ZEKÂT, SADAKA VE SÜNNETLERİ
Zekât malı korur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Mallarınızı zekât ile koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedâvi ediniz. Belâ dalgalarını —diğer bir rivâyette— belâ çeşitlerini duâ ve tazarru’ ile karşılayınız» buyurmuştur. Bunu Hasen-i Basrî (rahimehullah) rivâyet etmiştir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hadîs-i şerifi Eshâbına beyân ederken, bir nasrânî oradan geçiyordu. Hadîs-i şerifi dinledi. Gidip malının zekâtını verdi. Kendi kendine: «Eğer doğru söylüyorsa ortağımda olan malıma bir zarar gelmez, korunur. O zaman ona îmân eder, müslümân olurum. Eğer sözü yalan çıkarsa kılıcımla onu öldürürüm» dedi. O sırada Mısır’a ticaret için gitmiş olan ortağının bulunduğu kafileden bir mektûb geldi. Hırsızlar yolumuzu kesti. Mallarımızı, develerimizi ve yanımızda olan her şeyi aldılar diye yazılı idi. Nasrânî bunun üzerine: «Mallarınızı zekât ile koruyunuz…» sözü yalan çıktı diyerek, Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) kati etmek niyeti ile kılıcını kuşandı. O sırada ortağından bir mektûb aldı. Mektubda: «Üzülme! Ben kafilenin önündeydim.. Devemin ayağı incindi, falan handa kaldım. Kafile ileri gittiler, onları eşkıya soydu. Ben bütün malımla emniyet ve selâmetteyim» diye yazılı idi. Nasrânî mektubu okuyunca, demek ki Muhammed (aleyhisselâm) doğru söylemiş, hak Peygamberdir dedi. Resûlullah’ın huzûruna gitti. Yâ Muhammed! (aleyhissalâtü vesselâm) Bana İslâmî arz et, müslümân olacağım dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) İslâmî arz etti. Nasrânî müslüman oldu (Ravda).
Zekât namazın yanında zikredilmiştir. Kur’ân-ı kerîmde çok yerlerde: «… Namazınızı kılınız ve zekâtı veriniz» buyurulmaktadır. Namaz ve zekâttan yalnız birini yerine getirmek olmaz. İkisi birden yapılmalıdır. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma: «Yâ Mûsâ! Namaz ve zekât ikizdirler, biri yapılmadan ötekini de kabûl etmem» buyurmuştur.
Sadaka, karıştığı malı helâk eder. Âişe (radıyallahü anhâ) dan bildirilen bir hadîs-i şerîfde: «Sadaka veya zekât bir mala karışırsa o malı ifsâd eder» buyurulmuştur. Bu hadîs-i şerîfde iki mâna düşünülebilir. Birisi, sadakası verilmeyen malın mutlaka helâk olacağıdır. Nitekim Ömer (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği: «Karada ve denizde malın telef olmasına sebeb, zekâtın verilmemiş olmasıdır» hadîs-i şerifi buna delildir. Diğeri, bir insan, ihtiyacı yok iken, zekât malı alıp kendi malına karıştırırsa bu zekât malı kendi öz malını da helâk eder.
Tergîb kitâbında da böyledir. İmâm-ı Ahmed (rahimehullah) bunu böyle açıklamıştır. Tenbîhü’l-gâfilîn’de diyor ki: Malının zekâtını vermeyenin Allahü teâlâ malını korumaz. Sadaka vermeyen kimsenin Allahü teâlâ âfiyetini önler. Kim uşur vermezse, Allahü teâlâ onun toprağının bereketini kaldırır. Düâ etmeyen kimseden icâbeti kaldırır. Namaza gevşek davranan kimsenin de son nefesinde kelime-i tevhîd getirmesine mâni’ olur. Bu âkıbetten Allahü teâlâ’ya sığınırız.
Sultânın, zekâtı zenginlerden alıp fakirlere dağıtacak kimseyi ta’yîn etmesi sünnettendir. Bu işi yapan (sâ’î) Allah yolunda cihad eden gâzî sevabı alır. Râfi’ bin Hudeyc (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Hakkı ile Allahü teâlâ’nın rızâsı için zekât toplayan âmil, âilesine dönünceye kadar Allah yolunda cihâd eden bir gâzî gibi sevâb alır» hadîs-i şerîfini duyduğunu bildirmiştir. Zekât toplayan memur, zekâtı, düşük ve kıymetli mallardan değil de orta değerli mallardan alır. Mal sâhibi zekâtı için bir ay belirtir. Bir ayı tecavüz etmez. Çünki bunda gecikme olur. Zekât vâcib olduktan sonra özürsüz geciktiren günâha girer ve şer’an, adâleti gittiği için de şâhidliği kabûl olmaz. Şerh-i Nikâye, biz bu sözü alırız dedi. Zekâtı seve seve vermeli, cimrilikten kaçınmalıdır. Bir hadîs-i şerîfde: «Çok cimri olmaktan sakınınız. Sizden öncekileri aşırı cimrilik helâk etmiştir» buyurulmuştur. Hayvan zekâtı ve toprak mahsullerinin uşrunu toplayan memur (sâ’î), vazifesini gönül rızâsı ile yapmalıdır. Zenginlerin hayvan zekâtını ve uşrunu evlerine giderek almalı, onları yanına çağırmamalıdır. Zekâtları alınca, zekât verenlere hayır duâ etmelidir. Bunlar farz sadaka, yanî zekât hakkındadır. Nâfile sadakalara gelince :
Nâfile sadaka, ateşin suyu söndürdüğü gibi günahları söndürür. Yetmiş tane kötü neticeyi önler. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sadaka Rabbin gadabını söndürür ve kötü bir halde ölmeyi önler» buyurmuştur. Kötü neticelerden birkaçı; çok fakir duruma düşmek, şiddetli ağrısı olan bir hastalığa tutulmak, Allahü teâlâyı zikretmeyi unutmak, küfrân-ı ni’met etmek, yıkılma, boğulma, yangın ve âni ölümdür. Hadîs-i şerîfde: «Geçmiş üzüntüleri ve gelecekte olabilecek sıkıntıları sadaka ile gidermeye çalışınız. Allahü teâlâ böylece sizi sıkıntıdan kurtarır, düşmanlarınıza karşı size yardım eder, musibet hâlinde ayağınızı sâbit kılar» buyurulmuştur. Mâlik bin Dinâr (rahimehullah)’dan naklen Hâlisa kitâbında diyor ki: Yırtıcı bir hayvan bir çocuğu kaptı. Annesi fakire bir yufka ekmek sadaka verdi. Yırtıcı hayvan hemen çocuğu ağzından bıraktı. Kadına: «Bir lokmaya bir lokma» diye nidâ edildi. Başka bir hadîs-i şerîfde: «3 hasleti kendinde bulunduran aşırı cimrilikten kurtulur. Malının zekâtını seve seve vermek. Misâfire iyi muamelede bulunmak. Cihâd için mal vermek» buyurulmuştur.
Zekât veya sadakayı verirken âciz kimselere tâatte bulunmalarına yardım etmeği niyet eder. Bunun için malının en güzel kısmından verir. Vereceği kimselerde de vera’ ve takvâ ehli olmasına, dilencilik etmemesine bakılır. Bostan kitâbında diyor ki: Osman (radıyallahü anh) mescid duvarının dibinde uyuyan Ebû Zer (radıyallahü anh)’ın yanından geçerken, kölesine birkaç altın vererek: «Burada otur. Bu adam uyanınca bu altınları ona ver. Eğer kabûl ederse, sen hürsün» buyurur. Köle oturup Ebû Zer’in (radıyallahü anh) uyanmasını bekler. Uyanınca altınları verir; fakat kabûl etmez. Köle, bunları alın, zira alırsanız âzâd olacağım der. Ebû Zer (radıyallahü anh), alamam, çünki onlarda benim köle olmam vardır buyurur. Araştırma yaptıktan sonra kim olursa olsun vermelidir.
At üzerinde gelse de sâil’in, dilencinin hakkı vardır. Bu konuda Enes bin Mâlik’in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf vardır. Tamamı Ravda kitâbında mevcuttur. Bir kısmında: «Sâil Allahü teâlânın müsâfiridir. Ona veren Allahü teâlâya vermiş olur. Vermeyen Allah’a (Allah için) vermemiş olur» buyurulmuştur. Bir kimse hazret-i Muâviye’ye (radıyallahü anh): «Bize istemeden ver. Biz istedikten sonra verirsen, yüz suyumuzun karşılığı olur» dedi. Bunun için dilenmek —az olsun, çok olsun— verilen şeyin karşılığı, değeridir denilmiştir. Dilenciyi geri çevirmemelidir. Güler yüz, tatlı söz ile de olsa, az bir şey vermek suretiyle de olsa, fakîri gönül hoşluğu ile göndermelidir. Hazret-i Ömer’in âzâdlı kölesi Abdurrahmân-ı Sülemî’nin (radıyallahü anhümâ) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dilenci bir istekte bulunduğu zaman sözünü bitirinceye kadar kesmeyiniz. Sonra ona vekar içinde ve yumuşak bir şekilde cevab veriniz. Yâhud az bir şey veriniz veya redd-i cemîl ile gönderiniz. Zîra insan ve cin olmayan biri gelip Allahü teâlâ’nın size verdiği malı, mülkü ne yaptığınızı gözetir» buyurmuştur. Burada insan ve cin olmayan kimse ile melek kasdedilmiştir.
Hâlisa’da diyor ki, hazret-i İsâ aleyhissalâtü vesselâm buyurdu ki: «Dilenciyi kapısından boş çeviren kimsenin evinin önünden yedi gün melek geçmez. Allahü teâlâ’dan gelen fakirliğe râzı olarak ölen fakirden daha zengin olarak hiç kimse Cennete giremez.»
Sadakayı kendisi ve âilesinin artanından vermelidir. Kendisinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarından, rızkından kesip vererek sadakada haddi aşmamalıdır. Tenvîr’de diyor ki: «Fakîr olsun, zengin olsun çoluk çocuğunun yiyeceğini fakirlere dağıtarak onları aç bırakmak haramdır. Ancak izin verirlerse, sadaka vermesine râzı olurlarsa verilebilir.
Tergîb’de Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)in: «Ey ümmet-î Muhammed! Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemîn ederim ki, muhtâc akrabası dururken başkasına sadaka veren kimsenin sadakasını Allahü teâlâ kabûl etmez, Nefsim, yed-i kudretinde olan Allah’a yemîn ederim ki, Kıyâmet günü o kimsenin yüzüne de bakmaz» hadîs-i şerifi yazılıdır. Rivâyet olundu ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)’e birisi, altından bir yumurta getirdi. Peygamber efendimiz, o kimsenin, bundan başka malı olmadığını ve elinde birşey olmayınca sabr edemiyeceğini bildiği için, mübârek parmakları ile, yumurta şeklindeki o altını, verene doğru yuvarladı.
Sadakayı vermekde erken davranıp belâyı çabuk önlemelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sadakayı erken veriniz. Çünki belâ sadakanın ardında duramaz» (Hâlisa) kitâbında böyle diyor. Leys bin Sa’d (rahimehullah), 360 fakire sadaka vermeden konuşmazdı. Son derece cömert idi. Her gün bin dinâr geliri olduğu halde, ona zekât farz olmadığı söylenmektedir. Hârun Reşîd Mâlik bin Enes’e (rahimehullah) 500 dinâr (altın) gönderdi. Leys bunu duyunca, bin dinâr gönderdi. Hârun Reşîd buna kızdı. Ben 500 dinâr veriyorum. Sen benim tab’amdan olduğun halde bin dinâr veriyorsun dedi. Leys, yâ Emîre’l-mü’minîn! Benim her gün bin dinâr kazancım var. Bir günlük kazancımdan daha az vermeğe hayâ ederim dedi (İhyâ).
Sadakayı gizli vermeli, açığa vurmamalıdır. Abdullah ibni Mes’ud (radıyallahü anh) rivâyetiyle Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Üç kimseyi Allahü teâlâ sever. Gece kalkıp Kur’ân-ı kerîm okuyanı. Sağ eli ile sadaka verirken sol elinden bile gizliyeni. Bir müfrezede harp ederken, arkadaşları dağıldığı zamanda düşmana karşı savaşanı» buyurmuştur. Seriyye, müfrezelerin hayırlısı, dörtyüz kişi olanıdır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «7 kimse vardır ki, Allahü teâlâ onları, gölgesinden başka bir gölge olmadığı bir günde gölgelendirir. Adil hükümdar. Allahü teâlâ’ya ibâdette bulunarak büyümüş genç. Tenhâ yerde Allahü teâlâ’yı zikredip gözlerinden yaş akıtan kimse. Kalbi daima câmie bağlı olan kimse. Allahü teâlâ için birbirlerini seven 2 kişi. Mevki sâhibi ve güzel bir kadın, kendisine çağırdığı halde ben Allah’dan korkarım diyen kimse. Sağ eliyle verdiği sadakayı sol elinin bilmediği şekilde gizli sadaka veren kimse» buyurmuştur.
Bakara sûresi, 271. âyet-i kerîmesinde: «Sadakaları (zekâtı) açık olarak verirseniz, o ne güzel! Eğer fakirlere gizli olarak verirseniz sizin için daha hayırlıdır» buyurulmuştur. Bu sebeble selef müslimanları bu hususta pek dikkatli davrandılar. Hattâ bazıları sadaka verenin kim olduğunu bilmemesi için, âmâ fakir ararlardı. Bâzıları vereceği sadakayı uyuyan fakirin elbisesine iliştirirdi. Bazıları da geçerken alsın diye fakirin yolu üzerine koyardı.
Verdiği sadakanın sevabını, vefat etmiş anne ve babasına bağışlamalı, kapıya gelen dilenciyi koğmamalıdır. Böyle yapan kimsenin bin sene Cehennemde azab göreceği haberde vârid olmuştur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellemj’in: «Dilenciyi üç kere red ettiğin halde gitmezse yine onu koğman gerekmez» buyurduğu Keşşâf’da yazılıdır. Sadaka verecek bir şey bulunmadığında: «Allah bizi de, seni de rızıklandırsın» demelidir. Daha önce geçen redd-i cemîl, güzelce, tatlılıkla red etmek, böyle söylemektir denildi. Yukarıda Abdürrahman-ı Sülemî (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde geçtiği gibi dilencinin sözünü kesmemeli, ya az bir şey vermeli, ya da redd-i cemîl ile red etmelidir. Hasen bin Sâlih’in (rahimehullah) kapısına yatsı vakti bir dilenci geldi. Elinde yanan bir çıra ile çıktı. «Sana verecek bir şeyimiz yok. Bu çırayı al da sana bir şeyler verebilecek kimsenin evine, bunun ışığında gidersin» dedi.
Habîb-i Acemî’nin, uyanmasının sebebini Abdullah ibni Mübârek (Rahmetullahi aleyh) şöyle anlatıyor. Bir gün balık alıp evine getirdi. Tavaya koydu. O sırada bir dilenci eve geldi. Ona bir şey vermeden geri çevirdi. Tavaya tekrar baktığında, kan ile dolu gördü. Bundan büyük bir ders alıp bütün malını vererek fakirliği tercîh etti.
Kapıya dilencinin gelmesini ganimet bilmelidir. Selef-i sâlihîn, kendilerine dilenci veyâ misâfir gelmeyince: «Acaba benim ne günâhım var ki, kimse gelmiyor» derlerdi. Alî (kerremallahü vecheh) ağladı. Sebebini sorduklarında: «7 gündür hiç bir misâfir gelmedi. Allahü teâlâ’nın beni kötü, aşağı kılmasından korkuyorum» buyurdu (İhyâ).
Dilenciye, verdiklerini başına kakarak saymamalıdır. Gerçekte minnettâr kalınacak fakirdir. Çünki fakir zenginden mal almakla zenginin malını temizlemekte ve sevaba kavuşturmaktadır. Görmez misiniz, dünyadaki zararından korktuğunuz için vücûdünüzden kan aldırdığınızda, vücûdunuzdan kan aldığı için hacamatçıya kızar mısınız, yoksa minnettâr mı kalırsınız. Bunun gibi fakîr de sizin malınızı almakla içinizdeki cimrilik pisliğini temizlemekte ve âhıretteki zararından kurtarmaktadır. O halde sadaka verdiğimiz fakire minnettâr kalmalıyız. Sadaka verdiğinde fakirden bir karşılık, teşekkür, düâ ve senâ beklememelidir. Yalnız Allahü teâlâ için vermelidir. Âişe (radıyallahü anhâ)’nın hânesine bir dilenci geldi. Hizmetçisine, fakire bir şey vermesini söyledi. Hizmetçisi bir şey verdi. Fakir, Allahü teâlâ size bereket versin dedi. Âişe (radıyallahü anhâ) hizmetçisine fakîrin ne dediğini sordu. Hizmetçi söyleyince, «Hemen fakire yetiş, Allahü teâlâ size de bereket versin diye söyle ki verdiğimiz sadakanın sevabına kavuşalım» buyurdu.
Şerhu’l-hatîb kitabında diyor ki: Hâlis olarak Allahü teâlâ’nın rızâsı için sadaka vermenin ma’nâsi; meşhur olmayan, akranlarından ayrılmış, arkadaşlarından uzak, dostların tard ettiği, kimsesi olmıyan, sokaklarda avuç açmayan, çarşılarda dilenerek dolanmayan fakirlere vermektir. Kendisini övecek, ileride fâidesi olacak, hizmet edecek, düâ ile karşılık verecek, etrafa dili ile yayacak fakire de vermemelidir. Riyâ, gösteriş, desinler için de vermemelidir. Diğer taraftan kendisini ziyârete gelmediği, hastalığında hatırını sormadığı, hiç bir iyiliğini görmediği fakirlerden de sadakayı esirgememelidir. Ancak vereceği sadakayı, günah yerlerde harcayacağı, düşmanlıkta kullanacağını iyice bildiği fakirlere vermemelidir.
Dilenen fakire vâsıtasız bizzat eliyle vermelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 2 hususta başkasını vekil etmezdi. Fakire mübarek eliyle verirdi. Abdest suyunu geceden hâzırlar, üstünü örterdi. Kalbi rikkat hâlinde iken fakire vermeği ganimet bilmelidir. Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), dilenci çok olunca hangisine verelim diye suâl edildiğinde: «Kalbinizde rikkat, incelik hâsıl eden fakire verin. Çünki bu, fakirin gerçekten, muhtâc olduğunun alâmetidir» buyurdu. Fakire malından, sadaka için seçip ayırdığını vermelidir. Ayırdığı malı hemen vermelidir. Çünki unutabilir, kendisini sonradan hırs, tama’ kaplıyabilir veya başka bir âfet gelebilir. Kanâatkâr, mü’min fakire vermelidir. Kendisine verilenden fazlasını istemeyen fakir kanaatkârdır. Ebû Sa’îdi’l- Hudrî (radıyallahü anh) dan bildirildi: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) altın dağıtıyordu. (Sadaka, zekât veya ganimet olabilir). Bir adam gelip: «Yâ Resûlâllah! Bana da ver!» dedi. Resûl (aleyhisselâm) verdi. Sonra 3 kere daha gelip, biraz daha ver dedi ve arkasını dönüp gitti. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir kimse geliyor, veriyorum. 3 kere daha gelip istiyor, yine veriyorum. Sonra arkasını dönüp gidiyor. Evine döndüğünde elbisesinde ateş taşımış olacaktır» buyurdu (Et- tergîb).
Başkasından aldığında, kerih göreceği bir mail sadaka vermemelidir. Allahü teâlâ Nahl sûresi, 62. âyet-i kerîmesinde: «Onlar Allahü teâlâya kendilerinin bile hoşlanmadıkları şeyi isnad ederler» buyurmaktadır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) de: «Elbette Allahü teâlâ tayyibdir. Ancak tayyib olanı kabûl eder» buyurmuştur. Bunun için kendisinin beğendiği maiı sadaka vermelidir. Alî bin Ebî Tâlib (radıyallahü anh) sadaka vereceği zaman kesesindeki altınlardan iyisini seçer onu verirdi. Bulamadığı zaman elbiselerinden en güzelini sadaka ederdi. Defterimde: «Sadaka vereceği zaman iyilerini kendi için alıkoyar, kötülerini sadaka ederdi» şeklinde bir yazı okumaktan hayâ ederim buyururdu. Sadaka olarak verdiğini, bir karşılık vererek veya kendisine satılmasmı veya hediye edilmesini istiyerek geri almayı düşünmemelidir. Verdiği sadakayı fakirin başına kakmamalıdır. Bakara sûresi, 264. âyet-i kerîmesinde Allahü teâlâ: «İnsanlara gösteriş, riyâ için malını infâk eden kimse gibi siz de sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet vererek ibtâl etmeyiniz» buyurmuştur. Yukarıda anlattığımız gibi fakîrin sana değil, senin fakire minnettâr kalman, teşekkür etmen gerekir.
Az da olsa verdiği şeyi hakîr görmemeli, gücü yettiği kadar vermelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yanık bir koyun tırnağı da olsa verip fakiri red etmeyiniz» buyurmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Yaptığınız mâruf şeyleri küçük görmeyiniz. Bir kardeşinizi güler yüz ile karşılamanız bile yeter» buyurmuştur. Mâruf şeyler, Allahü teâlâ’nın rızâsına uygun söz ve fiillerdir. Müslimanlarla karşılaştığında yüzünü asmayıp güler yüzlü olmak, lütufkâr davranmak, kalblerine sürür vermek lâzımdır. Müslimanların kalblerine sürür ulaştırmak sadakadır (Şerhi Mesâbîh).
Sadakanın çeşitleri vardır. Hepsini ganîmet bilmelidir. Yolunu sapıtmış kimselere yol göstermek sadakadır. Yoldan, eziyet veren şeyi kaldırmak sadakadır. Dilinde rekâket olan kimseye, başkasına bir şey anlatırken anlaşılmasında yardımcı olmak da sadakadır. Mûsâ aleyhisselâmin dilinde de rekâket vardı. Tâhâ sûresinde: «Lisânımdaki ukdeyi çöz» diye düâ etmiş, Allahü teâlâ da: «Muhakkak ki, dileğin sana verilmiştir» buyurmuştur. Mûsâ aleyhisselâmın dilindeki rekâket, Fir’avn’ın evinde ağzına aldığı ateşten kalmıştı. Hazret-i Alî’nin oğlu Hüseyin (radıyallahü anhümâ)’nın da dilinde rekâket vardı. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu rekâket için: «Amcası Mûsâ’dan mîras kaldı» buyurmuşlardır. Bâzı tefsirlerde böyle anlatılmıştır.
Sadaka diye niyet edilen her iş sadaka sayılır. Tesbîh, tehlîl ve tekbîrler, haramlardan korunmak için zevcesine yaklaşmak, iki kişinin arasını adâletle bulmak, hayvana yük kaldıran veya indiren kimseye yardım etmek, tatlı söz söylemek hep sadakadır. Adiyy bin Hâtem (radıyallahü anh) bildiriyor: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Cehennemden bahsetti. Sonra yüzünü çevirip ondan 3 kere Allahü teâlâ’ya sığındı. «Yarım hurma ile de olsa Cehennemden sakının. Eğer bulamazsanız tatlı söz ile ondan korunun» buyurdu (Hâlisa).
Bir müsliman kardeşinin yüzüne tebessüm etmek sadakadır. Namaza atılan herbir adım sadakadır. Sadaka niyeti ile kendine ve çoluk çocuğuna yaptığı masraflar sadakadır. Misâfirine ve hayvanlara yaptığı masraflar da niyet etmekle sadaka yerine geçer. Bütün bunlara tâat diye niyet edilirse, tâat olur. Niyet edilmezse olmaz. Kirmanî’nin Buhârî şerhinde böyledir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir müslümânın, sevâbmı Allahü teâlâ’dan isteyerek âilesine bir masraf yapması onun için sadakadır» buyurmuştur. Mubahlar niyet ile tâat olur. Eğer çocuğuna, onu sevdiği için bir şey alırsa, veya hanımına şehveti sebebi ile bir şey alırsa sevab elde edemez. Ağaç dikmek veya insan, hayvan, kuşlar yesin diye ekin ekmek de sadakadır. Her ne sebeble olursa olsun, bir kimsenin malından yenildiği zaman o kimse sevab alır. Hadîs-i şerîfde: «Kendisinden çalınan malda da sadaka vardır» buyuruldu. İmâm-ı Nevevî (rahimehullah) diyor ki: Hayvanların veya kuşların telef ettiği şeylerde de müslümana ecir vardır (Et-tenvîr).
Fâideli ilim öğretmek de sadakadır. Bir su yolu açmak veya su kuyusu kazmak da sadakadır. Sa’d bin Ubâde (radıyallahü anh), Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) yâ Resûlâllah! Sa’d’ın annesi vefat etti. Onun için hangi sadaka daha faziletlidir? diye sordu. Cevabında : «Su, bir kuyu kaz. Bu Sa’d’ın annesi içindir» buyurdu. Bir mescid bina etmek, geride kalanlara bir Mushaf bırakmak, meselâ vakfetmek de sadakadır. Vefatından sonra kendisi için istiğfar edecek bir velî bırakmak da sadakadır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anhj’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İnsan öldüğü zaman ameli ondan kesilir. Ancak 3 şeyden kesilmez. Sadaka-i câriye. Fâidelenilen ilim. Kendisine düâ edecek sâlih bir evlâd» buyurmuşlardır. Sadaka-i câriye, vakıf gibi devam eden sadaka demektir. Fâidelenilen Mimden umumî mâna kasd edilmiştir. Geriye bıraktığı, içinde öğrenmeye ihtiyaç duyulan bilgileri, şer’î ilimleri öğreten bir kitab okundukça sâhibine sevab kazandırır. Fâideli olmayan ilmin ecri olmaz. Sâlih olmayan evlâddan babanın bir ecri olmayacağı için hadîs-i şerîfde sâlih evlâd buyurulmuştur. Düâ edecek sâlih evlâd, buyurulması, çocukları babalarına duâ etmeğe teşvik içindir, yoksa şart değildir. Çünki sâlih evlâdın bütün sâlih amellerinden aldığı sevabdan babası da istifâde eder. Oğlu duâ etse de, etmese de bu böyledir. Ağaç diken kimse de, meyvesinden yendikçe, meyve yiyen düâ etse de etmese de sevâba kavuşur. Şerh-i Meşârık’da böyledir.
Ehl-i islâma istiğfar etmek de sadakadır. Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salevât-ı şerîfe getirmek de sadakadır. Dişi hayvanın yavru yapması için, erkeğine katmak da sadakadır. Allah yolunda bir hayvana yük yüklemek de sadakadır. Kullanmak için kova vermek, iki hasmın arasını düzeltmek de sadaka sayılır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İki kişi arasını bulman sadakadır» buyurmuştur. Zâlimi zulmünden alıkoymak da sadakadır. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Sadakanın efdali iki kişinin arasını bulmaktır» buyurmuştur. Tenvîr’de de böyledir. Âlimlerden biri (rahimehullah) şöyle demiştir: 8 şeyi yapmaktan âciz olan, diğer sekiz şeyi yaparak yapamadıklarının sevabına kavuşsun.
1) Gece namazı sevabına kavuşmak isteyip de uyanamayan, gündüz Allahü teâlâ’ya isyân etmesin.
2) Nâfile oruç sevabına kavuşmak isteyip de tutamıyan, dilini boş; sözden muhafaza etsin.
3) Âlimlerin fazîletine erişmek isteyen tefekkür etsin.
4) Mücâhid ve gâzîlerin üstünlüğünü irâde eden, evinde oturup şeytân ile mücâhede etsin.
5) Hac etmek isteyip de yapamıyan, cum’aya devam etsin.
6) Allah için mal, para vermek isteyip veremiyen, elini göğsünün1 üzerine koyup kendisi için beğendiği şeyi, din kardeşi için de beğensin.
7) Sadakanın faziletini isteyip de âciz olan, ilimden işittiklerini insanlara öğretsin.
8) Âbidlerin faziletine kavuşmak isteyen, insanların arasını islâh etsin ve aralarına düşmanlık sokmasın (Ravdatü’n-nâsıhîn).
Hadîs-i şerîfde bildirildi ki: «Allahü teâlâya îtimâd edip sevâbını da. O’ndan ümmîd ederek 3 şeyi yapan kimseye Allahü teâlâ muhakkak yardım eder ve yaptıklarını onun için mübârek kılar. Bunlar: Kölesinin âzâd olmasına çalışan, iffeti için evlenen ve ölü araziyi canlandıran kimselerdir.»
En efdal sadaka, ister rahm, yanî kendi ister, hanımı tarafından, ister süt ile olsun, akrabaya vermektir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: «Yoksula verilen sadaka bir sadakadır. Zî-rahm akrabaya verilen sadaka, sadaka ve sıla-i rahm olmak üzere, iki şey yerine geçer.»
Zeyneb (radıyallahü anhâ) anlatıyor: Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem)’e gittim. Ensârdan bir kadını da kapıda buldum. Onun hâceti de benimki gibi idi. Resûluilah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir heybet kaplamış, kimse evine girmeğe cesâret edemiyordu. Bilâl (radıyallahü anh) yanımıza geldi. Kendisine, «Resûlullah’a haber ver ve kapıda iki kadın bekliyor. Sizden, kocalarına ve evlerindeki yetimlere verecekleri sakaların kabûl olup olmayacağını soruyorlar» diye söyle. Kim olduğumuza da söyleme» dedik. Bilâl (radıyallahü anh) içeri girdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Onlar kimdir?» diye sorunca, Zeyneb ve bir kadın diye cevab verdi. «Hangi Zeyneb?» diye süâl buyurunca «Abdullah bin Mes’ûd’un hanımı» diye cevab verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm): «Evet, onlar iki ecir alırlar. Akrabalık ecri ve sadaka ecri» buyurdular.
Tenvîr’de diyor ki: Bu hüküm nâfile sadakada geçerlidir. Zekâtta İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye (rahimehullah) göre kadın kocasına zekât veremez. 2 İmâma göre (rahimehümallah) ise bir kadın kocasına zekât verebilmektedir. Bilâl (radıyallahü anh)’a tenbih ettikleri halde isimleri söylemiştir. Çünki Resûlullah’a cevab vermek farzdır, başkalarına değildir.
Akrabâya verilen sadakadan daha efdali, kendisine gizli düşmanlık besleyen ve sıla-i rahmi terk eden akrabasına vermektir (Et-tergîb).
Sıhhatte iken verilen sadaka, hasta iken verilen sadakadan efdaldir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), yâ Resûlâllah, hangi sadaka daha faziletlidir diye soran kimseye: «Sıhhatli, aşırı cimri, fakirlikten korktuğun, zengin olmağı düşündüğün zaman verdiğin sadaka çok kıymetlidir. Sadakayı can boğaza geldiği zaman bu talanındır, şu filânındır diyeceğin zamana bırakma. O zaman o mallar zaten o falan kimselerin olmuştur» buyurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «Bir kimsenin hayâtında bir dirhem sadaka vermesi, ölüm ânında 100 dinâr sadaka vermesinden daha iyidir. Çünki nefse zor gelen her işin sevabı daha çoktur», diğer bir hadîs-i şerîfde: «Ölüm ânında sadaka veren veya köle âzâd eden kimse, doyduktan sonra hediye veren gibidir» buyurmuştur. Tok iken hediye vermek nefse ağır gelmez. Aç iken hediyye vermek zordur. Bunun için sıhhatte iken sadaka vermekle hasta iken sadaka vermek arasında fark vardır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) en efdal sadakayı sorduğunda: «Fakirin isteyerek verdiği sadakadır» buyurdular. Fakir, açlığa, yoksulluğa dayanıklı, sabırlı olup, bir günlük veya daha fazla nafakası varken isteyerek, gönül hoşluğu ile sadaka verirse çok kıymetli olmaktadır. Hakîm bin Hızâm (radıyallahü anh), yâ Resûlâllah! En hayırlı sadaka nedir? diye süâl ettiğinde: «Sadakanın hayırlısı zenginin, gönül hoşluğu ile değil de, içi yanarak verdiğidir» buyurdu. Buradaki zenginlik, mal zenginliği veya gönül zenginliği gibi umumî mânadadır. Birinci hadîs-i şerîfde fakîrin verdiği sadaka gönül zenginliği iledir. Her ikisi de hayırlıdır. İmâmüt-tayyibî (rahimehullah) diyor ki: Aynı soruya farklı cevabların verilmesi, şahıslara ve tevekkülün kuvvetine göre olmuştur. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) mütevekkil bir fakir idi. Hakîm bin Hızâm (radıyallahü anh) ise câhiliyyet devrinde olsun müslümanlıkta olsun zengin idi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) her ikisinin durumlarına göre cevab vermiştir.
Zenginin hâcetini fırsat bilmelidir. Onun bir ihtiyacı zamanında bir dirhem sadaka vermek, başkasına 70 dirhem sadaka vermiş gibidir. Ödünç vermek sadakadan efdaldir. İhtiyacı olan kimseye verildiği için ödünç vermenin 18 sevabı vardır. Sadaka, hediye ise ihtiyacı olmayan zengine de gidebilir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Mi’râc gecesi Cennetin kapısında «sadakanın sevabı 10 misli, ödünç vermenin sevabı 18 mislidir» yazıldığını gördüm» buyurmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfde: «Bir müslüman diğer bir müslümana bir kere ödünç verince 2 misli sadaka sevabı alır» buyurmuştur (Et-tergîb).
İşaret ehlinden birinden (rahimehullah) hikâye olundu: Allahü teâlâ hasenâtın, iyiliklerin sevâbını 10 misli ile sınırlamasına karşılık ödünç vermenin sevabını çok katlı bildirdi. Şöyle ki. Bakara sûresi, 245. âyet-i kerîmede: «Kim Allahü teâlâya güzel bir ödünç verirse, Allahü teâlâ da onun sevabını çok katlı arttırır» buyurmuştur. Allahü tealâ, sevaba çok buyurunca onun sınırı olmaz. Ne güzel demişlerdir: «Mal elinde bulunduğu sürece varislerinindir, sadaka verdiğin zaman senin olur.» Bakara sûresi, 110. âyet-i kerîmesinde: «Kendiniz için hayırdan, önceden yolladığınızı, Allahü teâlâ katında bulacaksınız» buyurulmuştur. Mal elde olduğu müddetçe fânîdir, sadaka verince bâkî olur. Nitekim Nahl sûresi, 96. âyet-i kerîmesinde: «Sizin yanınızda olanlar biter, tükenir. Allahü teâlâ’nın katında olanlar ise bâkîdir» buyurulmuştur. Mal elde olunca azalır, sadaka verince çoğalır (Hâlisa).
Müslüman kişi, oruç, sadaka ve benzeri şeyleri adamamalıdır. Bunları yerine getiremezse borçlu kalıp âhirette muâhaze olunur. Onun için en ihtiyatlı yol hiçbir şey adak etmemektir.