Allahü teâlâ’nın yarattıklarından hiçbirine lâ’net etmemelidir. Yanî cansız olsun, hayvan olsun, yâhud insan olsun hiçbiri lâ’netlenmez. Birincisi, yanî cansızların lâ’netlenmemesi konusunda, Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kul, Allah dünyaya lâ’net etsin deyince, dünyâ, Allah kendine isyân edene lâ’net etsin der» buyurdu. Bunu Şerhü’l-hutab-ı erbaln’de yazıyor. İkincisine gelince: Amr bin Hasîn (radıyallahü anh) anlatır: Bir seferlerinde, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Ensardan bir kadın, binmiş olduğu devesine kızar, kalbi daralır ve lâ’net eder. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Üzerinde olanları alın, çünki o lanetlenmiştir» buyurdu. Bu deveyi gördüm, insanlar arasında gezer ve kimse ona yaklaşmazdı.
Hazret-i Enes (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) beraberinde, devesine binmiş yürüyen bir kimse vardı. Devesine lâ’net etti. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ey Abdullah, lâ’netlenmiş bir deve üzerinde bizim yanımızda yürüme» buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, onun bu hareketini beğenmediğini bildiriyor. Üçüncüsüne gelince: Lâ’neti âdet haline getirmemelidir. Çünki bir günâha alışmak, bir başka günahdır. Bunun için, küçük günâha devam, büyük günah olur demişlerdir. Mü’mine lâ’net etmek, onu öldürmek gibi günahdır. Nitekim ebû Katâde’den (radıyallahü anh) bildirilir: «Mü’mine lâ’net eden, onu öldürmüş gibidir» buyurdu. Bunun merfu’ hadîs olduğu da bildirilmiştir. Buraya kadar hep İhyâ’dandır.
Lâ’net, tard ve uzaklaştırma demektir. Buradaki mânası, müslümanları, Allahü teâlâ’nın rahmetinden uzaklaştırmak için bed-duâ etmektir. Çok lâ’net eden, kalbinde merhamet olmadığı için, günahkâr din kardeşlerine şefâatçı olmaz. Mahşerde geçmiş ümmetler üzerine şâhid de olamazlar. Yo’nî peygamberlerinin, peygamberliklerini onlara bildirdiklerine şehâdet edemezler. Nitekim Allahü teâlâ Bakara sûresinde : «Böylece, insanları şâhid olmanız için, sizi vasat bir ümmet kıldık» buyuruyor. İşte bu lâ’neti sebebiyle, bu ümmete mahsus bu mertebeden mahrûm kalırlar. Ebû Derdâ’nın (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirdiği hadîs-i şerîfde böyle buyurulmaktadır.
İmam Nevevî (rahimehullah) buyurur: «Çokça lâ’net eden ifâdesinden anlaşılıyor ki, bu tehdîd ve cezâ, çok lâ’net edenler için olup, 1 ya da 2 kere lâ’net edenler için değildir.» Çok kere lâ’net döner ve lâ’net edene gelir. Ebû Derdâ’nın Resûlullah’dan bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Kul, bir şeye lâ’net edince, lâ’neti göğe doğru yükselir. Gök kapıları, üstüne kapanır; yer yüzüne düşer. Yerin de kapıları ona kapanır. Sonra sağa, sola gitmeye uğraşır. Gidecek bir yer bulamayınca, eğer lâ’netlenen buna ehil ise, lâ’netlenene, yoksa söyliyene döner» buyuruldu. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ) anlatır: Rüzgâr, bir kimsenin paltosunu çıkarır gibi esiyordu. O kimse, rüzgâra lâ’net etti. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ona lâ’net etme. Çünki o buna me’murdur. Lâ’nete ehil olmadığı şeye lâ’net edenin lâ’neti kendine döner» buyurdu. İkisi de Mesâbîh’dedir.
Malından lâ’net ettiği şeyin bereketi kalmaz. Günâh işliyene de lâ’net etmez. Zinâ ve şarab gibi, had cezâlarını irtikâb edene de lâ’net etmeyip, Allahü teâlâ’ya, onu bağışlaması için düâ eder. Rivâyet edilir ki, adamın biri şarab içmiş ve Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) meclisinde bir kaç defa had cezâsı vurulmuştu. Sâhâbeden biri,Allah ona lânet etsin, hep aynı işi işliyor dedi.
Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Din kardeşin üzerine şeytana yardımcı olma», bir rivâyette: «Öyle söyleme! Çünki o, Allahü teâlâ’yı ve Resulünü seviyor» buyurdu ve onu, lâ’net etmekten men etti. İşte bu gösteriyor ki, fâsıka lâ’net etmek de câiz değildir. Bu konuda geniş ma’lûmatı, İmâm Gazâlî’nin (rahimehullah) tahkikatından dinliyelim: Lâ’net etmeği gerektiren sıfatlar üçtür: Küfr, bid’at ve fısk. Bunların her birinde de üç derece vardır:
1) Allahü teâlâ, kâfirlere, bid’at sâhiblerine ve fâsıklara lâ’net etsin şeklinde yapılan umumî bir lâ’nettir.
2) Allahü teâlâ, yehudî ve hıristiyanlara, yâhud Kaderiyye, Hâriciyye ve Râfızîlere, yâhud, zinâ edenlere, zâlimlere, fâiz yiyenlere lâ’net etsin şeklinde bâzı özelliklerini bildirerek yapılan lâ’nettir. Bunların hepsi câizdir. Lâkin bâzı bid’at sâhiblerine lâ’net tehlükelidir. Çünki bid’atı tanımak zordur. Eserde sözleri iyice bildirilmiyenlerde, halkın lâ’netten kaçınmaları gerektir. Çünki bu karşılıklı lâ’netleşmeğe ve insanlar arasında kavga ve daha büyük olaylara sebeb olur.
3) Bir şahsa lâ’net etmek. Bunda dikkatli olmalıdır. Şer’an lâ’net edilmesi gerekenlerden ise, onda bir müslümana eziyet olmasa da böyle kimseye lâ’net edilebilir. Fir’avn ve Ebû Cehl’e lâ’net böyledir. Çünki bunların küfür üzere öldükleri sâbittir. Şer’an da bilinmektedir. Son nefeste nasıl öldüğü bilinmiyene lâ’net tehlükelidir. Zeyd’e Allah lâ’net eylesin. O yehudî veya fâsıktır demek böyledir. Çünki belki müslüman olur, yâhud tevbe eder de, Allahü teâlâ’nın sevgili kulu olarak ölür. O halde mel’un olduğuna nasıl hüküm olunabilir. Eğer denirse ki, şu anda kâfir olduğu için lâ’net olunabilir. Nitekim, şu anda müslüman olana, ileride mürted olması mümkün olduğu halde, rahmet okunup, Allah şu mü’mine rahmet eylesin demek câizdir. Cevâbında deriz ki: Allah ona rahmet eylesin demek, Allahü teâlâ, onu, rahmet sebebi olan islâmda dâim eylesin demektir. Ama Allahü teâlâ, kâfiri, lâ’nete sebeb olan küfür üzere bulundursun demek mümkün değildir. Çünki bu. küfrü istemek olur. Bu ise aslında küfürdür. Ancak, küfür üzere ölürse, Allah ona lâ’net etsin, Islâm üzere ölürse, ona lâ’net yoktur derse, câiz olur. Bu gaybdır, bilinmez. Demek ki, kâfir olarak öldüğü kesin bilinmiyenlere lâ’net etmek tehlikelidir. Ama lâ’neti terkte tehlike yoktur. Evlâ olan terk etmek ve lâ’net yerine zikir ve tesbîh söylemektir. Zîra bunda sevab vardır. Lâ’nete müstehak olsa da, bir kimseye lâ’net etmek sevab değildir.» Bu konuda uzun yazdık. Çünki insanlar, lâ’nette gevşek, sorumsuzca hareket ediyorlar ve dillerini tutma yoluna gitmiyorlar.
Allahü teâlâ’nın yarattıklarından bir şeye lâ’net eden, ona rahmet ve duâ ile, bu lâ’netinden kurtulmak istemeli ve: «Yâ Rabbi, o lâ’neti ona rahmet ve kurbet eyle» demelidir. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yâ Rabbi, ben bir insanım. Kızabilirim. Hangi mü’mine lâ’net etmiş, hangisini dövmüşsem, onu, kıyâmette, ona keffâret ve kurbet eyle» buyurmuştur. Meşârık şerhinde bildirilmektedir. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ), hangi köleye lâ’net etse, onu âzâd ederdi.
Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) anlatır: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), babam Ebûbekr’in (radıyallahü anh), kölesine lâ’net ettiğini duydu. Yüzünü ona çevirip: «Ey Ebâbekir! Kâ’be’nin Rabbine yemîn ederim ki, lâ’net edicilerle sıddîklar bir arada olamaz» buyurdu. Bu hadîs-i şerîfde, Kâ’be’nin Rabbi için yemîn ederim ki, kısmı 2 veya 3 defa söylenmiştir, Bunun üzerine Ebûbekr-i sıddîk (radıyallahü anh) o gün kölesini âzâd etti ve Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) gelip, bir daha böyle yapmam dedi, ihyâ’da da böyle yazıyor.
Bir kimseye kâfir ve fâsık dememelidir. Cünki söylediği şeyler kendisinde bulunmasa da, söylediği sözler, söyliyene döner gelir. İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh), Yezîd’e lâ’net câiz midir, çünki o, hazret-i Hüseyn’i (radıyallahü anh) öldürdü ve öldürülmesini emretti, süâline cevâb olarak diyor ki: Bu, esâsında sâbit değildir. Sâbit olmayınca, onun öldürdüğü veya öldürttüğü söylenemez. Lâ’netlemek ise hiç câiz olmaz. Çünki İncelemeden, iyice araştırmadan, bir müslümana, büyük günah nisbet etmek câiz değildir. Evet, hazret-i Alî’yi (radıyallahü anh) İbni Mülcem’in, hazret-i Ömer’i (radıyallahü anh) Ebû Lü’lü’nün öldürdükleri söylenebilir. Zîra bunlar, tevâtür ile sâbittir. Tahkîk etmeden, araştırmadan, bir müslümana fâsık veya kâfir demek câiz değildir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Bir kimse, bir kimseye kâfir veyâ fâsık diyemez. Derse, kendisi kâfir ve fâsık olmasa da, dediği kendine döner» buyurdu.
Mü’mine, kâfir veya fâsık diyen, Cehennemliklerin İrinlerinden meydana gelen çamura atılıp, orada durdurulur. Bu mânayı bildiren hadîs-i şerîf şöyledir: «Mü’mlne kazf edeni, Allahü teâlâ, Cehennemliklerin ’ İrinlerinden meydana gelen çamur içinde bulundurur.» Kendi sulbünden olan çocuğa, haramzâde diyemez. Derse, kendisine yıldızlar, yapraklar, kumlar sayısınca, yanî pek çok günah yazılır. Düşmanının yanında, onun yemeğini yemek, elbisesini giymek için, bir kimseyi belirterek ayıblamaz. Çünki böyle yemek ve elbise Cehennem ateşindendir. Bunların hepsi eserde gelmiştir.
Bir insana, günâhından ötürü serzeniş edilmez. Bir hadîs-i şerîfde: «İşleyip de, sonradan tevbe ettiği günâhından ötürü bir kimseye sitem eden, o günâhı İşlemedikçe ölmez» buyuruldu.