Sual: Şeytan insanı en çok nasıl aldatır?

Cevap: Şeytanın hileleri çoktur. Bunlardan ahlak kitaplarında yazan 10 tanesi şunlardır:

1. hilesi, Allahü teâlânın senin ibadetine ihtiyacı yoktur, der. Buna karşı Bakara sûresi, 62. âyetinin “Amel-i sâlihin faydası, bunu yapanadır” meâl-i şerifini hatırlamalıdır.

2. hilesi, Allahü teâlâ rahîmdir, kerîmdir, seni de affeder, Cennetine koyar, der. Buna karşı, Lokman sûresi, 33. âyetinin “Allahın kerîm olması, sizi aldatmasın” ve Meryem sûresi, 63. âyetinin, “Cennete kullarımızdan mütteki olanları vâris kılarız” meâl-i şeriflerini hatırlamalıdır.

3. hile olarak riyâyı tavsiye eder. Herkes görsün de beğensin, der. Buna cevap olarak, kendine fayda ve zarar vermek, kimsenin elinde değildir. Başkalarına ise, hiç veremezler. Böyle olan kimselerden bir şey beklemek abes olur, bâtıl olur. Fayda ve zarar veren ancak Allahü teâlâdır. Yalnız onun görmesi, bana yetişir, demelidir. Riyâ ile ibadet eden büyük sevaplardan mahrum kalır. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri “Mektûbât”  isimli eserinin 1. cildindeki 138. mektubunda “Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıktır.” buyurmaktadır.

4. hilesi, şimdi dünyayı kazanmak için çalış da, rahata kavuş, o zaman, rahat rahat, huzur içinde ibadet edersin, diyerek ibadet yapmaya mâni olur. Buna cevap olarak, ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde takdir etmiştir. Belki yakında ölürüm. İbadet vazifelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir. Hadis-i şerifte, “Helekel-müsevvifûn” buyuruldu ki bugünkü vazifelerini yarına bırakanlar zarar ettiler, demektir.

5. hilesi, ibadetleri terkettiremeyince, çabuk kıl, vaktini kaçırma, diyerek şartlarını, farzlarını tamam yaptırmamak ister. Buna karşılık, farzlar çok azdır. Bunları, yavaş yavaş ve şartlarına uygun olarak yapmak lazımdır. Farz olmayanları da, şartlarına uygun olarak az yapmak, şartları noksan olarak çok yapmaktan iyidir, demelidir.

6. hilesi, senin ibadetlerin hep kusurludur. Böyle ibadetlerle mütteki olamazsın. Allahü teâlâ, Mâide sûresinde, “Allah, yalnız müttekilerin ibadetlerini kabul eder” buyuruyor. Senin ibadetlerin kabul olmaz. Boşuna uğraşıyorsun. Boş yere, sopa yiyen hayvan gibi, eziyet çekiyorsun, der. Buna karşılık, ben, Allahü teâlânın azabından kurtulmak ve emrine uymak için ibadet ediyorum. Benim vazifem, emri yerine getirmektir. Kabul olup olmayacağı, Onun bileceği şeydir. Şartlarına uygun olan ve farzları yapılan ibadetin sahih olması muhakkaktır, demelidir. Farzları terketmek büyük günahtır. Bu günahlardan kurtulmak için ibadetleri yapmak lazımdır. İbadet yapmadan Cennete girmek için duâ etmek günahtır. Hadis-i şerifte, “Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibadet yapar. Ahmak olan, nefsine uyar, sonra Allahın rahmetini bekler” buyuruldu. Ahiret için lazım olan şeyleri, bu fâni dünyada hazırlamak lazımdır.

7. hile olarak, ibadetlere mâni olamayacağını anlayınca, insana ucub, yani ibadetlerini beğenmek vesvesesi verir. Senin gibi akıllı, uyanık kimse var mı? Bu zamanda, herkes gaflet uykusunda iken, sen ibadet yapıyorsun, der. Buna karşılık, bu akıl ve intibah benden değildir. Rabbimin ihsanıdır. Onun ihsanı olmasa, ibadet yapamam demelidir.

8. hile olarak, ibadetlerini gizli yap. Allahü teâlâ, senin sevgini ve şerefini insanların kalbine yerleştirir, diyerek gizli riyaya düşürmek ister. Buna karşılık, ben Allahü teâlânın kuluyum. O, benim sahibimdir. İbadetimi isterse beğenir, isterse reddeder. İnsanlara bildirip bildirmemesine karışamam, demelidir.

9. hile olarak da, ibadet yapmaya ne lüzum var? İnsanların saîd (cennete gidecek olan) veya şakî (cehenneme gidecek olan) olacakları ezelde takdir edilmiştir. Saîd olan, ibadeti terkedince, affedilir, Cennete gider. Ezelde şakî olan, ne kadar ibadet yaparsa yapsın, faydası olmaz, muhakkak Cehenneme gider. O hâlde, kendini boşuna yorma! Rahatına bak, der. Buna cevap olarak, ben kulum, kulun vazifesi, sahibinin emrini yapmaktır, demelidir. Buna karşılık, “Emri yapmayınca, azap korkusu olursa, emri yapmak lazım olur. Ezelde saîd olan için bu korku yoktur” derse, buna cevap olarak da, Rabbim her şeyi bilir ve dilediğini yapar. Dilediğine hayır, dilediğine şer verir. Kimsede, Ona sual sormak hakkı yoktur demelidir. İblis, İsa aleyhisselâma görünerek, “Ezelde Allahü teâlânın takdir ettikleri hâsıl olur” diyorsun, öyle mi? dedi. Evet, öyledir buyurdu. “Öyle ise, kendini şu dağın tepesinden aşağı at. Eğer ezelde selametin takdir edilmiş ise, sana bir şey olmaz” dedi. Cevabında, ey melun! Allahü teâlâ kullarını imtihan eder. Kulun, sahibini imtihan etmeye hakkı yoktur, buyurdu. Şeytanın bu hilesine karşı, “İbadet yapmak faydalıdır. Çünkü, ezelde saîd isem, sevapların artması, derecelerin yükselmesi için ibadetleri yapmak lazımdır. Şakî isem, ibadet yapmamak azabından kurtulmak için, ibadet yapacağım” demelidir. İbadet yapmanın bana hiçbir zararı da olmaz. Çünkü, Allahü teâlâ hakîmdir. İbadet yapanlara azap etmesi, Onun hikmetine yakışmaz. İbadeti terketmenin, ezelde saîd olana zararı olmasa bile faydası yoktur. Böyle olunca, terketmek nasıl tercih edilir? Aklı olan kimse, faydalı olanı yapar. Faydasız olanı terkeder. Ezelde şaki isem, Rabbime itaat etmiş olarak Cehenneme girmeyi, âsî olarak girmeye tercih ederim. Bundan başka, Allahü teâlâ, ibadet edenleri Cennete sokacağını, ibadet etmeyenlere Cehennemde azap yapacağını vaad etmiştir. Allahü teâlâ vaadinde sâdıktır. Vaadinden dönmeyeceği, söz birliği ile bildirilmiştir.

Allahü teâlâ her şeyi sebep ile yaratmaktadır. Âdet-i ilâhiyesi böyledir. Ancak mucize ve kerâmet olarak adetini bozmaktadır. İbadetleri, Cennete girmek için sebep yaptığını bildiriyor. Yani, Cennet nimetlerini ibadetlere karşılık olarak yaratmıştır. Hadis-i şerifte, “Hiç kimse Cennete, ibadeti sebebi ile girmez” buyuruldu. Karşılık başkadır, sebep olmak başkadır.

10. hile olarak, ibadet yapmak ezelde takdir edilmiş ise, mümkün olur. Allahü teâlânın takdiri değişmez. İbadet yapmakta ve terketmekte insanlar mecbur olmaktadır, der. Şeytanın bu sözü bir evvelkinin aynıdır. Ezelde saîd denilenlere ibadet yapmak nasip olur. Şakî denilenlerin de terketmeleri lazım olur. Şeytanın bu hilesine karşı, her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara ve hayvanlara irâde-i cüziyye vermiştir. İrade-i cüziyye insandan meydana gelir. Fakat, insan bunu yarattı denilemez. Çünkü irâde hariçte mevcut bir şey değildir. İnsanın kalbinde hâsıl olmaktadır. Hariçte mevcut olan şeyin meydana gelmesine halk etmek, yaratmak denir. Allahü teâlânın irade-i külliyesi ise hariçte vücudu var olan bir kuvvettir. Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın irâdesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile bu sebep ile yaratması âdetidir. Peygamberlerinde ve Evliyasında bu âdetini bozarak sebepsiz de yarattığı çok görülmüştür. Buna kerâmet denir.

İnsanların işleri yalnız irâde-i cüziyye ile meydana gelmez. Yani insanın her istediği vücuda gelmez. Yalnız Allahü teâlânın irâdesi ile de yaratmak adeti değildir. Bunun için, insanlar işlerinde mecbur değildirler. İnsan irâde eder. Hareket etmesini ister, kudretini kullanır, Allahü teâlâ da, irâde ederse, iş meydana gelir. Şeytan, “İnsan, Allahü teâlâ isterse ibadet yapar, istemezse yapmaz. O hâlde insan, işleri yapıp yapmamakta cebr olunmaktadır. İnsan çalışsa da, çalışmasa da, ezeldeki kaza ve kader hâsıl olacaktır” diyerek aldatmaktadır. İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için, önce kul irâde-i cüziyyesini kullanmaktadır. İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir. İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irâde edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları Levhü’l-mahfuzda yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması lazım gelmez.

Büyük İslam alimi Seyyid Abdülhakîm efendi, “Ezeldeki kaza ve kader, Allahü teâlânın kullarının neleri yapmak istediğini ezelde bilmesidir. Neleri yapacağını ezelde emretmesi değildir” buyurdu. Yani kaza ve kader, emr-i ezeli değildir, ilm-i ezelidir. Yani bir cebr-i mütehakkim değil, ilm-i mütekaddimdir. (zorla yaptırma değil, önceden bilmedir) Bir kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irâde etse ve hepsini bir kağıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o kimse tarafından mecbur bırakılmış olmaz. Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kağıda yazdın. O hâlde, bunları sen yaptın da diyemez. Çünkü, bunları kendi irâdesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği, dilediği ve yazdığı için yapmamıştır. Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levhü’l-mahfuza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Allahü teâlâ ezelde dilediği için, levhü’l-mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irâde etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi irâdesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve irâdesi ile ve yaratması ile meydana gelmektedir. Kul, irâdesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun irâdesini kullanmayacağını ezelde bilir ve bildiği için irâde etmez ve yaratmaz. Demek ki ilim, mâluma tabidir. İnsanların irâdesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü teâlânın irâdesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi. Ehl-i sünnet mezhebine göre, insanların işleri, insanın kudreti ile Allahü teâlânın kudretinin birlikte tesiri ile meydana gelmektedir.

[İnsanın kalbi yani gönlü madde değildir. Elektrik ve mıknatıs dalgaları gibidir. Yer kaplamaz. Fakat, göğsümüzün sol tarafında bulunan, yürek dediğimiz et parçasında, kuvveti, tesirleri hâsıl olmaktadır. Akıl, nefs ve ruh da, kalp gibi birer varlıktırlar. Bu üçünün de kalp ile bağlantısı, irtibâtı vardır. İnsanın gözü, kulağı, burnu, ağzı ve cildi ile hissettiği renk, ses, koku, zevk, tat, sıcaklık ve sertlik gibi şeyler, duygu sinirleri ile beyne gelir. Beyin de bunları hemen kalbe bildirir. Aklın, nefsin, ruhun ve şeytanın arzuları, istekleri de, kalbe gelir. Kalp, ne yapılacağına karar verir, irâde eder, seçer. Bu şeyleri ya reddeder, yok eder. Yahut beyne bildirir. Beyin de, bunları hareket sinirleri ile uzuvlara, organlara bildirir. Organlar da, Allahü teâlâ isterse ve kuvvet verirse, hareket ederek, kalbin irâde ve ihtiyar ettiği şey yapılır.]

KAYNAK: İslam Ahlâkı

 

Tavsiye yazı —> Hulâsatü’l-Kelâm (Yusuf Nebhânî)

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler

Comments are closed.