PEYGAMBERİMİZİN (sallâllahü aleyhi) ve seîlem) SÜNNETİNE UYMAK
Bezâziyye kitabında diyor ki: Şâri’ yanî şeriat sâhibi Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem)’in bâzen yapıp, bâzen terk ettiği şeylere Edeb, devam üzere yapıp da 1-2 kere terk ettiği şeylere Sünnet denir.
Gâye kitabında diyor ki: İşlenmesinde sevab, terkinde kınama ve azarlama olup ceza olmayan şeylere Sünnet denir. İmâm Hâherzâde de böyle söylemektedir. Bu târiflerden anlaşılıyor ki, buradaki sünnet yalnız Resûlullah’ın yaptığı işleri için kullanılmıştır. Ancak daha açık ve uygun olanı bâzı Mesâbîh ve Vikaye şerhlerinde bildirildiği gibi ıstılâhî manâda sünnet, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sözleri ve işleri demektir. Hadîs-i şerif ise yalnız sözleri için kullanılır.
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymağı Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerifler bildirmektedir. Allahü teâlâ, Nisâ sûresi 65. âyet-i kerimesinde: «Aralarında ihtilâf ettikleri şeyde seni hakem kılıp hükmüne râzı olmadıkça, o hüküm sebebi ile kalblerinde darlık bulmayıp, zâhir ve bâtınları ile sana uymadıkça, Rabbin hakkı için mü’min olmazlar» buyuruyor.
Haşr sûresi 7. âyet-i kerîmesinde de: «Resûlümün size getirdiklerini alınız, men’ ettiklerinden sakınınız» buyuruyor. O halde Peygamberimize (sallâllahü aleyhi ve sellem) uymak farzdır, lâzımdır.
Yukarıdaki 2 âyet-i kerîme Resûlullah’a dış görünüşde ve içde aykırı hareket etmeği yasaklamaktadır. Resûlullah’a uymak, onun tebliğ ettiği hususlarda, aynı kendisi gibi davranmak demektir. Gerek ilim ve gerekse amel bakımından; farz, vâcib ve sünnetlerde onun yaptığı gibi yapmak demektir. Şöyle de diyebiliriz ki, Ona (sallâllahü aleyhi ve sellem) uymanın farz-ı ayn olması farz-ı ayn olan şeylerdedir. Farz-ı kifâyelerde uymak, farz-ı kifâye, vâciblerde uymak vâcib, sünnetlerde uymak sünnettir. Musannifin yalnız farz-ı aynı zikretmesi, onun asıl olup diğerlerinin buna kıyâs ile bilineceği içindir. Hâle göre Resûlullah’a uymağı terk etmek uygun olmaz. Meselâ yolculukda, harbde terk edip de hazerde vatanında iken uymak, emniyyette iken uyup da korkulu zamanda terk etmek, sıhhatli iken uyup da hasta iken terketmek ve buna benzer hallerin birinde terk edip diğerinde uymak uygun olmaz. Resûlullah’a uymamak İslâm ni’- metine saldırmaktır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Getirdiklerime değil de, kendi isteklerine tâbi’ olanlarınız îmân etmiş sayılmaz» buyurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Sünnetimi zayi’ eden kimseye şefaatim harâm olur» buyurdu. Sünneti zayi’ etmek Ona, Onun getirdiği İslâm dînine uymamak demektir. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Sünnetimi ihya eden, dirilten, beni ihyâ etmiş olur. Beni ihyâ eden beni sever. Beni seven kıyâmet gününde, Cennetde benimle olur» buyurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Sünnetimi muhafaza eden kimseye Allahü teâlâ 4 haslet ikram eder. İyi kimselerin kaiblerinde muhabbetli olur. Kötü kimselerin kalblerinde heybetli olur. Rızkında genişlik olur. Dîninde sağlam ve güvenli olur» buyurmuştur. Hâlisa kitâbında da böyle bildirilmektedir.
Al-i İmrân sûresi, 31. âyet-i kerîmesinde: «Ey habîbim! Yahudi ve hıristiyanlara de ki, eğer Allahü teâlâ’yı seviyorsanız, bana uyunuz. Allahü teâlâ da sizi sevsin» buyurulmaktadır. Onun ümmeti, ancak ona uyandır. Ona uymak ise ancak dünyâdan yüz çevirmekle olur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlâ’yı ve âhiret gününü istedi. Dünyâdan ve onun çabuk geçen zevk ve lezzetlerinden yüz çevirdi. O halde dünyâdan yüz çevirdiğin ve Allahü teâlâ’ya yöneldiğin ve vakitlerini âhiret işleriyle geçirdiğin kadar onun yolunda yürümüş olursun. Bunları yaptığın kadar Ona uymuş olursun. Ona uyduğun kadar Ona ümmet olursun. Aksine dünyâya bağlandığın kadar Onun yolundan ayrılır, Ona uymayı bırakır ve Nâziât sûresi 39. âyet-i kerîmesinde: «Taşkınlık edip, şehvetine uyarak kâfir olup, dünyâ hayâtını âhirete tercih edenin kalacağı yer Cehennemdir» bildirilen kimselere katılırsın. Eğer gurur, aldanma, böbürlenme yuvasından çıkıp da kendine insafla bakarsan, ey insan! Akşamdan sabaha, sabahdan akşama kadar çabuk biten zevkler, geçici lezzetler peşinde koştuğunu anlar, ancak fânî dünyâ için çalıştığını görürsün. Sonra da, yarın Kıyâmetde Onun ümmetinden olmak, Ona uyanların arasında bulunmak istersin. Bu isteğin yersiz, bu düşüncenin uzak olduğunu Allahü teâlâ Kalem sûresi, 35 ve 36. âyetlerinde bildiriyor ve: «Biz âhirette müslümânları, mücrimler gibi mi yaparız. Size cehâletten ne hâl erdi, nasıl, hüküm veriyorsunuz» buyuruyor.
Meşhur hadîs-i şeriflerde geldi ki: «İnsanların bozulduğu, yolların, milletlerin ayrıldığı zamanda sünnetime yapışana yüz şehîd sevâbı vardır. O zaman sünnetimi elde tutmak, ateş korunu elde tutmak gibidir. Onu ne atabilir, ne de tutabilir.»
Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Bir zaman gelir, o zaman sünnetim eskir (kıymet verilmez), bid’atler çıkar. Sünnetime uyan garîb olur, yalnız kalır. İnsanların çıkardığı bid’atlere uyan elli hattâ daha çok arkadaş bulur» buyuruldu. Eshâb-ı kirâm (aleyhimür-rıdvân) bizden sonra bizden üstün kimse olur mu? dediler. Resûlullah, «Evet» buyurdu. Yâ Resûlâllah! Onlar sizi görürler mi? dediler. «Hayır» buyurdu. Yâ Resûlâllah! O zamanda onlar nasıl olurlar? dediler. Cevabında: «Sudaki tuz gibi. Suda tuzun erimesi gibi kaibleri erir» buyurdu. Eshâb-ı kirâm, yâ Resûlâllah! O zaman onlar nasıl yaşarlar? diye sordular. Resûl (aleyhisselâm) «Sirke içindeki kurt gibi» buyurdu. Yâ Resûlâllah! Dinlerini nasıl korurlar? dediler. «Avuçtaki ateş koru gibi. Bırakırsa söner, tutar veya sıkarsa elini yakar» buyurdu. Ravdatü’l-ulemâ’da da böyle yazıyor.
Uyulması gereken sünnet, ilk asrın şerefli insanlarının yürekden sarıldıkları sünnettir. Bu insanlar, hayır, salâh ve rüşd ile müjdelenmiş, Seyyidi’l-âlemînin ve Hulefâ-i râşidînin asrında yaşıyanlardır. Onlardan sonra da Tâbiîn zamanıdır. Daha sonra onların yollarına uymayan şeyler çıkdı. Onlar bid’atlerdir. Dindeki bütün bid’atler dalâlettir, sapıklıktır. Nitekim Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dînimizde olmayan bir şeyi çıkaran kimsenin çıkardığı şey reddedilir» buyurmuştur. Bundan anlaşılıyor ki, onların yollarına uymıyan, dindeki her bid’at sapıklıktır. Yoksa, âlimlerimiz bildiriyor ki, din ilimleri ile meşgul olmak ve onları yaymak gibi bid’atler bid’at-i hasenedir, makbûldür. Resûlullah’ın ve Eshâbının yolura uymayan bid’atler bid’at-i seyyiedir, kötüdür. Âlimler her kötü bid’ate karşı çıkmış, yayılmasına engel olmağa çalışmışlardır.
Meşârık şerhinde diyor ki, âlimler, bid’atler beşdir dediler:
Birincisi, mülhid, zındık ve bunlar gibi bozuk fıkraları reddetmek için deliller tanzim etmek gibi olup vâcibdir.
İkincisi: Kitâb yazmak, medrese ve benzeri binaları yapmak gibi hayırlı işler olup, mendûbdur.
Üçüncüsü, din kardeşlerine ziyâfetde çeşidli yemekler hazırlamak gibi olup mübahdır.
Dördüncüsü, mekrûh,
Beşincisi, harâm olan bid’atler olup bunlar bellidir. Eshâb-ı kirâm (aleyhimür-rıdvân) Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) zamanında görmedikleri bir işi yapanı veya bir âdet ortaya çıkaranı gördüklerinde, az olsun, çok olsun, büyük olsun, küçük olsun, ibâdetlerde, muamelâtta, zikirde olsun şiddetle reddederlerdi.
Kitâbın müellifi (rahimehullah), sünnet kelimesi ile, bâzen Resûlullah’ın sünnetini, bâzen ehl-i sünnet ve cemâatin, bâzen selef-i sâlihînin yolunu, bâzen da müslümanlığın, İslâm dîninin bir sünnetini kasd etmektedir. Sünnet, tarikat, yol mânasında olup Resûlullahın yolu, İslâm dîni mânasınadır. Bâzılarının zannettiği gibi yalnız Resûlullah’ın sünneti değildir.
Ravdatü’n-nâsıhîn kitâbında diyor ki: Sünnet, lügatta iyi veya kötü mânada, yola denir. Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir kimse iyi bir yol, çığır açarsa, onun ve kıyâmete kadar onunla amel edenlerin sevâbı kadar sevâb alır. Kötü bir yol, çığır açan da onun günâhını ve kıyâmete kadar o kötü işi işliyenlerin günâhını alır» buyurmuşdur. Şerîatte sünnet, yapmak ve yaymakla emrolunduğumuz yoldur. Tarîkatte sünnet, en sağlam, en doğru yola verilen isimdir.
Dînimizde bildirilen sağlam senedli ve sahih metinli konularda araştırma ve tartışmaya girmemelidir. Zîra bu konudaki münâkaşalar insanı dinden uzaklaştırır, sapıklığa yol açar. Bu ümmetin zekî, anlayışlı, bâtılı çürütme yeteneğine sâhib olamayan çoğunluğu için böyledir. Geçmiş ümmetler, uzun münâkaşa ve çok kıyl ü kâl (dedikodu) yaptıkları için helâK olmuşlardır. Bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) dedikoduyu yasaklamıştır.
Sünnete çok sıkı yapışmalıdır. Sünnet ile amel etmeli, başkalarını sünnete çağırmalı ve sünnet ile hükm etmelidir. Bir hadîs-i şerîfde: «Benim sünnetime ve sizi hidâyete sevk eden büyük halîfelerimin sünnetine yapışınız. Sünnetleri azı dişlerinizle ısırınız» yanî hepsini yapınız buyurmuştur. Bid’at ehlinin sözlerine kulak vermemeli, kendilerine meyi etmemeli, yanaşmamalıdır. Çünki dînimiz bid’at işliyenleri sevmeği, sözlerini dinlemeği yasaklamakda ve bu konuda şiddetli cezâ ve azablar bildirmekdedir.