HASTA MÜ’MİNLERİN SÜNNETLERİ

Bu hususda duâlar ve tıbbî bakımdan tedâvî şekilleri vardır. Bostan kitabında diyor ki: Bazıları rukye ve tedâvîyi hoş karşılatmamıştır. Delil olarak da şu hadîs-i şerîfi gösterir: Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Ümmetimden 70.000 kişi hesabsız olarak Cennete girer» buyurdu. Bu esnâda Ukâşe (radıyallahü anh): Yâ Resûlâllah, duâ edin de, Allahü teâlâ beni onlardan eylesin dedi. Resûlullah, ona duâ etti. Sonra bir başkası daha kalkıp, bana da duâ edin, ben de onlardan olayım dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Bu hususta Ukâşe seni geçti» buyurdu ve evine girdi.

Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân), aralarında, Cennete, hesapsız kimlerin gireceğini konuşmağa başladılar. Kimi, dağlamıyanlar, muska takmıyanlar, uğursuzluğa inanmıyanlar ve Allahü teâlâ’ya tevekkül edenlerdir dedi.

İmrân bin Hasîn’in (radıyallahü anh) şöyle dediği rivâyet olunur: Biz nûru görür, meleklerin seslerini duyardık. Dağlama ile tedâvi yaptırınca, hepsi kesildi.

Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh), hind eriği ve benzeri ilâçları bilmiyenlere, Allahü teâlâ merhamet eylesin, dedi.

Lâkin âlimlerin çoğu ilâç kullanmağı câiz görmüşlerdir. Delil olarak da, Süfyân bin Uyeyne’nin (rahmetullahi aleyh): Şâhid oldum ki, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), hastalandığımız zaman, ilâç kuilansak, günâha girer miyiz? dediklerinde: «Tedâvi olun, ey Allah’ın kulları! Cünki Allahü teâlâ, şifâsı olmayan hastalık yaratmamıştır» buyurduğunu ve İbni Mes’ud’un (radıyallahü anh), Allahü teâlâ gönderdiği her hastalığa, şifâ, çâre de gönderir. Ancak ölüm ve ihtiyarlık hâriçtir. İnek sütü için, çünki bütün ağaçların karışımındandır söylediğini delil getirmektedirler. Tedâvîyi yasaklayan haberler, bu hadîs-i şerîflerle nesh edilmiştir.

Hastanın ilk işi, hastalığını ni’met bilmektir. Bir hadîs-i şerîfde : «Allahü teâlâ bir kulunu severse, iniltisini işitmek için, ona hastalık verir» buyuruldu. Yine buyurdu: «Sıhhatli kişiler, derd görmiyenler, kıyâmette derd ve belâ ehline ihsân olunan sevabları görünce, dünyada iken cildlerinin makasla doğranmış olmasını temenni ederler.»

Enes’in (radıyallahü anh) bildirdiği uzun hadîs-i şerîfde şöyle buyuruldu: «Kıyâmet günü olunca, amel işliyenler getirilir. Namaz kılanların, oruç tutanların, sadaka verenlerin, hacca gidenlerin, zekât verenlerin amelleri tartılır. Sonra derd ve belâ ehli getirilir. Onlar için terâzî kurulmaz. Defterleri açılmaz. Üzerlerine sevablar döküldükçe dökülür. Dünyada sıhhatli ve sıkıntısız olanlar, bunu görünce, dünyada iken cesedlerinin makasla doğranmış olmasını isterler. Bu Allahü teâlâ’nın, Zümer sûresindeki: Sabredenlere ecirleri hesabsız ödenir» âyet-i kerîmesinde bildirdiği müjdedir.» Bunu Şerh-i hutab yazmaktadır.

Alî (radıyallahü anh) buyurdu: «Mü’min için, Allahü teâlâ katında 5 zorluk ve cezâ vardır: Bunlardan birincisi, hastalık ve musibetlerdir. Eğer günâhları, bu çektiklerinden çok ise, ölüm zamanında sıkıntı ve şiddet çeker. Günâhları bu ikisinden de fazla ise, kabirde azab çeker. Kabir azâbı ile de bitmezlerse, Sırat üzerinde alıkonulur. Günâhları bunlardan da çok ise, yanî bütün bu haller ve yerlerde afvedilmekten çok ise, günâhı mikdarınca Cehennemde azab olunup, sonra îmânı sayesinde Cehennemden çıkacaktır.»

Âişe’nin (radıyallahü anhâ) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Kulun günâhı çoğalır ve onu karşılayacak iyi ameli bulunmazsa, Allahü teâlâ, o günâhına keffâret olarak, o kula üzüntü verir» buyuruldu.

Ebû Mûsâ’nın (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Kula gelen büyük küçük her keder, muhakkak işlediği günâh sebebiyledir» buyuruldu. Demek ki, dünyada kişiye gelen musîbet, günâhına keffâret oluyor. Sonra Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Böyle olmakla beraber, Allahü teâlâ’nın afvettiği, dünyâda iken karşılığını, cezâsını vermeyip bağışladığı günahları bundan çoktur» buyurdu ve ardından Şûrâ sûresindeki. «Size gelen her musîbet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. Böyle olmakla beraber, Allahü teâlâ çoğunu da afveder» âyet-i kerîmesini okudu.

Bâzıları, bunlar günâhı olanların hâlini bildirmek, onlara iyiliği haber vermek içindir. Günâh işlemekten sakınanlara verilen derd, belâ, hastalık gibi musibetler, onların derecelerini yükseltmek içindir dediler. Mesâbîh şerhinde de böyle diyor.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sıkıntılı zamanında, 10 defa Hasbiyallahü… yü sonuna kadar okuyanın, Allahü teâlâ sıkıntısını giderir» buyurdu. Bâzı âlimler, sonuna kadardan maksad Ve ni’mel vekildir, bâzıları da Lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül arşil azîmdir demiştir. Deiîl olarak da şu hadîs-i şerîfi göstermişlerdir: «Sıkıntılı zamanında 10 defa, Hasbiyallahü lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbüi arşil azîm’i okursa, Allahü teâlâ üzüntüsünü giderir. 10 kişiye de selâm veren köle âzâd etmiş gibi olur.»

Sünnetlerden biri de, büyük belâ, musîbet ve derdleri, güzel sabırla karşılamaktır. Çünki belâ, günahların temizleyicisi, şeref ve derecesini yükselticidir. Bunun için eskiden sâlih, iyi insanlar vardı. Hasta olsalar veya bir sıkıntıya ma’ruz kalsalar sevinirlerdi ve: «Karşılaşılan olaylara, üzücü işlere sabretmek, bedene göre baş mesâbesindedir» derlerdi.

Ebûbekr-i Sıddîk (radıyallahü anh): «Meşakkat, hastalık, yara kişinin günâhına keffâret olur» buyurdu.

Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) hizmetçilerinden Selmâ der ki: «Resûlullah’ın bir yarası veya beresi olduğunda, üzerlerine kına koymamı emrederdi.» Buradaki yara, kılıç veya diğer silâhların yarası, bere ise, taş, ağaç ve benzerlerinin yarası demektir.

Feth-i Musûlî’nin hanımının ayağı kaydı ve tırnağı koptu; o ise güldü. Acı duymuyor musun? dediklerinde, «Sevâbının lezzeti, kalbimde onun acısını sildi» dedi. Bunu İhyâ bildiriyor.

Ebûbekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) devam ederek buyuruyor ki : Ayakkabısının bağının kopması, koynundaki sermayesini düşürmesi ve bu yüzden üzülmesi sebebiyle de, sonra cebinde bulsa da, günahları afvedilir.

HİKÂYE: Haberde geldi ki: Evvel zamanda bir mü’min bir kâfirle balık avına gitmişler. Kâfir kendi tanrılarını anarak balık tutmuş, hattâ çok balık yakalamış. Mü’min ise, Allahü teâlâ’nın ismini, çok anmışsa da, hiç balık tutamamış. Güneş batarken 1 tane balık yakalamış. O da çekerken çabalayıp suya düşmüş. Mü’min dönerken eli boş, kâfir ise sepeti dolu olarak dönmüş. Mü’mine müvekkel melek de buna üzülmüş. Göğe yükselince, Allahü teâlâ ona, o mü’minin Cennetteki yerini göstermiş. Melek, vallahi, onun Cennette böyle bir yeri olunca, dünyada ona gelen musîbetlerin hiçbirisi ona zarar vermez dedi. Allahü teâlâ, ona, kâfirin Cehennemdeki yerini gösterdi. Melek bunu görünce, vallahi, onun Cehennemdeki yeri burası olunca, dünyadan eline geçen her şey, ona bir fayda sağlamaz demiştir. Şerh-i hutab’da da böyle diyor.

Bir hadîs-i şerîfde: «Bir kimse hastalanır ve onda, kesilip atılan tırnak kadar veya daha çok bir şey eksilirse, bu eksilen parça Cennette olur. Bir bedenden, küçük bir parça Cennette bulunursa, bütün vücûdü, ona tâbi olup Cennete girer. Tıpkı bir kimse, kölesinin bir parçasını âzâd ederse, bütün vücûdü, bu bir parçaya uyarak, âzâd edildiği gibi» buyuruldu.

Bir hadîs-i şerîfde: «Gözün kör olması günahlar için mağfirettir. Kulağın sağır olması günâhlar için mağfirettir. Bedenden ne eksilirse, sâhibi o kadar mağfiret olunur» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde: «Humma, ateşli hastalık, mü’mine Cehennem ateşinden kurtulması için bir hazdır» buyuruldu.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hastayı ziyarete gitti. Ben de beraberinde idim. «Ey Ebâ Hüreyre, Allahü teâlâ buyurur ki, bu, mü’min kulumu, Kıyamet gününde Cehennem ateşinden kurtarmak için, dünyada kendisine verdiğim ateşimdir» buyurdu. Bunu duyunca, hasta: «Yâ Rabbi, beni yataktan kaldırma!» dedi. Bunu Ravdatü’l-ulemâ bildiriyor.

Enes’in (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Üç saat humma çekip, Allah’a hamd ve şükr ederek sabr ederse, Allahü teâlâ, bununla meleklerine övünüp: Ey meleklerim! Kuluma bakınız! Belâma nasıl sabrettiğini görünüz! Ona Cehennem ateşinden kurtuluş berâtı yazınız. Şöyle berat yazılır: Bismillâhirrahmânirrahîm, bu aziz ve hakîm olan Allah’dan, fülân oğlu fülâna yazılmış berâettir. Ben seni ateşimden emîn ve Cennetimi sana hak kıldım buyurur» buyuruldu. Allahü teâlâ’nın bir ismi Mü’mindir. Çünki kulunu, zulm olunmaktan emîn eder.

Haberde geldi ki: «Bir günlük hummâ, bir senelik günâha keffârettir.»

Denildi ki, insanın vücûdünde 360 mafsal (eklem) vardır. Hummâ hepsine girer ve hepsinde ayrı ayrı ağrısı duyulur. Her birinin duyduğu acı, bir günlük günâha keffârettir. Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhkve sellem) «Hummâ günâhlara keffârettir» buyurunca, Zeyd bin Sâbit (radıyallahü anh) Allahü teâlâ’dan hep hummalı, ateşli olmasını diledi. Bu yüzden ölünciye kadar hummalı olarak kaldı. Ensardan bir tâife de aynı istekte bulundu ve sonuna kadar hep hummalı kaldılar. İhyâ’da böyle diyor.

Sabr-ı cemîlde sünnet olan, feryâd etmemek, ah, öf diye inlememek, ziyâretine gelenlere şikâyette bulunmamaktır.

Enes (radıyallahü anh) anlatır: İbni Mes’ûd’un (radıyallahü anh) yanına girdik ve nasılsın? dedik. Biz, Allahü teâlâ’nın ni’meti ile kardeş olduk dedi. Kendini nasıl hissediyorsun? dedik. Kalbimi îmanla mutmain buluyorum dedi. Şikâyetin nedir? dedik. Günâhlarım dedi. Ne istersiniz? dedik. Rabbimin mağfiret ve rıdvânını isterim dedi. Doktor çağırmıyalım mı? dedik. Beni tabîb hasta etti dedi. Bu hikâyenin bir benzeri Ebûbekr-i Sıddîk’tan (radıyallahü anh) bildirilmiştir. Fakat o, son suâlin cevâbında: «Tabîb beni gördü» buyurdu. Bu Ravdatü’I-ulemâ’da yazılıdır.

■ İbrâhîm-i Sülemî (rahimehullah) babasından, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kulun Allahü teâlâ katında ameli ile ulaşamadığı bir mertebesi olursa, Allahü teâlâ bedenine, yâhud malına bir belâ verir de, o kul bu belâya sabreder ve böylece Allahü teâlâ katında olan o mertebesine ulaşır» buyurdu. Mesâbîh’de de böyle yazıyor.

Hasta, namazını bırakmaz ve ah, öf gibi seslerle sabırsızlıkta bulunmaz. Bir hadîs-i kudsî’de Allahü teâlâ: «Kulum hastalandığı zaman, 3 gün geçmeden şikâyet ederse, benden şikâyet etmiş olur» buyurdu. O halde her hastanın 3 gün sabredip, bundan önce şikâyet etmemesi lâzımdır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Bir dünyâ işi için üzülen, Rabbine kızmış olur. Kendisine gelen musibetten şikâyet eden, Allahü teâlâ’dan şikâyet etmiş olur» buyurdu. Yine buyurdu: «Allahü teâlâ buyuruyor ki, kuluma bir belâ verdiğim zaman, sabr eder ve benden şikâyet etmezse, ona etinden daha iyi et, kanından daha iyi kan veririm. Onu iyi edersem, günâhı kalmıyarak iyi ederim. Öldürürsem, rahmetime kavuştururum.»

Dâvud aleyhisselâm: «Yâ Rabbi, senin rızânı istiyerek sabreden üzüntülü kimsenin mükâfatı nedir?» diye suâl etti. Allahü teâlâ: «Ona îman elbisesini giydiririm ve bir daha hiç çıkarmam» buyurdu. Sâlihlerden biri, cebinde bir ruk’a (yazılmış kâğıd parçası) taşırdı. İkide bir onu çıkarır ve okurdu. O kâğıdda, «Vasbir lihukmi rabbike feinneke bi a’yüninâ» âyet-i kerîmesi yazılı idi. Şerhü’l-hutab’da da böyle yazıyor.

Elinden geldiği kadar hastalığını gizler. Hadîs-i şerîfde; «Üç şey, iyilik hazînelerindendir: Sadakayı gizli vermek, iyiliği gizli yapmak, hastalığını gizlemek» buyuruldu.

Sünnetlerden biri de, uzun zaman sıhhat ve âfiyette olmaktan üzülmektir. Bir hadîs-i şerîfde: «Mü’minde illet (hastalık), zillet ve kıllet (mal azlığı)ndan biri bulunur. Mü’minin bedenine 40 günde bir belâ gelir» buyuruldu.

Âlimlerden biri dedi ki: Fir’avn’ın, ben sizin yüce Rabbinizim sözünü söylemesi, uzun zaman hasta olmamasındandır. Cünki 400 sene başı ağrımamış, ateşi yükselmemiş, tansiyonu artmamış, başı dönmemişti. Dişleri birbirine bitişik olup, yerken aralarına et girip rahatsız olmamıştı. Bu yüzden ulûhiyyet iddiasında bulunmuştur. Bir gün hastalık çekseydi, öyle boş sözler söylemez, hele ulûhiyyet iddiasında hiç bulunmazdı.

O halde dikkat buyurunuz! Musîbet, hastalık, derd ve elemlerde saklı ne kıymetli bir cevher vardır. Allahü teâlâ, böyle bir kıymetli cevheri, düşmanlarına vermez. Ancak peygamberlerine ve evliyâsına hediye olarak gönderir.

Hastalık hâlinde, yapmış olduğu günahlarına tevbe etmesi sünnettir. Hadîs-i şerîfde: «Bir kul hastalanıp, sonra iyileşince, hâli iyi olmazsa, yanındaki hafaza melekleri, biz onu iyileştirdik, ama o âfiyet bulmadı, yanî hâlini düzeltmedi derler» buyuruldu.

Hasta iken şu duâyı çok okur: «Lâ ilâhe illâllahü vahdehü lâ şerike lehü lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü ebeden. Sübhânellahi Rabbil ibâdi ve rabbil bilâd. Vel hamdü lillâhi kesîren tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâl. Vallahü ekberü kebîren, celâlullahi ve kibriyâühü ve azametühü ve kudretühü bikülli mekân. Allahümme in künte kadayte aleyyel mevte fağfirlî verhamnî min zünûbî ve eskinnî cennete adnin.»

Hasta iken 4 şeyden kendini korur:

Birincisi: Yalan söylemez. Bu gece hiç uyuyamadım. Şu zamandan beri boğazımdan bir şey geçmedi gibi sözler söylemez. Belki az da olsa biraz uyumuş, bir yudum olsun su içmiş olabilir.

İkincisi: Kendisini yoklamağa gelenlere dikkat edip, sayıları üzerinde durmaz.

Üçüncüsü: Kendisini yoklamak için gelen ziyâretçilere gösteriş olsun diye, oturur halde iken yatmaz.

Dördüncüsü : Kızmaz ve kendisine yiyecek ve içecek getirenlere, hiç iyi yapmadınız demez.

Selefden bâzıları, bu 4 hususdan birine dûçâr olmamak için, hastalandıkları zaman, kapıyı kapatır, odaya çekilirlerdi. Bunlardan biri Fudayl bin lyâd, diğeri Bişr bin Hâris idi (rahimehumallah).

Fudayl bin lyâd: «Hasta olmağı istiyorum ama, kimse yoklamağa gelmese» buyurdu. Yine buyurdu: «Ziyaretçilerin gelmesi olmasa, hastalıktan hoşlanmıyor değilim.»

Sünnetlerden biri de, zikir, duâ, namaz, Kur’ân-ı kerîm okumakla şifâ bulmak istemektir. Hasta Fâtiha ve İhlâs sûrelerini okuyup, kendi üzerine üfler. Çünki Fâtihada her hastalığa şifâ vardır. Aynı zamanda âfiyet bulmağı çabuklaştırır. Hasta bunu okur, hürmetle cebine koyar. Yâhud yazıp bütün bedenine bir, ağrıyan yerine 3 defa sürer ve: «Yâ Rabbi, şifâ ihsân et, çünki Şâfi (şifâ veren) sensin; Yâ Rabbi, bana sen kifâyet et, çünki Kâfî sensin. Yâ Rabbi, bana âfiyet ver, çünki âfiyet veren sensin» derse, eceli gelmemiş ise, Allahü teâlâ’nın izni ile iyileşir.

Şeyh Temîmî’nin (rahimehullah) Havassü’l-Kur’âni’l-azîm kitâbında da şöyle diyor: Temiz bir tabağa Fâtiha-i şerîfeyi yazar, temiz bir su ile karıştırır, yanî yazının mürekkebi suya karışır ve hasta onunla yüzünü yıkarsa sıhhat bulur. Kalbinde değişiklik, şübhe, ağrı, sızı, çarpıntı, hafakan olan bu suyu içerse, sâkinleşir ve kalbinden o derd gider. Misk ile cam tabağa yazılır, gül suyu ile karıştırılıp bu su, geri zekâlı birisine, yedi gün içirilirse, bu belâdeti gider ve duyduğunu hâfızasında tutar.

Fâtiha-i şerîfe, temiz bir tabağa yazılıp, gülyağı ile karıştırılır, ağrıyan kulağa damlatılırsa, iyileşir ve bir daha ağrımaz. Bir tabağa yazılıp üzerine 7 Fâtiha okunmuş hâlis beylesân (mercimek cinsinden bir hubûbattır) yağı ile karıştırılır saklanırsa, ihtiyaç ânında ilâç olarak kullanılır. Cereyana, felce, kadının terlemesine, kuvvetlenmeğe, sırt ağrısına karşı iyi gelir. Ağrıyan yere sürülür.

Fâtiha’da sayılamıyacak kadar çok hassalar vardır. Hayâtü’l-hayvân’da der ki: İbni Cevzî söyledi: Ayakkabılarını her zaman giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlıyarak giyen ve çıkaran dalak ağrısı görmez. Bir başkası da: Mümtehine sûresi yazılıp, suya karıştırılıp, dalağı ağrıyana içirilirse, iyileşir» dedi. Sa’lebî tefsirinde diyor ki: Yâsîn sûresini yazıp su ile karıştırıp içenin içine bin deva, bin yakîn, bin ra’fet ve bin rahmet girer; her türlü hastalık ve kötü huy ondan sökülür çıkar.

Abdullah (radıyallahü anh)’ın bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Ölüm hastalığında Kul hüvallahü’yü okuyan, kabir fitnesinden, azabından, sıkıntısından kurtulur. Kıyâmet günü, onu melekler elleri ile taşıyıp Sırattan geçirip Cennete götürürler» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurdu: «On şey on şeyi önler:

1 — Fâtiha sûresi, Allahü teâlâ’nın gadabını önler.
2 — Yâsîn sûresi, kıyâmet günü susuzluğunu önler.
3 — Dühân sûresi, kıyâmetin korku ve dehşetini önler.
4 — Vâkı’a sûresi, fakirliği, yoksulluğu önler.
5 — Mülk sûresi, kabir azâbını önler.
6 — Kevser sûresi, hasımların (düşmanların) hasımlığını önler.
7 — Kâfirûn sûresi, ölüm zamanında küfrü önler.
8 — İhlâs sûresi, nifakı önler.
9 — Felâk sûresi, hased edenlerin hasedini önler.
10 — Nas sûresi, vesveseleri önler.» (Ravdatü’l-müttekîn)’de de böyle diyor.

Bir hadîs-i şerîfde: «Sizden birinizin dişi ağrıyınca, parmağını üzerine koysun ve Mülk sûresi 23. ve hüvellezî enşe’eküm… âyetini okusun» buyuruldu.

Bostan kitabında Eshâb-ı kirâmdan (aleyhimürrıdvân) biri buyurdu: «Her aksırdığında, elhamdü lillâhi alâ külli hâl diyen diş ağrısı görmez.» Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Aksırdığı zaman, Elhamdü lillâh diyen, diş, kulak ve karın ağrısından kurtulur» buyurdu.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastaya: «Bismillâhi eûzü bi-izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidü ve uhâzıru» diyerek 7 defa sağ eliyle kendini meshetmesini emrederdi.»

Hazret-i Alî’ye (radıyallahü anh) buyurdu ki: «Başın ağrıyınca, elini başına koy ve Haşr sûresinin sonunu – Lev enzeinâ’dan itibaren – oku.» •Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) Haşr sûresinin bu kısmını okuduğu zaman, mübârek elini, mübârek başına koyduğu ve: «Ölüm hâriç, bu her hastalığa şifâdır» buyurduğu bildirilmiştir. Eddevâ fi def’id-düâ kitâbında da böyle yazıyor.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) anlatır: Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) duydum: «Birinize derd, keder, hastalık gelince, 3 defa (Sübhâneke innî küntü minezzâlimîn) desin» buyurdu. Hazret-i Enes anlatır. Resûlullah’a bir köylü gelip, «ben hastayım, yediğim içtiğim karnımda durmuyor: iyi olmam için bana duâ et» dedi. Resûlullah: «Bir şey yediğin veya içtiğin zaman, (Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil-ardı ve lâ fissemâi ve hüves-semî’ul alim, yâ hayyü yâ kayyûm) söyle, büyük de olsa, hastalık sana zarar vermez» buyurdu. Tıbbü’n-nebevî’de bildiriliyor.

Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) Eshâbına, bütün ağrı ve ateşli hastalıklar için: «Bismillâhil kebîr eûzü billâhil azîm min şerri külli ırkın ne’ar ve şerri harrin-nâr» duâsını okumağı öğretirdi.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastayı okur ve: «İzhib-il be’se Rabbünnâs veşfi enteş-şâfî lâ şâfî illâ ente şifâen lâ yugâdirü sekama» derdi. Benim bulduğum nüshalarda böyle yazılı idi. Lâkin Mesâbîh’de: «Lâ şifâe illâ şifâüke» yazılıdır.

Abdullah bin Mes’ûd’un (radıyallahü anh) hanımı Zeyneb anlatır: Abdullah, boynumdaki ipliği gördü ve bu nedir? dedi. Okunmuş ipliktir dedim. Onu kopardı ve parçaladı, sonra sen Abdullah’ın âilesisin, şirke ihtiyacınız yoktur dedi. Yanî te’sîri birşeyden bilmek şirktir. (Allahü teâlâ’dan bilmek lâzımdır. Burada çoklan yanılır ve kaybeder). Sonra dedi ki, Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) duydum: «Rukye, temaim ve tevle şirktir» buyurdu. Niçin böyle diyorsun? Gözüm hep ağrır ve akardı ve filân yahudiye gider okunurdum iyileşirdi dedim. Cevâb olarak şöyle dedi: Onu şeytan, yapıyordu. Şeytan eli ile ona vurur, yahudî okuyunca, şeytan, okuma sebebi ile iyileşti sansın diye, elini oradan çekerdi. Sen Resûlullah’ın, bu hususta buyurduğu duâyı okursan – ki yukarıda geçen İzhib-ll-be’se duâsıdır- sana yeten

[Tam ilmihâl kitâbının 698. sahîfesinden itibâren şöyle yazıyor: Uğursuzluğa inanmamak, te’sir eder sanmamalıdır. Bir hastalığın, sağlam adama elbette geçeceğini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse geçer, dilemezse geçemez. Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Müslümanlıkda, uğursuzluk ve hastalığın sağlam kimseye muhakkak geçmesi yoktur.» Bununla beraber, tehlikeli şeylerden, şübheli yerlerden kaçınmak vâcibdir. Hastalığa yakalanmamak için tedbir almalıdır. Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Bilinmiyen şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır.

Şerh-i akâid kitâbının başında diyor ki: İnsanın birşeyi bilmesi, his organı ile, güvenilir haber ile veyâ akıl ile olur. His organları beştir: Güvenilir haber ikidir: Tevâtür ve peygamber haberleri. Tevâtür her asrın güvenilen İnsanlarının hepsinin söylemesidir. Akıl ile bilmek de ikidir:: Düşünmeden hemen bilinirse, Bedihî denir. Düşünmekle bilinirse İstidlâli denir. Herşeyin, kendi parçasından büyük olduğu bedîhîdir. Hesabla edinilen bilgiler istidlâlidir. His organları ve akıl ile birlikte hâsıl olan bilgiler, Tecrübîdir. Bundan anlaşılıyor ki, İslâm dîninin, hesabın ve tecribenin bildirmediği şeylere Gayb denir. Gayb’ı Allah’tan başkası bilmez. Gaybı bilirim diyenlere inanmamalıdır.

Sihir, yanî büyü yapmamalıdır ve sihir yaptırmamalıdır, haramdır ve küfre en yakın olan, en fenâ haramdır. Sihre âid ufak birşey yapmamağa çok dikkat etmelidir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: «Müsliman sihir yapamaz, Allah saklasın, îmânı gittikten sonra, sihri te’sir eder.» Sanki sihir ile îman, birbirinin aksi gibidir ve sihir yapınca, îmânı gider.

İmâm-ı Nevevî (rahmetullahi aleyh) dedi ki: Sihir yaparken küfre sebeb olan kelime veyâ iş olursa küfürdür. Böyle kelime veyâ iş bulunmazsa, büyük günahdır. Sihir insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizlik yapar. Yanî cesede ve rûha te’sir eder. Peygamberimiz (sallâllahü .aleyhi ve sellem) efendimize de sihir yaptılar, hasta oldu. 40 gün sonra, Kul eûzü’leri okuyup iyi oldu.

Sihir, kadınlara ve çocuklara daha çok te’sîr eder. Sihrin te’siri kat’î değildir. İlâcın te’siri gibi olup. Allahü teâlâ isterse, te’sirini yaratır. İstemezse, hiç te’sir ettirmez. Şu halde, bir sâhir, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak te’sir eder diyen ve inanan kâfir olur. Sihir, Allahü teâlâ takdîr etmiş ise te’sir edebilir demelidir. Kendisine sihir yanî büyü yapılmış olan kimse Mevâhib-î ledünniyye 2. cild, (187.) sahîfedeki âyet-i kerîmeleri ve düâyı yazıp, üzerinde taşırsa şifâ bulur. Bir mikdar suya Âyete’l- kürsî ve İhlâs ve Mu’avvizeteyn okumalı. Büyülenmiş kimse bundan 3 yudum içmeli, kalan ile gusül abdesti almalıdır. Şifâ bulur.

Mevlânâ Muhammed Osman Sâhib, Fevâid-i Osmânîyye kitâbının 103. sahîfesi sonunda buyuruyor ki: Sihir ve cadı yanî büyü âfetlerinden kurtulmak için, 3 kere Salevât-ı şerîfe okumalı, sonra 7 Fâtiha, 7 Âyete’İ-kürsî, 7 Kâfirûn sûresi, 7 Ihlâs-ı şerîf, 7 Felâk ve 7 Nâs sûreleri okuyup kendi üzerine veyâ hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrâr okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşâallahü teâlâ büyüden halâs olur: Buna karşılık ücret almamalıdır. Bütün hastalıklar İçin de iyidir.

Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün uşrunu vermeli, sonra Eshâb-ı Kehf’in isimleri 4 kâğıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak basmıyan 4 köşesine defn edilmelidir. Sabah ve yatsı namazlarından sonra Silslle-i aliyye’yi ve sonra Fâtiha-i şerîfeyi okuyarak ruhlarına gönderip onları vesile ederek yapılan duânın kabûl olduğu çok tecribe edilmiştir. 148. sahîfesinde diyor ki, Eshâb-ı Kehf’in isimleri yazılı kâğıdı evinde, üstünde bulundurmak da, korur. Bereket verir.

Nazar değmesi hakdır. Yanî göz değmesi doğrudur. Bâzı kimseler birşeye bakıp, beğendiği zaman, gözlerinden çıkan şuâ zararlı olup canlı ve cansız herşeyin bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çokdur. Fen, belki bir gün, bu şuâları ve te’sirlerini anlayabilecekdir. Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce Mâşâallah demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince nazar değmez. Nazar değen veya korkan çocuk için, çöp yakıp etrafına döndürerek tütsülemek veyâ ergimiş mumu başı üzerinde suya dökmek ve kurşun dökmek câiz olduğu Fetâvâ-yı Hindiyye’de yazılıdır. Mevâhib’de ve Medâric’de, 197 (m. 813) de vefât etmiş olan Mâliki âlimlerinden Abdullah bin Veheb Kureyşî diyor ki: İmâm-ı Mâlik’e göre, demirle, tuzla, iplik düğümlemekle ve mühr-i Süleyman’la Rukye yapmak mekruhtur.

Rukye okuyup üflemek veyâ üzerinde taşımak demektir. Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah’dan gelen düâlar ile Rukye yapmağa Ta’vîz denir. Ta’vîz câizdir ve inanan, güvenen kimseye fâide verir. Ta’viz yazılı muskayı, muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere, sarılı olarak cünübün taşıması ve halâya girilmesinin câiz olduğu Halebî’de yazılıdır. Halâya girmeden dışarda bırakmak mümkün ise iyi olur. Mânası bilinmiyen veya nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımağa Temime denir. Muhabbet hâsıl etmek için yapılan rukyelere Tivele denir. İbni Âbidin 5. cild, 232 ve 275.  sahifelerinde ve Mevâhib’de ve Medâric’de yazılı hadîs-i şerîfde: «Temime ve Tîvele şirktir» buyuruldu.

İbni Âbidin, burada nazar değmemek için tarlaya kemik, hayvan kafası koymak câiz olduğunu bildirmektedir. Bakan kimse, önce bunu görüp tarlayı sonra görür. Mâvi boncuk ve başka şeyleri bu niyyetle taşımanın Temîme olmıyacağı, câiz olacağı buradan anlaşılmaktadır. Nazar değen kimseye şifâ için Âyete’l-kürsî, Fâtiha, Mu’avvizeteyn ve Nûr sûresinin sonunu okumak muhakkak iyi geldiği, fârisî Medâricü’n-nübüvve kitâbında ve Mevâhib-i ledünnlyye 2. cild, 179. sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitabdaki ve Teshîlü’l-menâfî kitâbının 200. sâhifesinde yazılı olan düâları okumak da fâidelidir. Düâların en kıymetlisi ve fâidelisi Fâtiha sûresidir.

Tefsîr-i Mazharî son sahîfesinde diyor ki, İbni Mâcede yazılı, hazret-i Alî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfde: «İlâçlarla en iyisi Kur’ân-ı kerîmdir» buyuruldu. Hastaya okunursa hastalığı hafifler. Eceli gelmemiş ise, iyi olur. Eceli gelmiş ise, rûhunu teslim etmesi kolay olur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) gam, gussa, sıkıntıyı gidermek için, Lâ ilâhe illallahül azîm-ül-halîm. Lâ ilâhe illâllahü Rabb-ül- arş-il-azîm, lâ ilâhe illâllahü Rabb-üs semâvâti ve Rabb-ül ardı Rabb-ül arş-il kerîm okurdu. Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm okumak, sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi geldiğini Enes bin Mâlik haber vermiştir.

Haram işliyenin ve kalbi gafil olanın düâsı kabûl olmaz. Ehl-i sünnet İtikadında olmıyanın okuması fâide vermez. Fetâvâ-i fıkhiyye’nin otuzyedinci sahîfesinde diyor ki, kâfirlere gönderilen mek- tubda Kur’ân-ı kerîmden 1-2 âyet yazmak câizdir. Fazla yazılmaz. 1-2 âyet de onlara va’z için veya hüccet, vesika olarak câiz olur. Kâfir, muskanın fâidesine inansa bile, ona âyet-i kerîme ile ve mübârek isimler ile muska yazmak câiz olmaz. Harâm olur. Harfleri ayrı ayrı yazmakla da câiz değildir. İster müsliman yazsın, ister kâfir yazmış olsun, bir muskayı kullanmak için, içinde küfür veya harâm olan yazının bulunmadığını bilmek lâzımdır.

Mevâhib-i ledünniyyede diyor ki, 3 şart bulununca, rukye câiz olur Âyet-i kerîme ile veya Allahü teâlâ’nın isimleri ile olmakdır. Arabî lisanı ile veya mânası anlaşılan lisân ile olmalıdır. Rukye’nin ilâç gibi olup, Allahü teâlâ dilerse te’sir edeceğine, te’sirini Allahü teâlâ’nın verdiğine inanmaktır. Göz değen kimseye Peygamber efendimizin bildirdiği şu ta’vizi okumalıdır: Eûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti min şerri külli şeytânin ve hâmmetin ve min şerri külli aynin lâmmetin. Bu ta’viz her sabah ve akşam 3 defa okunup kendi üzerine veyâ yanındakilerin üzerine üflenirse, göz değmesinden ve şeytanların ve hayvanların zararından korur. Bir kimseye okurken, Eûzü yerine Ü’îzüke denir. İki kişiye okurken Ü’îzükümâ denir. İkiden fazla kimseye okurken, Ü’îzüküm demelidir.
Hulâsa, Muhbir-i sâdık ya’nî hep doğru söyleyici ne bildirdi ise ve Ehl-i sünnet âlimleri, şerî’at kitablarında ne yazdı ise, onları yapmağa canla başla çalışmalıdır. Bunların aksini şiddetli zehir bilmelidir ki, sonsuz ölüme sürüklerler. Yanî, ebedî ve çeşid çeşid azablara sebeb olurlar. Tam ilmihal’in yazısı burada bitti].

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) hazret-i Alî’ye (radıyallahü anh) öğretip buyurdu ki: «Ey Alî, yağmur suyu al. Üzerine 70 defa Fâtiha-i şerîfeyi oku. 70 defa lâ ilâhe iliâllah de. 70 defa da Sübhânallah söyle. 70 defa da, Allahümme salli alâ Muham- med-in-nebiyy-il-ümmiyyi ve alâ âlihi söyle, sonra sabah akşam 7 gün o sudan iç.»

Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) baygınlık geçiren, şuurunu yitiren kimselere, Mü’minûn sûresinin 115. âyetinden sonuna kadar olan 4 âyet-i kerîmeyi okurdu. Şeytanların korkuttuğu kimselere de şunu okurdu: «Eûzü bi-kelimâtillâhi-t-tâmmâti min şerri mâ hale- ka ve zerae ve beree ve min şerri mâ yenzilü min-es-seır.âi ve min şerri mâ ya’rucu fîhâ ve min şerri fitnet-il-leyli vennehâri ve min şerri külli târikin illâ târıkan yatruku bi-hayrin yâ Rahmân.»

Sünnetlerden biri de, bir şeyi uğursuz görmemektir. İbni Mes’ûd’un (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Uğursuz saymak şirktir» buyuruldu. Câhiliyye zamanı insanları, birşey yapmak istedikleri zaman, sol tarafından bir kuş uçsa, yâhud uğursuzluk saydığı, inandığı bir şey görse, bunu kötüye, uğursuzluğa işâret, emare sayarlar ve bu işten vazgeçerlerdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Uğursuz saymak şirktir» sözü ile, bunu kaldırdı. Bu hadîs-i şerifi 3 defa buyurdular. O zamanın insanları, uğursuz saymanın, onlara yarar sağlıyacağına, yâhud zarardan koruyacağına inanırlardı. Sanki o uğursuz saydıkları şeyi Allahü teâlâ’ya ortak etmiş olurlardı. Bunun için, buna şirk denmiştir. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle diyor.

«İçimizden biri bunu kendinde bulur. Lâkin Allahü teâlâ onu tevekkül ile giderir» buyurmuştur. Şerhu’l-mesâbîh’de der ki: Süleyman bin Hâris dedi ki, içimizden biri… cümlesi, Abdullah bin Mes’ûd’un (radıyallahü anh) sözüdür, Resûlullah’ın hadîsi değildir.

Abdullah bin Mes’ûd (radıyallahü anh) buyurdu: Uğursuzluk, yalnız ona inanana zarar verir. Uğursuzluğa inanmağı kendinden atmak istiyen şöyle desin: «Allahümme lâ tayre illâ tayruke ve lâ hayre illâ hayruke ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, mâşâellahü kâne ve lâ ye’ti bil-hasenâti illâllahü ve lâ yekı-s-seyyiâti illâllah!» Sonra işine girişsin. Câhiliyye zamânındakiler gibi, işinden vazgeçmesin.
Güzel bir fal ile tefe’ül etmede bir mahzûr yoktur. Bunu, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), fal nedir? diye sorduklarında: «Din kardeşinden duyacağı iyi bir kelimedir» buyurmakla açıklamıştır. Bir işi yapmak istiyen kimsenin, ey yol bulan, ey işini başaran gibi bir söz duyması böyledir. .

Enes (radıyallahü anh) bildirir: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir iş için çıktığında, ey yol bulan, ey başaran gibi sözleri duymaktan hoşlanırdı. Yanî bu iki söz ve benzerleri ile tefe’ül ederdi. Hadîsde, «Resûlullah, böyle falı beğenir, uğursuzluğu ise kerih görürdü» diye gelmiştir.

Saîd bin Cübeyr, Abdullah bin Abbâs’dan (radıyallahü anhüm) bildirir: Doğum yapacak kadın, güçlük çekerse, beyaz bir tabağa şu duâyı yazar, suya karıştırır ve bu suyu içer: «Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ hüvel alîmül hakîm. Hayâtü’l-hayvân kitâbında burası halîmül kerîm. Sübhâ- nallâhi Rabbil Arşil azîm. Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn. Keennehüm yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ, keennehüm yevme yerevne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehârin belâgun, fehel yuhleku illel kavmül fâsikûn.»

Hayâtü’l-hayvan’da İbni Abbâs’dan (radıyallahü anhümâ) bildirir: İsâ aleyhisselâm, karnında yavrusu enine durmuş, doğuramıyan bir ineğin yanından geçerken, inek: «Ey Allah’ın kelimesi, Allahü teâlâ’ya duâ et de, beni kurtarsın» dedi. İsâ aleyhisselâm: «Yâ hâlikan nefsi minen-nefsi ve muhricen nefsi minen nefsi haliishâ» diye duâ etti. Hayvan yavrusunu doğurdu, ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ) bundan sonra; doğumu zor olan kadına, bu duâ yazılır» buyurdu.

Kartal tüyü, doğum yapacak kadının altına konursa, doğumu kolaylaşır. Aynı şekilde, doğum yapacak olanın üzerine deniz köpüğü asılır, yumurta kabuğu döğülüp, su ile içirilirse doğumu kolaylaşır denmiştir. Biz bunları çok tecrube ettik, doğru olduğunu gördük. Hayâtü’l-hayvân’ın yazısı burada bitti.

Boğulmaktan, yangından, -bâzı nüshalarda- malı çalınmaktan korkan A’raf sûresi 196. ve Zümer sûresi 67. âyetlerini okur.

Kendisi ve çoluk çocuğu için vahşî hayvanlardan korkan, Tevbe sûresi 128 ve 129. âyetlerini okur.

Sarılık hastalığına yakalanan, temiz bir tabağa Âyete’l-kürsîyi yazıp su karıştırıp içer.

Sâhibine zorluk çıkaran hayvanın kulağına, Âi-i Imrân sûresi 83. âyetini okur.

Kaybettiğini bulmak için, 2 rek’at namazda Yâsîn sûresini okur, sonra «Ey yoldan çıkmış olanlara hidâyet veren, kaybettiğimi bana ver» der.

Ca’fer-i Huldî (rahimehullah) Ebû Hasan’dan ayrılırken bana birşeyler daha öğret dedim. Bana: Birşeyin kaybolduğu veya bir kimse ile buluşmak istediğin zaman, yâ câmi’an-nâsi li-yevmin lâ raybe fîh, İnnallahe lâ yuhlifül mîâd deyip, kimle ve neyle buluşmak istiyorsa, beni onunla buluştur söyleyip, onun İsmini belirtir. Böyle söylersen, Allahü teâlâ muhakkak seni o şey veya o kimse ile buluşturur. Bunu söylediğim her zaman, duâm kabûl edildi. Hayâtü’l-hayvanda da böyle diyor. İsteklerini dileme kısmında bunu bildirmişsek de, doğru olduğu tecribe ile sâbit olduğundan, burada tekrar belirttik.

Kaçan kölenin geri gelmesi için, Nûr sûresi 40. âyet-i kerîmesi okunur.

Hırsızlığa karşı veya yatağını ıslatanın bundan kurtulması için, İsrâ sûresi 110. âyetini okur.

Çorak sahrada yatarken korkan, A’raf sûresi 54. âyetini okur.

Yangında sünnetlerden biri, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yangın görünce tekbîr getirin! Çünki tekbîr onu söndürür» hadîs-i şerifine uymaktır.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler