiz yemek ikrâm eder. Yanî din kardeşlerine takdîm edilecek, en uygun yemek sunar. En iyi kaplar, tabaklar, kâseler içinde verir. Çeşitlerin en lâtîfini takdîm edip, herkesin arzû ettiğini yiyebilme imkânını temin eder. Zenginlerin âdeti, şehvetin tahrîki için önce ağır, sonra da hafif yemekler yemektir.
Bu ise, sünnete uymamaktadır. Çünki bu, çok yemek yemek için bir hiledir. İhyâ’da da böyle diyor.
Misâfire, gücünün dışında külfet etmemeli, onu gücendirmemelidır. Ayrı ayrı 3 defadan fazla, «ye!» dememelidir, Misâfir sıkılgan ise, yâhud utanıyor ise, güler yüz, tatlı sözle teklif etmelidir. Allah aşkına ye ve benzeri zorlamalara dînimiz izin vermiyor. Çünki bu, misâfire eziyet verir, onu gücendirir. Misâfiri gücendiren, kızdıran, Allahü teâlâ’yı kızdırır. Allahü teâlâ’yı kızdıran ise, Cehenneme gider.
Hükemâdan birini, bir kimse davet eder. Dâvetini 3 şartla kabûl ederim der: Birincisi bana zehir yedirmiyeceksin. İkincisi senin çok sevdiğin, fakat benim sevmediğim birini yanımda oturtmıyacaksın. üçüncüsü, beni zindanda oturtmıyacaksın. Bu şartları kabûl etti. Hakîm evine gelince, onun yanına küçük bir çocuk oturttu. Yemeği getirip, yemesi için ona ısrar etti. O da çıkıp gitmek istedi. Ev sahibi, bir müddet daha durun deyince, hakîm: Sen verdiğin sözü bozdun, şartları gözetmedin dedi. Bunlar Bostan kitâbında yazılıdır.
Takvâ ve İbâdet ehlini dâvet eder. Fâsıkları ağırlamaz. Çünki fâsıkı yedirmek, onu fısk ve günâhına devam etmesi için kuvvetlendirmek olur. Nitekim takvâ sâhibini yedirmek, ona tâatinde yardım etmektir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), kendisini dâvet eden birine: «Yemeğinizi iyiler yesin» buyurmuştur. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ancak takvâ sâhibinin yemeğini yeyiniz ve yemeğinizi, ancak takvâ sâhibi olan yesin» buyurdu.
Bir günlük yiyeceği bulunsa da, misâfiri yemekte kendine tercîh eder. Yanî kendinden önce ona yedirir. Buradaki kendine sözü, kendine ve çoluk çocuğuna demektir. Bir hakîm, bir yere dâvet edilir. Dâvetini kabûl ettim, ama üç şartla: «Yemekte tekellüf etmiyeceksin, zulm etmiyeceksin, bir de hiyânet etmiyeceksin» der. Tekellüf, külfet etmek demek olup, yanında, evinde bulunmıyan şeyi alıp ikrâm etme zahmet ve masrafına girmiyeceksin; hiyânet, yanında olanı esirgeyip ikramdan alıkoymıyacaksın; zulm de. elinde olan, evinde bulunan herşeyi misâfire verip, çoluk çocuğunu yedirmemek olup, bundan kaçınacaksın demektir.
Birisi, hazret-i Alî’yi (radıyallahü anh) yemeğe dâvet etti. «3 şartla kabûl ederim: Birşey satın almak için çarşıya gitme; evinde olanı esirgeme; çoluk çocuğunu aç bırakma» buyurdu. Bostan ve İhyâ’da böyle diyor.
Misâflrlerin hizmetini kendi eli ile yapıp, ev halkına bırakmaz. En önce evinde bulunan en kıymetli yemeği takdîm eder. İbrâhim aleyhisselâm böyle yapmıştı.
Hangi yemeği seversiniz, istersiniz! Size ne pişireyim demekte mahzur yoktur. Hattâ pişirebileceği yemek çeşitlerini sayıp, herkesin arzûsuna uygun yemek ikrâm etmiş olur.
HİKÂYE: Konuksever, mürüvvet sâhibi birisi, yemek çeşitlerini yazar ve gönüllerini hoş tutmak için misâfirlere arz ederdi. Âlimlerden biri, sofra kuranın, ikrâm edip, çeşitli yemekler bulundurması hoş olur. Çünki insanların tabiatleri de çeşitlidir. Bunun gibi, Allahü teâlâ, onların istek ve arzûlarına göre Cennette 10 çeşit şey bildirmektedir:
1. fırka, toprak, manzara hayranlarıdır. Allahü teâlâ onlar için: «Altlarından nehirler akan Cennetler» buyuruyor.
2. fırka, giyimi kuşamı sevenlerdir. Allahü teâlâ onlar için: «Cennetteki elbiseleri ipektir» buyuruyor.
3. fırka, ziyneti sevenlerdir. Haklarında: «Orada, altın bilezikler takarlar» buyuruyor.
4. fırka, yemeği sevenlerdir. Onlar için: «İstedikleri cinsten kuş etleri» buyuruyor.
5. fırka, içmeyi sevenlerdir. Bunlar için: «Orada onlara katkısı zencefil olan dolu kadehden içirilir» buyuruyor.
6. fırka, hizmet olunmayı sevenlerdir. Bunlar için: «Etraflarında döner kendilerine âid, sedeflerinde saklı inciler gibi hizmetçiler» buyuruyor.
7. fırka, mağfireti sevenlerdir. Onlar için: «Sizi, mağfiret etmek için çağırıyor» buyuruyor.
8. fırka, câriyeyi sevenlerdir. Bunlar için; «Sedefteki inciler gibi hizmetçiler» buyuruyor.
9. fırka, rızâ istiyenlerdir. Onlar için: «Allahü teâlâ’nın rıdvânı (rızâsı) en büyüktür» buyuruyor.
10. fırka, arzûları, Allahü teâlâ’yı görmek olanlardır. Onlar için Yûnus sûresi 26. âyetinde: «İmân edip güzel amel işliyenlere Cennet ve bir de Allah’ın cemâlini görmek var» buyuruyor. Hâlisa’da da böyledir.
Evinde bulunan yiyecek ve içeceklerden ve sebzeden takdîm eder. Sebze, yeşillik sofrada müstehabdır. Yeşillik bulunan sofranın yanında melekler bulunur demişlerdir.
Sofrada kırılmış ekmek, kemiklerinden ayrılmış et, ince tuz ve tabaklara konuş yemekler bulundurur.
İhyâ’da diyor ki: Evvelkilerin sünnetlerindendi: Sofraya her çeşit yemeği birden getirirler, yemekleri sofra üzerine dizerler, herkesin istediğinden yemesini kolaylaştırırlardı. Çeşitli yemekleri bulunmayıp, bir çeşit yemek bulunursa, misâfirler, onunla kanâat edip, daha iyisini beklemezler. Birisi anlattı: Bir gurüb hâlinde, bir ziyâfette idik. Kelle kebabı ve kurutulmuş et ikrâm edildi. Hepimiz yemeden, onlardan sonra gelecek başka çeşit yemek beklerken, sofra kaldırıldı ve leğen getirildi. Başka yemek verilmedi. Birbirimize baktık. Yaşlılardan biri, şaka olsun diye, «Allahü teâlâ bedensiz baş yaratabilir» dedi. O gece aç yattık. Çorba ve diğer yemekleri sahur için bekledik.
Bunun için her çeşit yemek hazırlamak, yâhud evimde şu yemekler vardır diye bildirmek müstehabdır.
Yemekteki tertîb şöyledir: En önce meyva getirilir. Çünki tıb bakımından uygun olan budur. Yemekleri hazm etmede etkindir. Bunun için mi’dede en altta bulunması iyidir. İmam Gazâlî (rahimehullah), Kur’ân-ı kerîmde, meyvenin öne alınması hakkında, Vâkıa sûresi 20 ve 21. âyetlerinde: «Seçtikleri meyvelerle ve arzû ettikleri kuş etleri ile hizmetçileri etraflarında dolaşırlar» buyuruyor.
HİKÂYE: Misâfiri hizmet ettirmek mürüvvetsizlik olur. Ömer bin Abdülâziz’e (rahimehullah) bir gece bir misâfir geldi. Kendisi yazı yazıyordu ve kandil ikide bir sönüyordu. Misâfir, kandili düzelteyim de, sönmesin dedi. Ömer bin Abdülâziz, kendisi düzeltti ve: «Misâfirine iş yaptırmak, kişinin keremine yakışmaz» buyurdu. Öyleyse hizmetçiyi uyandırayım dedi. «Hayır, o şimdi uyumuştur» deyip, kendisi kalktı, yağdanlığı aldı ve kandile yağ doldurdu. Misâfir, ey mü’minlerin emîri, siz kendiniz bunu nasıl yaparsınız? dedi. Ne var! Kandile yağ almağa kalktığım zamanda Ömer idim, dönüp geldiğimde gene Ömer’im. İnsanların en hayırlısı, Allahü teâlâ katında alçak gönüllü olandır buyurdu. Bunu İmam Gazâlî (rahimehullah) bildirmektedir.
Sofraya ekmekleri tek olarak koyar. Nitekim, «Allahü teâlâ tekdir, teki sever» buyuruldu.
Ev sâhibi, misâfirlerle beraber sofraya oturmuş ise, önce kendisinin elini uzatıp, yemeğe başlaması ve sonunda da, herkesten sonra yemekten el çekmesi sünnettir. Yanî ev sâhibi, misâfirlerden önce elini yemekten çekmez. Çünki misâfirler, ondan sonra yemeğe utanırlar. Misâfirlerde gevşeklik, durgunluk, yemekte zevksizlik görürse, onları yemeğe teşvik ve tergîb eder. Büyüklerden biri, sofraya çeşitli yemekler koyup, misâfirlerini diledikleri kadar yemeleri için serbest bırakırdı. Misâfirler yemekten kalkacakları sırada, diz çöküp, elini yemeğe uzatıp yer ve bir yandan, «Bismillâh, bana yardım edin, Allahü teâlâ bereketinizi çoğaltsın» derdi. Selefin hoşuna giderdi.
Misâfire ettiği hizmet ve çektiği zahmetin karşılığını Allahü teâlâ’dan bekler. Yemeğe dâvet ettiklerini, Allah için dâvet eder. Gösterişten sakınır. Desinler için yemeğe insan dâvet etmez. Öğünmek için de etmez.
Misâfiri için uygun olmıyan kimseyi, müsâfirin yanına sokmaz. Yalnız zenginleri çağırıp, fakirleri mahrûm etmez. Bir evden, sadece babayı çağırıp, büyük oldukları halde oğlunu veya kardeşini çağırmamaziık etmez. Çünki bu, cefâdır. Arkadaş, akraba ve tanıdıklarda da buna dikkat eder. Zira birini çağırıp, diğerini çağırmamak, çağrılmıyanları üzer. Gelmesi zor olanları dâvet etmez.
Süfyân (rahimehullah) buyurur ki: «Dâvete icâbeti hoş görmeyen, beğenmiyen kimseyi yemeğe çağıran bir günâh kazanır.» Çağrılan istemiyerek, dâvete giderse, iki günah kazanır. Çünki onu istemediği halde yemek yemeğe mecbûr etmiştir.
Dâvette önceliği ilimde üstün, yaşta büyük olana verir. Sünnete aykırı olan şeyleri misâfire ikrâm etmez. Misâfire meşakkat verecek şeyi de ikrâm etmez. Misâfir, yanında bulunduğu müddetçe, onun için namaz vakitlerine dikkat eder. Çünki misâfir, vakti bulmada yanılabilir, yâhud dalgınlığa gelebilir.
Misâfire gece lâzım olan, lâmba, kibrit, misvâk, terlik, abdest suyu gibi şeyleri, onun için hazırlar, odasına koyar. Ev sâhibi, müsâfire bir şey vermek için, sormaz, «filân şeyi ister misiniz?» demez. Çünki bu tür muâmele, nezâketsizlik ve aşağılık olur. Hilkati düşük, nefsi bahîl olanlar bunu yapar.
Sevrî (rahimehullah) buyurur: «Din kardeşin seni ziyâret edince, «Birşeyler yer misin?», «Size birşey takdîm edeyim mi?» deme! «Takdim et, önüne getir. Yerse yer; yemezse kaldırırsın.» Ev sâhibi, misâfirini yedirmek istemezse, yemek çıkarması gerekmez. Sofiyye-i aliyyeden biri buyurdu ki: «Evinize fakirler gelirse, onlara yemek verin; fakîhler gelirse onlardan dînî mes’eleler sorun; kârîler, Kur’ân-ı kerîm’i ezber bilen kırâet âlimleri gelirse, onlara mihrâbı gösterin.»
Misâfire yemek verince, yanında su da verir. El yıkamaya başlayınca, meclisin sağ tarafında bulunandan başlar. Yemekten önceki bu el yıkamada küçüklerden başlar. Büyüklerin küçükleri beklemesi doğru olmaz. Yemekden sonraki el yıkamada ise, kendilerine saygı için büyüklerden başlar.
Misâfirlerinin yanından bir an olsun ayrılmaz. Misâfirlerden birine birşey verip, birine vermemezlik etmez. Ev sâhibi, misâfirlerden bâzısı ile sessizce konuşmamalıdır. Diğerlerinin kötü zannına sebeb olabilir.
Misâfirlerin yanında susup durmaz. Konuşup, yabancılıklarını ve sıkılganlıklarını giderir. Misâfirlerle kendine ve onlara fâideli şeyler konuşur. Çünki fâidesiz sözde bir hayır yoktur.
Ev sâhibi, misâfirlerinin yanında, hizmetçisine ve kendi ev halkına bağırmaz, kızmaz, sert davranmaz Asık suratlı da durmaz. Lâmba sön- se de, bunlardan birini döğmez ve koğmaz. Yüksek sesle konuşmaz, bağırmaz. Çünki Allahü teâlâ Duhâ sûresi, 10. âyet-i kerîmesinde: «Dilenciyi azarlama» buyuruyor.
Hıyarı, kavun, karpuz gibi yiyecekleri kestiği zaman, önce kendisi tadar, sonra misâfirlere ikrâm eder.
Yemek hâzır olunca, misâfirleri bekletmez. Bu da, kendisinin yemeğe el uzatması ile başlar. Çünki misâfirleri bekletmek, kabalık ve aşağılık alâmetidir.
Bostan kitâbında diyor ki: «3 şey vardır, insanı verem eder. Yavaş yürüyen elçi, ışık vermiyen lâmba, misâfirlerin yemek sofrasını beklemeleri.»
Yemeği bitirince, misâfirlerinin evlerine dönmelerine müsâade eder. Onlar çıkmak isteyince, engel olmaz. Allahü teâlâ Ahzâb sûresi 53. âyetinde: «Yemeği yeyince hemen dağılın» buyuruyor.
Misâfirler çıkarken, ev sâhibi onları kapıya kadar geçirir. Çünki bu da müsâfire ikramdandır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Misâfir ağırlamanın sünnetlerinden biri, misâfirleri kapıya kadar geçirmektir» buyurdu.
Hasan-ı Basrî (rahimehullah) buyurur: «Din kardeşini teşyi’ edeni, (kapıya kadar geçireni), kıyâmet günü, Allahü teâlâ, Arşının altından gönderdiği meleklerle, Cennete yolcu eder.» İhyâ ve Şerhü’l-hutab’da da böyle diyor.
Âlimlerden biri der ki: Yer yaratılmadan önceki yeri, su idi. Arş ise suyun üzerine kurulmuştu. Allahü teâlâ. Arşa, göklerin üstüne çıkmasını emr etti. Arş yerine çıktı. Yükselirken, Kâ’benin bulunduğu yerdeki su Arşı teşyi’ için yükseldi, peşinden gitti. Allahü teâlâ’nın dilediği kadar onunla beraber yükseldi. Allahü teâlâ, suya, yerine inmesini emr etti. O zaman su, Arşa: Allahü teâlâ beni geri yerime döndürmeseydi, seni yerine kadar teşyi’ ederdim dedi. Bu hareketinden ötürü, Allahü teâlâ, bu suya, vahyetti ve: «Sen Arşa ikrâmını yaptın ve onu benim için teşyi’ ettin. Bunun için, senin bulunduğun yeri, (yanî Kâ’be’yi), en üstün yer eyledim, bütün insanların kıblesi, hâcet ve isteklerini dileme yeri yaptım» buyurdu. Bunun için Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Misâfirini yedi adım geçirene, Allahü teâlâ Cehennemin 7 kapısını kapatır. 8 adım geçirirse, Allahü teâlâ ona 8 Cennet kapısını açar ve dilediği kapıdan girer» buyurdu. Hâlisatü’l-hakâik’te de böyle yazıyor.
Misâfirler eve girerken, ev sâhibi, yol göstermek için, önden yürür. Uğurlarken ise, onlara hürmet için, buyurun deyip, misâfirleri öne geçirir.
Sünnetlerden biri de, garîb. yanî kimsesizi ve fakîri 3 gün misâfir etmektir. Daha çok tutarsa, sadaka sevabı alır. Yanî misâfiri 1. gün ve gecesi ağırlamak müekked sünnettir. 2. ve 3. gün, evinde ne varsa, buna bir şey ilâve etmeden, yedirmelidir. Eğer bunlara bir ilâve ederse, sadaka sevâbı alır. Esasında bunu isterse yapar, isterse yapmaz. Şerh-i mesâbîh’de de böyle yazıyor. Sonra garîb veya fakîre, bir gün ve gecelik kendisine yetecek para veya yiyecek verir.
Misâfirlerini yolcu ederken, onlara: «Kerem ettiniz, şeref verdiniz. Allahü teâlâ, size, benim tarafımdan hayırlı karşılıklar versin!» der. Hadîs-i şerîfde: «Misâfirlerini, kapıya kadar geçirmek sünnettir» buyuruldu.
Misâfirlerine ni’met ve hürmeti dünyâ gibi yağdırsa da, gene yaptığını az görür, kendini kusurlu bulur. Misâfirlere yaptığını başlarına kakmaz. Onlardan karşılık ve teşekkür beklemez.
DA’VETE İCÂBET: İslâm haklarından biri de, dâvete icâbettir. Hadîs-i şerîfde: «Dâvete icâbet etmiyen, Allahü teâlâ’ya ve Resulüne âsî olmuş olur» buyuruldu. Bir kimse, din kardeşinin dâvetini red etmez. Din kardeşine, henîen leke = âfiyet olsun demezsin. Çünki bu, Cennet ehli içindir. Ona, Allahü teâlâ, bize ve size tayyib, halâl yemek ihsân etsin dersin
Bahîlin yemeğine icâbet etmez. Hadîs-i şerîfde: «Cömerdin yemeği şifâ, bahîlin yemeği hastalıktır» buyurdu. Yapmacık ve göstermelik için olan yemeğe de gitmez. Böyle dâvete gitmek sünnet değildir. Yalan olmıyan, sebebler ileri sürerek reddeder.
Şarab, içki içilen sofraya oturmaz. Sofrada yemekten sonra içki içilirse, gene oturmaz. Fâsıkın yemeğine de gitmez.
Yemeğe icâbet ederken, kalbinden Allah için diye niyet eder. Mü’min kardeşini sevindirmek için dâvete gider. Nefsinin arzûlarını tatmin için gitmez. Dünyânın çeşitli yollarını bilmeli, icâbetteki niyetini düzeltmeli, yanî âhiret için niyet etmelidir. Bu da, din kardeşinin kalbini sevindirmeye niyet etmekle olur. Bunda da, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir mü’mini sevindiren, Allahü teâlâ’yı sevindirir» hadîsine uymağa niyyet eder. Aynı şekilde, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir paça için bile dâvet ediisem, giderim» hadîs-i şerîfi ile de amel etmiş olur. Allahü teâlâ’ya karşı günâh işlemekten de kaçınmağa niyyet eder.
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dâveti kabûl etmiyen, Allahü teâlâ’ya isyân etmiş olur» hadîs-i şerîfi ile de amel etmeye niyyet eder. Ve yine mü’min kardeşinin ikrâmına niyyet eder. Bununla, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Mü’min kardeşine ikrâm eden, Allahü teâlâ’ya ikrâm etmiş olur» hadîs-i şerîfine uymuş olur. Bu hadîslerin hepsi İhyâ’da bildiriliyor.
Misâfir, ev sâhibinin gösterdiği yere oturur. Çünki ev sâhibi, evinin gizli şeylerini daha iyi bilir. Misâfir, misâfirliğe gittiği evin hiçbir şeyini ayıblamaz. Ancak Allahü teâlâ’nın haram kıldığı şeyler olmuşsa bundan dolayı ayıblayabilir. Misâfir, dâvet edildiği evin durumundan da sormaz. Çünki aldığı cevabda, sıkılacak birşey olur da, utanabilir.
Misâfir, sağına soluna bakmaz, ev sâhibine sıkıntı vermekten, onu külfete sokmaktan çekinir; takdimi zor olan şeyi ısrarla ondan istemez. Tuz ve su dışında, canının istediği şeyleri ev sâhibine bildirmez.
HİKÂYE: A’meş’in ebû Vâil’den bildirdiği haberinde der ki: Bir arkadaşımla gidiyorduk. Süleyman’ı ziyâret ettik. Bize arpa ekmeği ve iri tuz getirdi. Arkadaşım, «bu tuzun içinde kekik de olsaydı, ne iyi olurdu?» dedi. Bunun üzerine Süleyman dışarı çıktı, matarasını (su kabını) rehin verip, kekik aldı. Yeyince arkadaşım: «Bize verdiği rızka, bizi kanâat ettiren Allahü teâlâ’ya hamd olsun» dedi. Bunun üzerine Süleyman: «Verilen rızka kanâat getirseydin, benim su kabım şimdi rehinde olmazdı» cevabını verdi.
Din kardeşine zorluk vereceğini, külfet edeceğini düşündüğü zaman, birşey istemekten sakınmak söz konusudur. Bunu, yeme ve içme sünnetleri bahsinde, Za’ferânî ile İmam Şâfiî arasında cereyân eden bir lâtife ile, geniş olarak anlatmıştık. Oradan bakılabilir.
Önüne konan yemeği ayıblamaz. Meselâ yemeğin tuzu çok oldu veya az oldu gibi lâflar etmez. Yemek iyi olmasa da, iyi değildir demez, beğenmemezlik etmez, bir paça bile olsa. Ev sâhibi de, evde bulunan şeyleri misâfirlere takdîm etmelidir. Evinde olan şeyler, iyi olmasa da, ikrâm etmekten utanmaz. Bu hareketi, tekellüf olup, men edilmiştir. Enes bin Mâlik ve diğer sahâbe (aleyhimürrıdvân), evlerinde bulunan kuru ekmek parçaları ve sert hurmadan hâzır olanları ikrâm ederlerdi. «Evinde bulunan az ve aşağı şeyi misâfirlere ikrâm etmenin mi, yoksa bunu beğenmeyip misâfire vermiyenin mi günâhı daha çoktur bilmiyoruz» derlerdi. Bunu İmam Gazâlî (rahimehullah) bildirmektedir.
İkrâm edilen sütü ve güzel kokuyu red etmez. Verilen minder, ipek değilse, onu da almamazlık etmez. Zemzem suyunu da geri çevirmez. Ev sâhibine, emretmez. Ev sâhibinin yanında çok oturmaz, izin isteyip çıkar. Ev sâhibi veya başkası ile sohbete koyulmaz. Çünki ev sâhibinin, ekseriya işi olur ve bu sohbetle bunu yerine getiremez olur. Ancak ev sâhibi alıkoyarsa, o zaman oturup konuşmakta bir mahzûr yoktur.
Misâfirliğe gidecek olanın, evinde biraz yiyip gitmesi daha sağlam bir yoldur. Böyle yapmakla, misâfirlikteki yemesi, daha rahat ve güzel olur. Ev sâhibinin izni ile, yâhud yanında olmadan yemeğe başlamaz. Ev sâhibinin izni olmadan bir başka misâfire birşey ikrâm etmez. Hadîs-i şerîfde: «Bir kimseye yemeğe gidip, Allah’a ısmarladık demeden ayrılan, hırsız olarak girmiş, yağmacı olarak çıkmış olur» buyuruldu.
Ev sâhibinin izni olmadan, yanında kimseyi ziyafete götürmez. Sofradan birşey alıp götürmez. Çünki o, yenmek için konmuş olup, alıp saklamak için takdîm edilmemiştir. İhyâ’da der ki: Yemekten artanları, misâfirler alamaz. Bu harekete, insanlar, «aşağılık» ismini verirler. Ancak ev sâhibi, artanların alınmasına açıkça izin verirse o zaman alınabilir. Bu böyle açıkça kalben memnun olduğunu ifâde etmekle anlaşıldığı gibi, hâlinden, buna sevinecek diye anlaşılan bir karîne ile de bilinebilir. Hoşlanmıyacağını zannediyorsa, almamak lâzım olur. Hoşuna gideceğini bilirse, adâlete ve arkadaşlarla beraber eşit almağa riâyet eder. Herkesin kendisine mahsus olanı alması, yâhud arkadaşının severek râzı olduğunu alması, utandığı için ses çıkarmadığını almaması gerekir.
Misâfirliğe yavaş yürüyerek vekarlı bir halde gider. Acele ve ihtirasla gitmez. Aynı zamanda, iki kişi, kendisini dâvet ederse, hadîs-i şerîfde: «2 kişi birden dâvet ederse, kapısı yakın olana icâbet et! Çünki kapısı daha yakın olan hakda daha önce gelir» bildirildiği üzere, evi yakın olana gider. Dâvet edenler komşulukta aynı mertebede ise, böyledir. Değillerse, hangisini daha çok seviyorsa, elbette ona gitmesi öncelik kazanır.
Misâfir, dâvette, evinde yediği kadar yer, insaf ve adâletin gereği budur. Biraz daha fazla yiyebilir. Ama evde yediğinden az yemesi, hiyânet ve nifak olur. Eserde böyle gelmiştir. Zâhidlerden biri, dâvetten evine dönmüş ve yemek istemişti. Akıllı bir oğlu vardı. Babasına, «babacığım, hükümdarın ziyâfetinde idin ne, niçin orada yemedin?» dedi. Onun yanında doğru dürüst birşey yiyemedim dedi. Bunun üzerine oğlu, namazını da yeniden kıl, çünki onun yanında ind-i İlâhîde makbûl doğru dürüst bir namaz da kılmadın dedi. Bunu Şeyh Sâdî (rahimehullah) bildirmektedir.
Yemek yedikten sonra, misâfirin ev sâhibine: Evinizde oruçlular iftar etsin; yemeğinizi iyi insanlar yesin; melekler sizi rahmetle ziyâret etsin; yâhud bunun yerine, melekler üzerinize rahmetle insin, diye duâ etmesi sünnettir.
HİKÂYE : Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Sa’d bin Ubâde’den (radıyallahü anh) evine girmek için izin istedi ve: «Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü» buyurdu. Sa’d (radıyallahü anh). Ve aleykümüsselâm ve rahmetullahi ve berekâtühü dedi. Resûlullah işitmedi ve ayrı ayrı 3 defa bu selâmı tekrarlardı. Sa’d de 3 defa selâmını aldığı halde, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) işitmedi. Resûlullah kapıdan döndü. Arkasından Sa’d (radıyallahü anh) yetişti ve: Yâ Resûlâllah! Babam ve anam sana fedâ olsun! Verdiğin selâmların hepsine cevab verdim. Ama yavaş söyleyip sana duyurmadım. Bana çok selâm vermeni ve bereketli duâ etmeni çok sevdiğim, çok istediğim için böyle yaptım dedi. Sonra eve girdiler. Sa’d (radıyallahü anh) kuru üzüm getirdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) yedi. Bitirdikten sonra: «Yemeğini iyiler yesin; melekler senin için mağfiret dilesinler; evinde oruçlular iftar etsinler» buyurdu. Mesâbîh’de de böyle diyor.