Aşağıdaki yazı, Kimyâ-i Saadet kitabından tercüme edildi:
Bu kitabımıza her zaman karşılaşılan şeyleri seçip yazdık. Bu kadarını bilmeyen, harama ve faize düşer de haberi olmaz. Sormasını da bilemez. Ahkâm-ı İslamiyeyye uygun birçok alışveriş yapanlar vardır ki bunların müslümanlara zarar ve ziyanı da dokunuyor. Bunları yapanlar, lanet içinde kalıyor. Alışverişte müslümanlara ziyan yapmak iki türlü olur: Birisi, herkese zararı dokunmak olup bu da iki kısımdır: Biri ihtikardır, [diğeri ise piyasaya kalp para sürmektir]. İhtikar eden mel’undur.
(İhtikar) demek, insan ve hayvan gıda maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahalandığı zaman satmaktır. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Bir kimse gıda maddelerini alıp, pahalı olup da satmak için 40 gün saklarsa, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödiyemez”. Yine buyurdu ki “Bir kimse gıda maddelerini 40 gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur”. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki “Bir kimse, haricden gıda maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermiş gibi sevap kazanır veya köle azad etmiş gibi sevap kazanır”. İmâm-ı Ali “radıyallâhu anh” buyuruyor ki “Gıda maddelerini 40 gün saklıyanın kalbi kararır”. Ona, bir muhtekiri haber verdiklerinde, emretti, sakladığı şeyleri yaktırdı.
Âlimlerden birisi, tüccar idi. Vasıt şehrinden, Basra’ya gıda gönderip satılmasını vekiline emretti. Basrada ucuz olduğu için, vekili bir hafta bekleyip, pahalı sattı ve âlime müjde yazdı. Cevabında buyurdu ki “Biz, az kar ile çok sevap kazanmayı daha çok severiz. Fazla kazanmak için, dinimizi fedâ etmemeli idin. Çok büyük cinayet yapmışsın. Bunu affettirmek için sermayeyi ve karı hemen sadaka olarak dağıt!”. İhtikarın haram olması, müslümanlara zararlı olduğu içindir. Çünkü, gıda maddeleri, insanların ve hayvanların yaşayabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması mubahtır. Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmaya benzer. Gıda maddelerini bu niyet ile satın almak günahtır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki “Köylü, tarlasından aldığı gıda maddelerini istediği zaman satabilir. Acele satması vâcib değildir. Fakat, acele etmesi sevaptır. Pahalı olunca satmasını düşünmesi çirkindir. İlaclarda ve gıda maddesi olmayan ve herkese lazım olmayan şeylerde ihtikar haram değildir. Ekmek ve benzerlerinde çok haram olup et, yağ gibilerde az haramdır”. İmameyne göre, bunların hepsi ihtikardır. İnsanlara lazım olan her şeyde ihtikar haramdır. Hükümet, ihtikar edeni, haber alınca, evine yetecek kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emreder.
[İmâm-ı Âzam “rahmetullâhi aleyh”, ilaçların saklanarak yüksek fiyatla satılmasını beklemek ihtikar olmaz, buyurdu. İlacların çoğu böyle ise de, kininin sıtmaya, ensülinin diyabete ve aşı ile serumların, belli mikroplara karşı kullanılması, ekmeyin açlığa karşı kullanılması gibi, muhakkak şifaya sebep olduğundan, bu gibi, tesiri kuvvetli ilaçları saklıyarak, ihtikar [kara borsacılık] yapmak haram olur]. Gıda maddelerinde ihtikarın haram olması, az bulundukları zamandadır. Çok olup herkes kolay alabilirse, ihtikar haram olmaz. Fakat, böyle zamanlarda da, mekruh olur. Çünkü, insanların zararını beklemek, iyi değildir.
Herkese yapılan zararın 2. kısmı, (Kalp para sürmek)dir. Alan, anlamazsa, zulüm edilmiş olur. Anlarsa, o da başkasını, başkası da, bir diğerini, zincirleme aldatırlar. Elden ele dolaştıkça, günahı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun için, (1 sahte lira vermek, 100 lira çalmaktan daha fenâdır) buyurmuşlardır. Çünkü, hırsızlığın günahı bir keredir. Bunun günahı ise, öldükten sonra bile devam eder. En zavallı kimse, ölüp gittiği hâlde, bıraktığı kötülük sebebi ile günahı tükenmeyen kimsedir. Öldükten senelerce sonra günahı yazılır ve azabını çeker. Eline sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. İnsan paraları iyi tanımalı ve aldanmamaktan ziyâde, kimseyi aldatmamaya dikkat etmelidir. Bilmeyerek alıp vermek de günahtır. Çünkü, (İnsanın, başına gelen her işin, dindeki ilmini öğrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyeti ile kalp para almak sevaptır. Ayarı bozuk maden paraları yok etmemeli, söyleyerek emin kimselere, hükümete vermelidir. Hile edecek kimselere vermesi, silahı yol kesene satmaya benzer ki haramdır.
Ziyanın ikinci türlüsü, alışveriş edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her iş, zulüm olur. Zulüm ise haramdır. Her müslüman, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, kâfirlere dahi yapmamalıdır.
Başlıca 4 şey yapmamak lâzımdır:
1) Satılan malı, olduğundan aşırı methetmemelidir. Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulüm etmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir. Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamet günü her sözden sual olunacaktır. Beyhude söyleyenler, hiç özür bulamayacaktır. Yemin ile satmaya gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Alışverişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemin edenlere ve sanat sahiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun!”. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki “Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmiyecek, acınmayacaktır”. Yunus bin Âbid “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumaş tüccarı idi. Malını satarken hiç methetmezdi. Çırağı, bir gün, kumaşı gösterirken, müşterinin yanında, “Ya Rabbi! Bu Cennet kumaşından bana da nasip et!” deyince, Yunus, bu sözün kumaşı methetmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp sattırmadı.
2) Malın aybını, müşteriden gizlememeli, hepsini, olduğu gibi göstermelidir. Kusuru gizlemek, hıyanettir. Mümine, nasihat etmemektir. Zalim, âsî olmaktır. Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkta göstermek zulüm, hile olur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buğday satan birisinin buğdayına, mübarek parmaklarını sokup, içinin yaş olduğunu görünce, “Bu nedir?” buyurdu. Yağmur ıslatmıştır deyince, “Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hile eden, bizden değildir” buyurdu. Birisi, 300 dirhem gümüşe bir deve sattı. Devenin ayağında arıza vardı. Ashâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” Vasile bin Eska orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca, alanın arkasından koşup, devenin ayağı arızalıdır dedi. Müşteri deveyi geri getirip, parasını aldı. Bayi, satışımı niçin bozdun? deyince, Vasile dedi ki Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” işittim. Buyurdu ki “Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helal değildir. O kusuru bilip söylememek de, kimseye helal değildir.” Vasile yine dedi ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bizden söz aldı ki müslümanlara nasihat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın kusurunu saklamak, nasihat etmemek olur. Satıcıların, kusur saklamamaları çok güçtür. Büyük cihat demektir. Bu cihatı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli, kusurlu mal almamalıdır. Eğer kusurlu mal alırsa, müşteriye söylemeyi niyet etmelidir. Eğer aldanırsa, ziyan etmiş olur. Başkasını da ziyana sokmamalıdır. Kendisi, başkasına incinince, başkalarını da kendinden soğutmamalıdır. Şunu iyi bilmelidir ki hile ile rızk artmaz. Belki malın bereketi gider. Hile ile azar azar biriktirilen şeyler, ansızın gelen bir felaketle, birden bire giderek geride yalnız günahları kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Bir gün, ansızın sel gelip, ineği boğdu. Adam şaşkın bir hâlde düşünürken, çocuğu dedi ki kattığımız sular birikerek, gelip ineği götürdü. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Ticarete hıyanet karışınca, bereket gider”. Bereket demek, az malın çok faydası olmak, çok işe yaramak demektir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmayan, çok mal vardır ki sâhibinin dünyada ve ahirette felaketine sebep olur. O hâlde, malın çok olmasını değil, bereketli olmasını istemelidir. Bereket, emin olanlarda bulunur. Hatta çokluk dahi emin tüccarlarda bulunur. Çünkü, her müşteri, emin tüccara gider. Hıyanet edenlere kimse gitmez. Bir tüccar düşünmeli ki ömrü yüz seneden çok değildir. Ahiretin ise, sonu yoktur. Birkaç günlük ömrünün altın ve gümüşünü arttırmak için, ebedî ömrünü ziyana sokmayı kim ister? Böyle düşünen bir satıcı hıyanet yapamaz. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gazabından, azabından kurtulurlar. Dini bırakıp, dünyaya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhidi söyleyince, Allahü teâlâ, onlara, yalan söylüyorsun! buyurur”.
Her sanatte de hile yapmamak farzdır. Çürük iş yapmak ve gizlemek haramdır. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel’den “rahmetullahi teâlâ aleyh”, gizli yama yapmayı sordular. Kendi giymesi ve müşterinin giymek istemesi ile câiz olup hile olarak yapmak, yani gizli yamayı, yeni diye satmak günahtır. Aldığı para haramdır, buyurdu.
[İnsanlar fasıktır, kâfirdir diyerek, hiyle, hıyanet yapmanın câiz olacağını sanmak doğru değildir. Hiyle, hıyanet ve başkalarının haklarına saldırmak haramdır. Haramlar, zaruret olmadıkça, hiçbir yerde, hiçbir sebeple helal olmaz. İslamın güzel ahlakını her yerde tatbik etmek lâzımdır. Güzel ahlaklı olmak sûreti ile müslümanlığı tanıtmak, Emr-i mâ’rûf yapmak olur. Dar-ül-harpte de, kâfirlerin haklarına dokunmamak, hükümetlerinin kanunlarına uymak, kimseyi dolandırmamak, müslümanlığın icâbıdır. Bazı mezhepsizler, Hac sûresinin 39. âyet-i kerimesine yanlış mânâ vererek, gençleri hükümete karşı isyan etmeye teşvik ettiler. Kardeşi kardeşe, düşman yaptılar. Anarşiyi körüklediler. Halbuki bu âyet-i kerimenin meali, “Müminlere saldıran zâlimlerle cihat yapmaya izin verildi” dir. Mekke’de kâfirler, müslümanlara zulüm ediyorlar, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zâlimlerle dövüşmek için, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Zâlimlerin zulmünden kurtulamayacak olanların, kâfir memleketi olan Habeşistan’a hicret etmelerine izin verildi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Medineye hicret edince, bu âyet-i kerime gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke’deki zâlimlerle cihat yapmasına izin verildi. Bu âyet, müslümanların zalim hükümete karşı isyan etmeleri için değil, İslam devletinin, insanların İslam dinini işitmelerine, müslüman olmalarına mâni olan, zalim diktatörlerin orduları ile cihat yapmasına izin vermektedir. Görülüyor ki müslüman olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zalim olsun, hiçbir hükümete karşı, isyan etmek, kanunlara karşı gelmek, hiçbir zaman câiz değildir. Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karışmamalıdır. Komünist memlekette bulunan bir müslüman, zulüm ve işkenceden usanır, İslamiyete uygun yaşaması, ibâdetlerini yapabilmesi imkansız olur ise, zâlimlere yine karşı gelmemeli, bir İslam memleketine, hicret etmelidir. İslam memleketine hicret imkanı bulamazsa, insan haklarına, dine, ibâdete saldırmayan herhangi bir memlekete gitmelidir.]
3) Ölçüde hile etmemeli, doğru tartmalıdır. Kurân-ı Kerîmde, Mutaffifin sûresi, 1. âyetinde meâlen, “Verirken noksan, alırken fazla ölçenlere acı azaplar yapacağım” buyuruldu. Büyüklerimiz, her aldıklarını biraz noksan, verdiklerini de, biraz fazla ölçerdi. Bu az fark, Cehennem ile aramızda perdedir derlerdi. Bunu tam doğru ölçememek korkusundan yaparlardı. 7 kat yer ve 7 kat gökler genişliğinde olan Cenneti, birkaç kuruşa satanlar ne kadar ahmaktır ve birkaç arpa tanesi için, Cehennem azâbı ile müjdelenenler ne kadar ahmaktır, buyururlardı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” her ne satın alsaydı, parasını biraz fazla verirdi. Fudayl bin İyad “rahmetullahi teâlâ aleyh”, oğlunu, bir şey satın alıp, vereceği altının kirlerini temizlerken görünce, “Ey oğlum! Bu yaptığın iş, sana iki nâfile hacdan ve iki umreden daha faydalıdır” buyurdu. Büyüklerimiz buyuruyor ki fasıkların en kötüsü, alırken çok, satarken az ölçenlerdir. Manifaturacılardan, kumaşı alırken gevşek, satarken gergin tutup ölçenler de böyledir. Kemiğini, adetten fazla koyan kasablar da böyledir. Hububat içine toz toprak karıştırıp satan köylüler de böyledir. Malın iyisi ile kötüsünü karıştırıp, hepsini iyi diye satan pazarcılar da böyledir. Bunların hepsini yapmak haramdır. Vel-hâsıl, alışverişte herkese karşı doğru hareket etmek vâcibdir. Hatta, kendine söylenmesini istemediği sözü başkalarına söylememelidir. Böyle haramlardan kurtulmak için de, kendini, din kardeşinden üstün görmemek lâzımdır. Bunu da, herkesin yapması güçtür. Bunun için Allahü teâlâ, “Hepiniz Cehennemden geçeceksiniz!” buyuruyor. Ama, herkes Allahü teâlâdan korkusuna göre, oradan çabuk veya geç kurtulacaktır.
4) Satış fiyatında hile yapmamaktır. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Müslümanların, şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasa fiyatını gizliyerek, ucuz satın almalarını) men’ buyurdu. Köylünün bu sûretle yaptığı satıştan vazgeçmesi câizdir. Köylü ucuz bir şey getirince, bunu karşılıyarak, malı bana bırak, ben sonra yüksek fiyatla satarım demekten de men’ buyurdu. Bir malın pahalı satılması için, herkesin yanında, onu yüksek fiyatla satın almaktan da men’ buyurdu. Müşteriler, böyle bir satış olduğunu anlarsa, satışı bozabilir. Piyasayı bilmeyenlere yüksek fiyatla mal satmak da haramdır. Hatta, acemi olup ucuz satan veya pahalı alanlar ile alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş sahih ve câiz ise de, piyasadaki fiyatı bunlardan gizlemek günahtır. Basra’da büyük bir tüccar vardı. İran’da, Süs şehrinde bulunan adamlarından biri, mektup yazarak, bu sene şeker kamışı verimli olmadı. Başkaları duymadan, çok şeker al dedi. Tüccar da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, 30 bin dirhem gümüş kar etti. Sonra, düşünüp, şeker kamışlarına afet geldiğini müslümanlardan saklıyarak, onlara hıyanet ettim, bu nasıl müslümanlıktır deyip, 30 bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Her birine, bu para senindir dedi. Niçin, dediklerinde, yaptığı yanlış işi anlattı. Hiçbiri almayıp, sana helal olsun dediler. Akşam evinde düşündü ki belki utanarak almamışlardır. Din kardeşlerime hıyanet ettim, diyerek, ertesi gün tekrar götürdü. Her birine yalvararak 30 bin dirhem gümüşü taksim etti. Müşteriye doğru söylemeli, hiç hile etmemelidir. Malda bir arıza oldu ise, haber vermelidir. Malı, akraba veya ahbabından, ona yardım olsun diye yüksek fiyatla aldı ise, müşterisine bunu söyleyerek, doğru değerini bildirmelidir. Mesela, on lira etmeyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldığını söylememelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir. Böyle misaller pekçoktur. Böyle hıyanetleri bilmeyerek yapan çoktur. Hıyanet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır. Çünkü, herkes, dikkat ile pazarlıkla uğraşarak, tam değerini verip aldığını sanır. O hâlde, aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur.
[(Mecelle)nin 26. maddesinde, “Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye zarar yapılabilir” diyor. Gıda maddelerini satanlar, piyasadaki değerin iki misline satarak halka zarar verirlerse, hakim piyasadaki değerine sattırır. Kıtlık zamanında, hükümet, (İhtikar) yapanın, yani karaborsacıların yığdığı gıda maddelerini, uygun fiyat ile aç kalanlara sattırabilir.
Abdülgani Nablüsi hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Hadika kitabının 207. sayfasında buyuruyor ki “Mezheplerin ruhsatlarını, yani kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapan kimseye (Müleffık) denir. Böyle yapmak câiz değildir. Ahkâm-ı İslamiyeye uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçdan dolayı veya zaruret ile bir işini veya her işini başka mezhebe uyarak yapmak câizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek, nefse uymak olur. Câiz olmaz.
Haramı helal ve helali haram yapmak için, yahut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için, (Hile-i batıla) yapmak câiz değildir. Hanefi ve Şâfiî mezheplerinde, (Hile-i şer’iyye)nin câiz olması, haram bir işi yapmaya izin vermek değildir. Bir hakime, bir dava geldiği zaman, bunda hile olduğunu bilmezse, lazım gelen hükmü vermesi câiz olur. Hile olduğunu bilerek hüküm verirse günaha girer). İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe “radıyallâhu anh”, müslümanlara böyle hile öğreten müftü hicr olunur dedi. Evet, İmâm-ı Âzam, hile-i şer’iyye yapılması câiz olur buyurmuştur. Fakat bu söz, İslamiyete uymayan sebeplerin kullanılmasına izin vermek değildir. Böyle sebep kullanınca, bundan hâsıl olacak hüküm muteber olur demektir. Mesela fâsid bey’ yapmak câiz değildir, haramdır. Fakat fâsid bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lazım olur. Cuma ezanı okununca bey’ yapılması da böyledir. Iyne satışının haram kısmını yapmak da böyledir. Haram sebeple yapılan hileden hâsıl olan hükme uymak, Şâfiî mezhebinde de lâzımdır. Malikide ve Hanbelide lazım değildir. Nisaba mâlik kimsenin, bir sene tamam olmadan önce, malını güvendiği birine temlik etmesi, sene tamam olduktan sonra geri alması, böylece zekatın farz olmasına mâni olmak için hile yapması, Hanefide de câiz değildir. Bir kimse, kadını nikah etmiştim diyerek, iki yalancı şahit gösterse, kadın inkâr etse de, onun zevcesi olur. Fakat, bu hükmün hâsıl olması için, yalancı şahit kullanmak haram olur. Ödünç vermekte faizi, muamele satışı şeklinde câiz yapmak da böyledir. Bidattir. [Ödünç alırken fâiz vermesi icap edenin, muamele satışı yaparak fâiz cezasından kurtulacağı, üçüncü kısımda, 12. maddenin üçüncü sayfasında bildirilmişti. Bu fetva, nafaka temininden âciz olup faizsiz karz-ı Hasan vereni bulamayan kimse içindir. Yani, fâiz ile ödünç almak zarureti bulunan fakiri fâiz günahından korumak içindir. Yoksa, herkes muamele satışı yapmak sûreti ile fâiz vererek ödünç alabilir demek değildir.] Böyle sözleşmelerde, elfaz değil, mânâ muteberdir. Haramı helal yapmak için (Hile-i batıla) yapmak yahudilerin adetidir.”
(Fetava-yı Hindiye)de 6. cüzde diyor ki “Haramdan kurtulmak için, helala kavuşmak için hile-i şer’iyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hilenin câiz olmasına senet, Sad sûresinin 44. ayetidir. Bu âyet-i kerime, Eyüp aleyhisselâm, zevcesine 100 sopa vurmaya yemin edince, bu yemini yapmaktan kurtulması için yapılacak hile-i şeriyeyi bildirmektedir.” (Eşiat-ül-lemeat)da had cezalarında diyor ki: Saîd bin Sad dedi ki babam Sad, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zina yaparken yakaladık dedi. “Buna, üzerinde 100 filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!” buyurdu. Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezası yapılmış olur. Eşia tercümesi, hile-i şeriyenin câiz ve lazım olduğunu göstermektedir.]
Ey gönül, yaktı vücudum, o gizli narın senin,
fışkırıp çıktı semaya ah ile zarın senin!
Çok garib bir divanesin, niçin hiç uslanmazsın?
Herkesin rüsvası oldun, yokmudur arın senin?
Ebedî aşk tuzağına düştüğün günden beri,
meyvemi verecek aceb, soldu baharın senin?
Alamadı hiçbir kimse, sonsuz sırrından haber,
saçmadı buy-i letâfet, misk-i tatarın senin.
Haklısın sen! Kıssa-i cananı izhar eyleme!
Tatmadan anlamaz aşkı, yar-u agyarın senin!
Kaynak: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye