NEMİME: Bir kimsenin saklı bir şeyini, istemediği bir kimseye ulaştırmak; yâhud bu şahsın bu gizli, saklı şeyinin kendisine getirilmesidir. [Koğuculuk, yâhud söz taşıma da denir]. Taşınan sözü söyleyen, sözün: söylendiği, yâhud üçüncü bir kimse, beğenmiyorsa, bu nemîmeye girer. Söylenmesini istemediği şey, en çok bilindiği gibi ister dil ile olsun, İster yazı İle olsun, yâhud işâret ve îmâ ile olsun bir şey değişmez. İletilen, ister hareket, ister söz olsun, ilettiği ayıb ve kusur, o kimsede ister bulunsun, ister bulunmasın fark etmez. İletilen kusur ve ayıb, o kimsede mevcûd ise, hem gıybet, hem de nemîme yapmış olur.
Velhâsıl, insanlarda gördüklerini söylememelisin! Ancak onu anlatmakta bir müslümana dînî bakımdan bir yarar, yâhud bir günâh işlemekten alıkoymak gibi şeyler varsa, anlatabilir. İhyâ’da da böyle diyor.
Bir hadîs-i şerîfde: «Nemmamlık (koğuculuk) yapan Cennete girmez» buyuruldu. Hazret-i Enes ve Huzeyfe’nin (radıyallahü anhümâ) rivâyetinde «Kattât Cennete girmez» buyuruldu. Bu da söz taşıyıcı demektir. Nemmamla Kattât arasında bâzıları fark görmüşler ve: Nemmâm, insanlarla konuşup, onlara anlatan, kattât ise, insanların haberi olmadan onları dinleyip sonra nemmamlık yapandır demişlerdir. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle diyor.
Söz taşıyana, Peygamberimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu tehdîdi yeter! Yâhud söz taşıma konusunda, tehdîd olarak bu hadîs-i şerîf yeter. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde: «Şâhid olarak Allahü teâlâ yeter» buyuruyor.
Kabir azâbının üçde biri nemîmedendir denir. Keleb (radıyallahü anh) anlatır: Benî İsrâil’de kıtlık olmuştu. Mûsâ aleyhisselâm kaç defa yağmur duâsı yaptıysa da, kabûl olunmadı. Allahü teâlâ, kendisine vahy gönderip: Aranızda söz taşımaya devam eden nemmâm bulunduğu sürece, senin de, beraberindekilerin de duâsını kabûl etmem buyurdu. Yâ Rabbi, onu bildir de, aramızdan çıkaralım dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: «Yâ Mûsâ, ben sizi nemîmeden men ederken, kendim nemmâmlık mı yapayım» buyurdu. Bu haberden sonra hepsi tevbe ettiler ve yağmur yağdı.
Muâz bin Cebel’in (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Nemmamlar, kıyâmette, maymun sûretinde haşr olunurlar» buyuruldu. Ebü Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «İki kimse arasında söz taşımak için yürüyene, Allahü teâlâ, kabrinde bir ateş musallat eder, o ateş onu kıyâmet gününe kadar yakar» buyuruldu.
Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh) der ki «Nemmâm, emâneti terketmiş, hiyâneti ile tanınmış, erkek, dişi kardeşleri ayırmıştır. Bu sebeble zehirden şiddetli, büyüden te’sirlidir. Dünyâda iki yüzlüdür. Kıyâmette ise, dili ateşten olur.» Ravda’da böyle yazıyor.
Demişlerdir: Sana başkasından söz getiren, sonra senden başkasına söz götürür. Bunun için sana söz getirenden emin olma. Hasan-ı Basrîye (rahimehullah) biri gelip, filân kimse senin hakkında yaramaz söz söyledi dedi. Hasan-ı Basrî, «Ne zaman?» buyurdu. Bugün söyledi dedi. Onu nerede gördün? buyurdu. Evinde gördüm dedi. Onun evinde ne yapıyordun? buyurdu. Ziyâfete gitmiştim dedi. Onun evinde neler yedin? buyurdu. Şunu, şunu deyip 8 yemek çeşidi saydı. Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh): «Bu kadar yemekleri midene sığdırdın da, bir sözü sığdıramadın mı? Kalk yanımdan, ey fâsık! Sen benim hakkımda konuştun, onun hakkında değil! Vallahi, ona şefâat etmeden Cennete girmem. O benimle beraber Cennete girecektir. Buradan uzaklaş! Söz taşımak için bana gelen, lâf götürmek için ona da gider» buyurdu.
Bunda, söz taşıyana kızmak ve sözünü doğrulamamak lâzım geldiğine işâret vardır.
Hükemâdan birini, bir ahbâbı ziyâret eder ve bir başkasından ona haber getirir. Bunun üzerine hakîm: «Beni geç ziyâret eyledin ve bana üç cinâyet getirdin: Beni kardeşime karşı kızdırdın, düşüncesiz kalbimi meşgul ettin, bana göre olan güvenini sarstın» dedi. Ravda ve İhyâ’da böyle yazıyor.
Bir hadîs-i şerîfde: «İnsanlar arasında söz taşıyarak dolaşan, ya zinâ çocuğu, ya da kendisinde zinâ karışıklığı bulunan kimsedir» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «İnsanlar arasında söz taşıyan, halâl zâde değildir» buyuruldu.
Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi aleyh) buyurdu:«Veled-i zinâ söz saklamaz».
İmâm-ı Gazâlî (rahimehullah) buyuruyor ki, Abdullah bin Mübârek, bu sözle, söz saklamayıp, söz taşıyıp duranlar veled-i zinâdır. Bunu da. Kalem sûresi 11, 12 ve 13.: «Çok ayıblıyanı, koğuculukla gezeni, hayırdan alıkoyanı, aşırı zâlimi, çok günahkârı, zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardakçıyı..» âyet-i kerîmelerinden çıkarmıştır.
Fuhuş söz söylemek ve sövmek: Dînimizde yasaktırlar. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Fuhuşdan, çirkin sözden çok sakınınız. Çünki Allahü teâlâ fuhuş söyliyenleri, sövenleri sevmez» buyurdu. İbni Mes’ûd’un (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde : «Mü’min, insanları ayıblıyan, onlara lâ’net eden, çirkin söz söyliyen ve hayâsız kimse değildir» buyuruldu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bedir’de öldürülen müşrikleri sövmekten men etmiştir. İbrâhim bin Meysere (rahimehullah) dedi ki: «Çirkin söz söyliyen, söven kıyâmette köpek sûretinde olur» demişlerdir.
İyâd bin Hammâde (radıyallahü teâlâ anh) anlatır. «Yâ Resûlâllah. kabilemden biri bana sövüyor. O benim yanımdadır. Cezâsını vereyim mi?» dedim. «Karşılıklı atışan, sövüşen ve bunun için başkalarından yardım istiyen 2 kişi, 2 şeytandır» buyurdu.
Nitekim İsâ aleyhisselâm, önünden geçmekte olan bir hınzıra (domuza): «Selâmetle geç» buyurmuştur. Ey Allah’ın peygamberi, bu hayvana da böyle söylenir mi? dediklerinde, «Dilimi kötü söze alıştırmamağa çalışıyorum» buyurdu.
Mâlik bin Dînâr (rahimehullah) anlatır: İsâ aleyhisselâm, yanında havârileri olduğu halde, bir köpek leşinin yanından geçerken, beraberindekiler. hoşa gitmiyen bir söz yanî ne pis kokuyor diye söylediler. İsâ aleyhisselâm ise, «Beyaz dişleri ne güzeldir!» buyurdu. Sanki bu sözle, onları köpeği bile gıybet etmekten men’etti ve Allahü teâlâ’nın yaratıklarının iyi taraflarını söylemenin gerekli olduğunu tenbîh eyledi.
İmam Gazâlî (rahimehullah), buraya kadar geçen kötü sözün çirkinliğini anlattıktan sonra, buyurur ki: Çirkin sözlerin hududu, çirkin şeyleri, açık seçik ifâdelerle bildirmektir. Bunların büyük bir kısmı, cima’ ve ona âid sözler içinde cereyân eder. Sâlihler, böyle şeyleri açık söylemekten kaçınır, söylemek gerekiyorsa, kapalı ifâde, kinâye, işâret ve benzeri yolla anlatmağa çalışırlar. Meselâ cima’ yerine mes = dokunma, duhûl ve sohbet kelimelerini; abdest bozma yerine, kazâ-ı hâcet sözlerini kullanırlar. Aynı şekilde, «Senin hanımın şöyle dedi» demeyip, «odada şöyle konuşuldu», yâhud «Perde arkasından şöyle söylendi», yâhud, «çocuğunun annesi şöyle dedi» söylerler. Baras, kel, bâsur gibi utandırıcı ayıbların, hastalıkların ismini verip, sâhibini küçük düşürmezler. Kısaca deriz ki, gizlenmesi gereken ve utanmaya yol açan her şey için açık söz kullanmamalıdır. Bu fuhuş olur.