Ahlak-ı alai kitabının 6. babında güzel ahlakın çeşitleri bildirilmektedir. Bunlardan birisi de adalettir. Adalet 3’e ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmektir. Allahü teâlânın merhameti, nimetleri, ihsanları, her mahluka yayılmıştır. Nimetlerinin en büyüğü, kullarına saadet yolunu göstermesidir. Hakları yok iken, hepsini en güzel şekilde yaratmıştır. Ebedî, sayısız nimetler, iyilikler vermiştir. Böyle bir sahibe, yaratana ibadet etmek, Onun ihsan ettiği nimetlere şükretmek elbette lazımdır. Adalet için sahibinin hakkını gözetmek icap eder. Her insanın yaratanına karşı borçlu olduğu bu kulluk hakkını eda etmesi vâciptir.
Adaletin 2. kısmı, insanların hakkını eda etmektir. Hükümete, amirlere, kanunlara karşı gelmemek, âlimlere hürmet, emanetlere vefa, alış veriş haklarını eda, vaatlerini ifa etmek lazımdır.
Üçüncüsü, geçmişlerin haklarını eda etmektir. Bu da, onların borçlarını ödemek, vasiyetlerini ifa etmek, vakıflarını muhafaza ve bıraktığı hayrat ve hasenâtı devam ettirmekle olur.
İyilik edene, mal ile hizmet ile karşılığı yapılır. Bunu yapamayan, hamd ve sena, teşekkür ve duâ eder. Karşılık yapmayanın başına kakılır. Kötülenir. İncitilir. Çünkü, iyiliğe karşı, iyilik yapmak, insanlık vazifesidir. Böyle olunca, her iyiliği yapan, en büyük iyilik olarak, yok iken var eden, en güzel şekli veren, lüzumlu uzuvları, kuvvetleri ihsan eden, her birini bir ahenk ile işleterek sıhhat veren, akıl ve zeka bahş eden, çoluk çocuk, ev, ihtiyaç eşyası, gıda, içecek, elbiselerimizi yaratan yüce bir sahibe, bu nimetleri sebepsiz, karşılıksız ihsan eden ve her an yok olmaktan, düşmandan, hastalıktan muhafaza eden ve bize hiç ihtiyacı olmayan, sonsuz kuvvet, kudret sahibi olan, Allahü teâlâya şükretmemek, kulluk hakkını ödememek ne büyük kabahat, ne çok zulüm ve ne alçak bir vaziyet olur? Hele, Ona ve nimetlerin Ondan geldiğine inanmamak veya bunları başkasından bilmek en büyük zulüm, en çirkin yüz karası olur. Bir kimseye her ihtiyacı verilse, her ay yetecek para, gıda hediye olunsa, bu kimse, o ihsan sahibini her yerde herkese nasıl över. Gece gündüz onun sevgisini, teveccühünü, onun kalbini kazanmaya uğraşmaz mı? Onu derdlerden, sıkıntılardan muhafaza etmeye çalışmaz mı? Ona hizmet edebilmek için, kendini tehlikelere atmaz mı? Bunları yapmasa, o ihsan sahibine hiç kıymet vermese, herkes onu ayıplamaz mı? Hatta, insanlık vazifesini yapmıyor diye cezalandırılmaz mı? İyilik eden bir insanın hakkına böyle riâyet ediliyor da, her nimetin, her iyiliğin hakiki sahibi olan, hepsini yaratan, gönderen, Allahü teâlâya şükretmek, Onun beğendiği, istediği şeyleri yapmak, niçin lazım olmasın? Elbette, en çok Ona şükretmek, en çok Ona itaat etmek, ibadet etmek lazımdır. Çünkü, Onun nimetleri yanında başkalarının iyilikleri, deniz yanında damla kadar bile değildir. Hatta, diğerlerinden gelen iyilikleri de, yine O göndermektedir.
Allahü teâlânın nimetlerini kim sayabilir?
Nimetlerinin milyonda birine kim şükür edebilir?
İnsan, Allahü teâlâya karşı lazım olan şükür borcunu nasıl yapmalıdır? Bazılarına göre, birinci vazife, Allahü teâlânın varlığını düşünmektir. Mesnevi:
Hamd olsun, nimetleri bol Allaha,
önce, varlık nimeti verdi bana!
İhsanlarını saymaya güç yetmez,
güç de, her üstünlük de, lâyık Ona!
Bazılarına göre, nimetlerin Ondan geldiğini anlamalı ve dil ile hamd ve sena etmelidir.
Bazılarına göre, birinci vazife, Onun emirlerini yapmak, haramlarından sakınmaktır.
Bir kısmı da, insan önce kendini temizlemeli. Böylece, Allahü teâlâya yaklaşmalıdır, dedi.
Bazıları, insanları irşad etmeli, doğru, salih olmalarına çalışmalıdır, dedi.
Bazıları da, insanın belli bir vazifesi olmaz. Her insanın kendine göre, başka başka vazifeleri olur, dedi.
Sonra gelenlere göre, insanın Allahü teâlâya karşı vazifesi üçe ayrılır: Birincisi, bedeni ile yapacağı işlerdir. Namaz, oruç gibi. İkincisi, ruhu ile yapacağı vazifedir. Doğru itikat etmek [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, inanmak]. Üçüncüsü, insanlara adalet yapmakla, Allahü teâlâya yaklaşmaktır. Bu da, emaneti muhafaza, insanlara nasihat etmek, evvela İslamiyeti öğretmekle olur.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki ibadet 3’e ayrılır: Doğru itikat, doğru söz ve doğru iş. Bunlardan son ikisinde, açık olarak emredilmemiş olanlar, zamana ve şartlara göre değışır. Allahü teâlâ, Peygamberleri vasıtası ile değiştirir. İbadetleri, insanlar değiştiremez.
Peygamberler ve bu büyüklerin varisleri olan, Ehl-i sünnet mezhebinin âlimleri, ibadetlerin çeşitlerini ve nasıl yapılacaklarını ayrı ayrı bildirmişlerdir. Herkesin bunları öğrenmesi ve ona göre hareket etmesi lazımdır.
Bu fakire göre, sözün hülasası, yukarıda bildirildiği üzere, doğru itikat, doğru söz ve amel-i salih, birinci vazifedir.
İslam âlimleri ve tasavvuf büyükleri buyurdular ki insana vâcip olan birinci vazife, iman ve amel ve ihlas sahibi olmaktır. Dünya ve ahiret saadetleri, ancak bu üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel, kalp ile ve dil ile yani söz ile ve beden ile yapılacak işler demektir. Kalbin işleri, ahlaktır. İhlas, amelini yani bütün işlerini, ibadetlerini, yalnız Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yapmak demektir.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız
1 Yorum