Sual: İslamiyette iktisat esasları nelerdir? İslamî hükümlerin tatbik edildiği bir ülkede ekonomik sistem nasıl olmalıdır?
Cevap: Sosyal adalet üzerine kurulmuş, meşrû kazanç esasına dayalı, hür dünyada tatbîk edilen liberal ekonomiye yakın bir ekonomik anlayış hâkimdir.
Ekonomik kâideler, İslâm hukukunun umumî prensipleri ile bir bütünlük arz eder. Kapitalizm ve komünizmde olduğu gibi bir teori veya bir nazariye değildir. Belli bir dönemin uygulanmakta olan bozuk ekonomik sistemine tepki olarak da doğmamıştır. Tarihin sosyal hâdiseleri içinde ortaya çıkmış olan birtakım “izm”lere bağlı ekollerin anti-tezi de değildir. İslâmiyet; bir milletin sosyal, iktisadî ve hukukî ihtiyaçları, dünyâdaki ve âhiretteki durumları esas alınarak bildirilmiş olan Allahü teâlânın ve O’nun yüce Peygamberinin emirleri ve tebliğleridir. Ekonomik prensipler bu genel esasların içine yerleştirilmiştir. Durum bu merkezde olunca da diğer beşerî sistemlerde olduğu gibi ayrı bir hususiyetle bir gaye olarak ortaya çıkmamıştır. Yâni, İslâmiyette iktisat, insanların tabiatla ilişkilerinden kaynaklanan ve sadece iktisadın kanunları ile şekillenen bir “mekanik hayat” ve onun ilmi değildir.
İslâmiyette iktisat, edille-i şer’iyye (Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukahâ) ve ona aykırı düşmeyen örf ve âdetlerin kontrolü altındadır. Üretim, tüketim, değişim ve iş bölümü gibi iktisâdî faâliyetler esnasında Müslümanlar, dînin koyduğu esaslara uymak mecburiyetindedirler. Helâl-haram, günah-sevap, meşrû-gayri meşrû tarzında beliren müeyyideler hem ferdî, hem sosyal vicdanda etkili kılınmakta, hem de devlet güçlerinin harekete geçerek iktisadî hayatın işleyişini kontrol etmesi istenmektedir. Yâni iktisâdî hayatın başarılı işlemesi için milletin ve devletin hem eğitim, hem de hukuk gibi iki müessesesi harekete geçirilmektedir. Aksi halde böyle bir kontrolden mahrum kalan bir iktisat hızla “kuvvetlinin zayıfı ezdiği” bir arenaya dönüşür. Nitekim kapitalist sistemlerin tehlikesi buradadır ve bu sistemler, hürriyeti başıboş gibi istismar zeminlerinde arayan beşeriyete çok pahalıya mal olmuştur. Beşerî sistemler ihtiyaçları sonsuz, kaynakları sınırlı sayarlarken, İslâmiyet ihtiyaçlara da bir sınır getirmiştir. Bu husus Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilmektedir (İbrâhîm sûresi: 34). Diğer beşerî sistemlerde fert, sınırsız ihtiyaçlarını tatmin etmek için başkalarının hakkına bile tecâvüz ederken, İslâmiyet buna bu emri ile müsâade etmemiştir.
Genel olarak ifade edilirse, iktisâdî sistem meşrû kazançla sınırlandırılmıştır. Diğer bir ifâde ile iktisâdî faaliyetlerin genel hukuk prensiplerine ters düşmemesi lâzımdır. Alış-veriş, malların fiyatlarının teşekkülü, arz-talep esasına göre yürür. İhtikâr (karaborsacılık) ve fahiş kâr, toplum zararına dönüşmesi halinde yasaklanmıştır. Ferdin iktisadî hürriyeti, mülk edinme ve miras hakkı vardır. Kişi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Herkes dilediği yerde, dilediği iş ve sanatla meşgul olabilir. Ticâretin temelinde ticârî ahlâk yatar. Zaten İslâm iktisadını diğerlerinden ayıran bir vasfı da ahlâkî olmasıdır. Hadîs-i şerîflerde Peygamber efendimiz buyurdular ki:
Yetimin malına yaklaşmayın. Meğer ki yetim büyüme çağına yetişinceye kadar en iyi şekilde yaklaşın. Ölçüyü, terâziyi adâletle tutunuz. Hiç kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemeyiniz.
Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahalı olup da satmak için 40 gün saklarsa hepsini fakirlere dağıtsa, günahını ödeyemez.
Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helâl değildir. O kusuru bilip söylememek de kimseye helâl değildir.
Ticârete hıyanet karışınca bereket gider.
Enes bin Malik buyurdu ki; Medîne-i münevverede pahalılık oldu. “Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem) fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz.” denildi. “Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen O’dur. Ben Allahü teâlâdan bereket isterim.” buyurdu. Bu hadîs-i şerîf ile arz ve talep kânununu ortaya koyuyorlardı.
Emeğin karşılığı olan ücret, sermaye ve kapitalin kullanılması karşılığında kâr, toprağın işletilmek üzere kiraya verilmesi karşılığında rant’la elde edilen gelirler meşrû kabul edilmiştir. Her çeşidi ile fâiz yasaklanmıştır. İslâmiyette fâiz, ödünç vermede, rehinde ve alışverişte, alıcıdan veya satıcıdan birinin ötekine, karşılıksız olarak vermesi şart edilen fazla mala denmektedir.
Farklı kabiliyet ve farklı melekelerin sonucu, ücretlerde farklılığın olacağını kabul etmiştir. Hadîs-i şerîfte: “İşçiye, alnının teri kurumadan hakkını veriniz.” emri buyurularak esasa ilişkin kaide bildirilmiştir. Diğer yandan işçiye de büyük bir titizlik, bağlılık ve samimiyetle işini yapması emredilmiş, diğer sistemlerde olduğu gibi sendika aracılığı ile işçinin ve ekonominin güç durumlara düşmesi engellenmiştir. İşçi-işveren münasebetlerinde esas kaide herkese komünizmde olduğu gibi, eşit ücret değil, adaletli ücret ödemektir. Herkesin yaptığı işe göre ücret alması esastır. Çok çalışan ve mahareti çok olan çok, diğerleri daha az kazanır.
İslâmiyet kapital hâkimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için işçinin sermâyeye ve kâra ortak olmasını sağlamıştır. Herkes parasını bir işletmeye yatırabilir. Fazla kâr alır. Bankalar, fâizle milleti güç duruma sokmaz. Bundan başka zenginlerin fakirlere zekât vermesi emredilmiştir. İslâmiyette sosyal adâletin temelini bu teşkil eder. Zekât, malının 40’ta 1’ini zekât almaya hakkı olan muhtaç kimselere vermektir. İslâmiyette, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi yasaktır. Zekât, çalışamayacak derecede hasta ve sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Bunlara zekât veren zengin bir Müslüman, hem dînî ibâdetini yaparak Allahü teâlânın rızâsını kazanır, hem de sosyal yardım yapmış olur. Millî servet hesap edilip, 40’ta 1’i muhtaçlara verilecek olursa, hiçbir Müslüman memleketinde komünizm tehlikesi olmaz. Başkaldırmasına sebeb de kalmaz. Zekât, öşür (topraktan çıkan mahsülün 10’da 1’ini veya 20’de 1’inin ayrılarak fakirlere verilmesi) ve sadakalar hep sosyal yardım olup, ekonomik felaketleri önlemek için emrolunmuş, ilâhî tedbirlerdir. Bunlara ne kadar çok riayet edilirse, cemiyet düzenini yıkan cereyanlar o kadar önlenmiş olur.
İslâmiyet, bundan başka ticâret ahlâkını da koyarak sınıf mücâdelesini kaldırmıştır. İslâm Hukukunda devlet reisi de, çoban da eşit haklara sâhiptir ve eşit mesuliyetleri taşır. Haksızlık yok, kardeşlik vardır. Zekât ile toplanan muazzam servet “Beytülmâl” müessesesini kurmuş, fakirliğin, açlığın önü alınmıştır. Böylece patron ile işçi yerine ortaklık, şirket üyeliği meydana gelmiştir. Herkes seve seve çalışmakta, her emek sahibi emeğinin karşılığını bulmaktadır. Devlet milletten zorla bir şey alamaz. Milletin malı olan Beytülmâlı hakkı olanlardan başka kimse kullanamaz. İslâmiyette devlet, milletin hizmetçisi ve koruyucusudur. Millet, efendidir. Hükümet onun bekçisidir. Sosyal âdaleti tam tecelli ettirir. Sosyalizme, komünizme ve kapitalizme asla yer vermez. Hakların sömürülmesini kesin olarak yok eder.
İslâmiyet bankaların, banknot yâni kâğıt para çıkartmaları, fabrikalara, şirketlere kâr karşılığı hissedar olmaları, onlara sermaye temin etmeleri, arsa almaları, bina yapıp satmaları, şehirlerarası ve memleketler arası para göndermesine aracılık yapmayı, piyasa arz-talep durumlarında yâni alış-verişte tüccarlar arasındaki ödemelerde yardımcı olmayı, fabrika açıp çalıştırmayı, nakil vasıtaları işleterek ulaştırma imkânlarını geliştirmeyi ve bunlara benzer birçok millete ve ekonomiye faydalı ve düzenleyici olan faâliyetlerini meşrû sayar.
Tavsiye Yazı –> İslamiyette Ticaret