GÖZ DEĞMESİ = NAZAR: Göz değmesi hakdır. Buna inanmak da sünnettir, ya’nî dînimizin îcâbıdır. Cünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Göz değmesi hakdır» buyurdu. Hakîkate ermiş âlimler, bunu da yaratan Allahü teâlâ’dır, ama yapan, teşebbüste bulunan başkasıdır. Yaratmasına sebeb olan, o kul, yanî gözü değen kimse, yaptığından mes’uldür. Bâzıları da, gözü değen kimsenin gözünden, zehirli bir kuvvet çıkıp, baktığı şeye ulaşır, onu helâk eder, bozar dediler. Nitekim bâzı yılanların böyle olduğu söylenmiştir.

Şunu da bilmek gerekir ki, göz değmesi, yalnız insanlara mahsus değildir. Cinlerden de meydana gelir. Onların gözlerinin süngüden daha keskin olduğu söylenmiştir. Ümm-i Seleme (radıyallahü anhâ) anlatır: Resûlullah, evimde yüzü sararmış bir câriye gördü ve: «Bunu çarpmışlar, bunda göz değmesi vardır» buyurdu. Bununla, cin tarafından göz değmesi olduğunu murâd eylemiştir. Şerh-i Mesâbîh ve Meşânk’da da böyle diyor. Sonra Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kaderi, kazâyı geçecek bir şey olsaydı, göz değmesi olurdu. Çünki nazar isâbeti, insanı kabre, deveyi tencereye sokar» buyurdu.

Nazarı önleyen sebeblerden biri, hazret-i Osman’ın (radıyallahü anh), güzel bir çocuk gördüğü zaman: «Göz değmemesi için, bu çocuğun çene çukurunun olduğu yeri siyâha boyayın» buyurduğu ile amel etmektir. Tarla ve üzüm bağlarında, ölmüş hayvan kafatası asmak, bulundurmak da bu kabildendir dediler. Cünki bakanın bakışında kötülük, ilk bakışta, ona alır, şiddetini kaybeder ve tesiri görünmez.

Bu önleyici sünnetlerden biri de, gözü değen kimsenin yıkandığı veya abdest aldığı su ile, kendisine nazar değmiş olanın yıkanmasıdır. Peygamber efendimizden (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle bildirilmiştir.

Ebû Ümâme bin Sehl bin Hanîf (rahimehullah) anlatır: Âmir bin Rebî’a, Sehl bin Hanîfi yıkanırken gördü. Bedeni çok hoşuna gitti ve gözü değdi. Sehl, sar’a tutmuş gibi, bu göz değmesinden yere yıkılıverdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) gelince, yâ Resûlâllah, siz de Sehl’e yarayacak birşey var mı? Vallahi başını kaldıramıyor dediler. Resûlullah: «Ona nazar değmiştir, kimden şübhe ediyorsunuz» buyurdu. Âmir bin Rebîa’dan dediler. «Onu çağırın» buyurdu. Âmir geldi. Ona çıkışarak: «Sizden biriniz kardeşini öldürür. Gördüğünde, göz değmemesi için, niçin, Allah mübârek etsin demedin» buyurdu. Sonra da: «Onu yıkayın» buyurdu. Bunun üzerine Âmir, yüzünü, ellerini, dirseklerini, topuklarını ve ayaklarının yanlarını ve izârının içini bir kabda yıkadı ve bu suyu Sehl’in üzerine döktü. Hemen kendine geldi, kalktı onlarla beraber gitti. İzârının içindekinde sözünde bir mahzur yoktur. Bâzıları, bundan maksad zekerdir, bâzıları uyluklardır, bâzıları ise, izârın, yanî iç çamaşırının altında ona temas eden sağ tarafıdır dediler. Şerh-I Mesâbîh’de de böyle diyor.

Sünnetlerden biri de, çok beğendiği bir şey görüp, nazar etmekten korkan kimsenin: «Mâşâallahü lâ kuvvete illâ billâh» demesi ve hemen ona: «Bârekâilahü fîke ve aleyke» deyip bereketle duâ etmesidir.

Bir hadis-i şerîfde, hastalığın bir başkasına muhakkak geçmeyeceği bildirilmiş ve: «Adva, Hâmme ve Safer yoktur» buyurulmuştur. Advâ, hastalığın başkasına sirâyet etmesi demektir. Hâmme, öldürülen kimsenin (bâtıl inanışa göre) başından çıkan ve intikam istiyen baykuştur. Arablar, islâmdan önce, öldürülüp de, intikamı alınmıyan kimsenin ruhunun bir baykuş olup, kanatlarını kabrine yaydığını ve, beni sulayın, sulayın beni, diye öttüğüne, intikamı alınınca da uçup gittiğine inanırlardı.

Şerh-i Mesâbîh’de ise: Eski arablar, ölünün kemikleri çürüyüp eriyince, bir baykuş olup kabirden çıktığına, dolaşıp, ölüye ehlinden haber getirdiğine inanırlardı diyor. Hâmme, yanî ölü baykuşu yoktur sözü ile, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle bir şey olmadığını belirtmiştir.

Şafer ise, yine o bâtıl inanışa göre, insanın içinde bulunup, acıktığı zaman, ciğerini ısıran bir yılandır. Mesâbîh şerhinde diyor ki: O, insan ve hayvanların içinde bir yılan olup, onlara eziyyet verir ve acıktığı zaman onları sokar. Bundan muradları, câhiliyye devrinde, Muharrem ayını Safere ertelerler ve onu da Şehr-i haramdan sayarlar, Muharrem ayında harb ederler, onun yerine Safer ayında savaşı keserlerdi. Kimi de, câhiliyye zamanında arablar, Safer ayını uğursuz sayarlardı; Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Safer yoktur sözü ile, bunların yanlış olduğunu, asılsız, uydurma şeyler olduklarını beyân etmiştir.

Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), «hastalık ille geçer diye birşey yoktur» buyurunca, bunun aksine ancak câhiller inanır. Ancak sünnetlerden biri de hastalardan uzak durmaktır. Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle buyurması, sağlam bir kimsenin, Allah tarafından kendine gelen bir hastalığı, kazâ ve kadere bağlamayıp, muhakkak birisinden geçmiştir demesi ve bununla günâha girmesinden çekindiği içindir. Yoksa bâzı hastalıklardan kaçmağa işâret etmiş ve: «Cüzzâm hastalığına yakalanmış olandan arslandan kaçar gibi kaçın» buyurmuştur. Resûlullah, cüzzamlıların bulunduğu bir vâdiden geçerken, «Çabuk geçin» buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, hastalıkların bir kısmı sâridir, onlardan kaçmak lâzımdır. Yanî sebebe yapışıp, muhakkak geçeceğini Allahü teâlâ’nın izni ve yaratması ile bilmek lâzımdır. O dilerse, sirâyet ettirmez.

Bir hadîs-i şerîfde: «Cüzzamlılara devamlı ve keskin bakışlarla bakmayın. Sizden biriniz onunla konuşmak isterse, kendisiyle onun arasında bir mızrak boyun mesâfe bulunsun» buyuruldu. Rivâyet edildiğine göre, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir meczûmun, yanî cüzzamlının elini tutup, yanına oturtmuş ve: «Buyur ye! Allah’a güvenim ve tevekkülüm tamdır» buyurmuştur.
Adamın biri, hazret-i Ömer’e (radıyallahü anh) ayağındaki nekrîsden şikâyet etti. Ömer (radıyallahü anh), öğlen sıcağında yürürsen, bundan kurtulursun buyurdu.

Hazret-i Ömer’in oğlunun (radıyallahü anhümâ) gözü ağrıyordu. Acı bir ilâç damlattı, iyileşti.

Halef bin Hammâd (rahimehullah) der ki, gözüm ağrıyordu. Alî bin Mûsâ Radi (radıyallahü anh) beni gördü ve: «Sana bir şey öğreteceğim, yaparsan gözünden şikâyetin kalmaz» buyurdu. Başüstüne, buyurun, dedim. «Her perşembe günü bıyığından biraz al» buyurdu. Emrettiği gibi yaptım. Bir daha gözüm ağrımadı. Bunu Ünsü’l-vahîd kitâbında bildiriyor.

Göz ağrısı için en iyi çâre, Mushafa bakmaktır. Cünki Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), Cebrâil aleyhisselâma, gözüm ağrıyor deyince, Mushaf’a bakmasını buyurur.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler