Sual: Güzel ahlaka benzeyen kötü ahlakı nedir? Bunları iyi huylardan nasıl ayırabiliriz?
Cevap: Çok kimse, halis altını, pirinç denilen sarı madenden ayıramaz. Mavi boncuğu mücevher sanır. Bunun gibi, kötü huyu iyi sanır. Bunun için ahlak ilmini iyi öğrenmek, işlerdeki saklı ayıpları, kusurları görebilmek, iyiyi kötüden ayırmakta usta olmak lazımdır.
1) Hikmete benzeyen kötü ahlakı bildirelim: Akıl ölçülerinden, fen bilgilerinden veya tasavvuf marifetlerinden birkaçını ağızlardan kaparak veya gazeteden, mecmua ve radyodan duyarak, bunları ötede beride söyleyen, münakaşalara karışan kimseleri, akıllı, bilgili, fen adamı, mütehassıs ve mürşid zannedenler az değildir. Halbuki bu kimse, söylediği meselelerden birinin çözümünü, marifetlerden hiçbirinin mânâsını bilmez. Bunun âlimlere, mürşidlere ve fen adamlarına benzemesi, papağanın insan gibi konuşmasından fazla değildir. Çünkü, hikmet denilen huy, insanın kafasında, ruhunda olur. Eserleri, nurları, his organları ile duyulmaz. Birçok ilerici denilen kimseler vardır ki hikmetten ve kıymetten haberleri yoktur. Bilgisiz ve kötü huyludurlar. İlim ve ahlak ile bir münasebetleri de yoktur. Ağızlarından iyi huylu bir söz çıkmaz. Fakat arkalarında şık elbise taşırlar. Mevki sahiplerinin karşılarında eğilmesini iyi bilirler. Balolarda, kokteyl partilerinde dansa giderler. İçki masalarında hizmet ederler. Bir şef veya meclis azası, yahut müşavir adı ile ortaya çıkarlar.
2) İffete benzeyen kötü huy da vardır: Kötü iş yapmazlar. Şehvetlerinin arkasında koşmazlar. Ağır başlı, faziletli, ilim ve güzel ahlak sahibi görünürler. Dillerde medh olunur, her yerde hürmet gösterilir. Malı çok olanlar arasında ve mevki sahipleri yanında sözleri kırılmaz. Kendilerine gelen hediyelerin ardı kesilmez. Adak, zekat paraları önlerine yığılır. Farz ve sünnetleri yapmakta gevşektirler. Başkalarının yanında, nâfile ibadetleri yapmaktan, bedenleri zayıf olmuştur. Nefs-i emmareleri ise, pek kuvvetlenmiştir. İnsanlar arasında emin, Allah nazarında haindirler. Sahte tarikatcılar ve dünyaya düşkün din adamları böyledir.
Bazı köylüler, şehirdeki yemekleri yemez. Bazıları da, parasına kıyamayıp kıymetli gıda almaz. Bunları gören, kendilerini derviş sanır. Kanaat ve iffet sahibi görünürler. Bunlar, kanaatsız ve iffetsizdir. Yaptıkları, hep gösteriştir, yalandır, riyadır.
3) Sehaya benzeyen kötü huy da şöyle olur: Malı alınteri ile kazanmamış, mirasa konmuş veya kaçakçılık, istifcilik yapmış, yahut piyango, toto vurmuştur. Malın kıymetini bilmez. Haramlara, lüzumsuz yerlere dağıtır. Aklın ve İslamiyetin beğenmediği kötü yerlere saçar. Ahmaklar, bunu cömert sanır. Halbuki bunda seha denilen iyi huy yoktur. Mal kazanmak, dağa yük çıkarmak gibidir. Mal dağıtmak, yuvarlak taşı, dağdan aşağı bırakmaya benzer. Fakirlik, çok kimsenin iyi adam olmasına mâni olur. Çok kimse, fakirlik sıkıntısı ile imanını elden kaçırmış, mürted olmuştur. Ramuzü’l-ehadis’deki hadis-i şerifte, (Ashâbım için fakirlik saadettir. Ahir zamandaki ümmetim için, zengin olmak saadettir) buyuruldu.
İyi anladım, uzun tecrübe ile:
Adam ilimle ölçülür, ilim de mal ile!
Malı helalden, sahih bey’ (sahih satış) ile kazanmak güçtür. Helal yoldan, İslamiyete uyarak kazanan az olur. Helal mal damla damla, haram mal ise, sel gibi akarak gelir. Mal dağıtmakta sehavet iyidir. İsraf ise, kötüdür, haramdır. Seha demek, seha huyunu kazanmak, cimrilik denilen kötü huydan kurtulmak için vermek demektir. Dünyadan bir şey ele geçirmek için ve nefsin kötü arzusuna kavuşmak için vermeye seha denilmez.
4) Şecaate benzeyen kötü huy da şöyledir: Şecaat göstermesi, şecaat huyunu kazanıp, tehevvür ve korkaklık kötü huylarından kurtulması için değildir. Dünya malını, mevkiini ele geçirmek için tehlikeye atılır. Yahut şöhret kazanmak ister. Mal toplamak için, müslümanların yolunu keser, hayvanlarını kapar, evlere girer. Bunları yapabilmek için tehlikelere atılır. Bunlar arasında yakalananlar, işkencelere katlanarak, hatta mallarını, canlarını vermeyi göze alarak, suç ortaklarını ele vermemeyi şecaat sayarlar. Halbuki bu alçaklarda şecaatin kokusu bile yoktur. Şecaat sahibi kimse, aklın ve dinin beğendiği şeyi yapmak için ortaya atılır. Millete, hükümete hizmet etmek, sevap kazanmak ister. Şecaat güzel huyuna kavuşarak, Allahü teâlânın rızasına ulaşmayı sever. Kurdun, kaplanın saldırmaları da bir kahramanın hücumuna benzer ise de, şecaatla alakaları yoktur. Kuvvetleri ve yaratılışları icabı saldırarak zarar yaparlar. İyi düşünce ile ve hayır yapmak, sevap kazanmak için ileri atılmazlar. Kendilerine dayanamayan zayıflara hücum ederler. Silahlı ve kuvvetli bir kimsenin, silahsız, çıplak, aç bir kimseye saldırması da böyledir. Bu ise, şecaat olmaz. Şecaat demek, aklı, fikri ve bilgisi ile saldırmayı uygun görmek, dünya kazancını düşünmeyip, ruhunda şecaat iyi huyu bulundurmayı, tehevvür ve korkaklık kötü huylarından kurtulmayı istemek demektir. Böyle kimse, zararlı, çirkin iş işlemekten ise, ölmeyi tercih eder. Şerefle ölmeyi, şerefsiz yaşamaktan üstün tutar. Hayır ile anılmayı, yüz karası ile yaşamaya değişir. Şecaatte, yaralanmak ve ölmek tehlikeleri olduğu için, önceden tatlı olmayabilir. Fakat sonunda, dünya ve ahiret kazanclarının ve zaferin lezzeti ile sonsuz tatlı olur. Hele İslamiyeti korumak, Resûlullahın parlak dinini yaymak için can vererek şehit olmak lezzeti, dünya ve ahiret lezzetlerinin hiç birinde bulunmaz. Nitekim Âli-i İmrân sûresi 169. âyetinde meâlen, (Allah yolunda canlarını verenleri ölü sanmayınız! Onlar diridir. Rablerinin nimetlerine kavuşmuşlardır) buyurulmuştur. Şecaati metheden hadis-i şerifler sayılamayacak kadar çoktur. Cihatdan kaçmak, insanı ölümden kurtarmaz. Ömrü uzatmaz. Düşman karşısında kalmak da, insanı öldürmez, yok etmez. Ecel, ileri ve geri gitmez. İnsanın ömrü değişmez. Çok olur ki kaçmak ölüme sebep olur. Düşmana karşı dayanmak da, zafere ve selamete kavuşturur. Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh” diyor ki Sıffin muharebesinde kaçmaya niyet etmiştim. (Sabır eyliyen, beladan kurtulur) hadis-i şerifi hatırıma geldi. Sabır ettim, dayandım. Allaha şükür, kaçmaktan kurtuldum. Bu sabrım sayesinde hilafete kavuştum.
Şecaatin temeli, Allahü teâlânın takdirine razı olmak, Ona tevekkül etmek, Ona güvenmektir. Allahın arslanı, şecaat nehirlerinin kaynağı, velayet bahçesinin gülü olan hazret-i Ali “radıyallâhu anh”, Sıffin muharebesinde, hücum sırasında, başı açık, kolları sıvalı koşar ve şu beytleri okurdu:
Ölümden kaçmak, şu iki gün doğru olmaz:
ecel geldiği gün ve gelmediği gün.
Ecel geldise kaçmak fayda vermez,
gelmedi ise, tedbir olmaz hiç uygun!
Malını, mevkiini kaybettiği için veya düşman eline esir düştüğü için intihar eden, yani kendini öldüren ahmaklarda şecaat değil, korkaklık vardır. Şecaat sahibi olan dertlere, belalara göğüs gerer, dayanır, sabreder. Bu ahmaklar ise, ölmekle sıkıntıdan kurtulacaklarını sanırlar. Bunlar çok cahildir. Ölünce daha çok sıkıntılara, acılara düşeceklerini bilmiyorlar. İntihar etmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. Şiddetli azap çekecektir. Aklı gittikten sonra intihar eden böyle değildir. Ölmeyi değil, Allahü teâlâdan sıhhat ve afiyet istemelidir.
5) Adalete benzeyen kötü huy da vardır. Bu, iffete benzeyen kötü huya yakındır. Adalet iyi huyundan mahrum, kötü bir kimse, bulunduğu yerlere adaleti öven levhalar asar. Adalet üzerinde konuşur. Fıkralar yazar. Daha kötüsü, adaleti temsil eden vazifeleri, kürsüleri tutar. Gösteriş olarak, adillerle düşer kalkar. İçleri zulüm, kin, intikam ile doludur. Adalet ise, huyları ve hareketleri dine ve akla uygun olmak demektir. Görünüşü, içi gibi olmaktır. Herkesin yanında, yalnız iken olduğu gibi bulunmaktır. İki yüzlülük, adalet değil, münafıklıktır. Beyt:
İbadet, temiz niyetli olmak gerek,
bir şeye yaramaz, içi boş çekirdek.
Sonraki bahis –> İyi Huyların En Şereflisi: Adalet
2 yorum