Sual: Meşhur 72 bidat fırkasının hangi fırkalar olduğu belli midir?
Cevap: Türpüşti Risalesi’nin 3. babının 5. faslında buyuruluyor ki;
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Sevâd-ı a’zam dışında hepsi Cehennem ateşindedir” buyurunca, “Sevâd-ı a’zam nedir?” dediklerinde, “Benim ve Eshâbımın yoludur” buyurdu.[1]
Kelâm âlimlerinden ve başka âlimlerden bir kısmı, dalâlet fırkalarını dar tutmuşlar, sanki sayılanlarda bir zorlama bulmuşlardır. Zîrâ, hâricî, râfizî ve mu’tezilî gibi isimlere bakılarak, her sınıf bir fırkaya konursa, 72’ye varmaz, bütün kolları sayılırsa, 72’yi aşar. Çünki bu 3’ten herbirinin 20 küsür kısmı vardır. Ümmîlerin 12, Neccârîlerin 3, Mürcîlerin 5 sınıfı vardır. Böylece diğer fırkaların kollarını sayarsak, o belirli rakamı çok geçer. O hâlde ihtiyâtla söylenecek en doğru sözü arz edelim:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ümmetinin fırkalara ayrılmasını belli bir vakitle sınırlamayınca, muhtemeldir ki, bildirilmiş olan 72 fırkadan bazıları henüz ortaya çıkmamıştır ve bundan sonra çıkarlar. Herbir fırkanın ismi o fırkaya uyanlara göredir. Herbirileri birine mensûb olup, onun mezhebinin usûlü üzere olurlar. O kötü bir mezhebin aslında birbirine uygun düşenler bir fırka oluştururlar; öncülerinin birbirinden ayrılığı az olsa da! İtikâdlarının aslında zıtlık ve uygunsuzluk bulunanlar ayrı birer mezheb olur.
Bizim onları tanımakdaki ayırıcı alâmet ve özelliğimiz odur ki, onlardan hangisini ilk asırdaki Sahâbenin itikâdına uymaz, yâhud sonradan kendilerinin dinde ortaya atdığı bir i’tikâda uyar, ammâ bu itikâdları Kitâb ve Sünnetle bağdaşmaz; işte biz onları dalâlet fırkalarından sayarız.
Bid’at ehlinden ilk ortaya çıkanlar Hâricîlerdir. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” zamânında, iki tarafın birer hâkem seçmesi konusunda, kendi tarafındaki adamlar; “Kendini hak halîfe bilseydi, niçin başkasını hâkem etti de, onu imâmlıktan çıkardı. Tahkîm mümkün olsaydı, niçin kendisini imâmlıkdan [halîfelikten] çıkardılar da, kendi kendini çıkarmadı. Bâtıl ise, niçin yaptı” dediler ve bu lüzûmsuz düşüncelerden sonu hiç de faydalı olmayacak şüphelere saplandılar ve Emîr-ül mü’minînden ayrıldılar. Bunlar Sıffîn muhârebesinde karşılaşan iki tarafa da, (doğru yoldan ayrıldılar) dediler. Bunlara Mahkemîler derler. Re’îsleri Abdüllah bin Vehb-i Leşkerî ile Yezîd bin Âsım-ı Muhtarî idi.
Hâricîlerden sonra Kaderîler ortaya çıkdı. Kaderden ilk defa söz eden, Basra’da, Ma’bed-i Sehmî oldu. Bunlardan sonra Râfizîler zuhûr etti. Bunlar Ebû Bekr’in “radıyallahü anh” imâmetine [hilâfetine] dil uzatıp, Eshâb-ı kirâm doğru yoldan ayrıldı dediler. Hazret-i Alî zamânında bu mez- heb yokdu. Kendilerine Alînin şî’ası [taraftârı] diyen bir grub, ondan sonra bu şekilde ortaya çıktılar. Tâbi’în zamânında Mu’tezîle ortaya çıktı. Reîsleri Vâsıl bin Atâ-ı azzal olup, Hasen-i Basrî’nin meclisine devâm ederdi. Ehl-i sünnet ile Hâricîler arasında ihtilâf meydâna geldi. Hâricîler büyük günâh işleyene kâfir olur, dedi. Ehl-i sünnet, o mü’mindir, dedi. Vâsıl ise, ikisinden de ayrı bir yol tutdu ve, “Ne kâfir olur, ne de mü’min, küfür ve islâm arasında bir yerde bulunur” dedi. Hasen-i Basrî hazretleri, bunun üzerine, onu ilim meclisinden uzaklaşdırdı. Amr bin Ubeydullah da, bu meselede Vâsıl’a yâr oldu. İnsanlar, “Bu ikisi Emîrin adamları olmaktan itizâl ettiler [ayrıldılar]” dediler. Bunun için itizal [mu’tezilî] onlara isim olarak kaldı. Bunlardan herbiri kendi mezhebinin gâlib ve hâkim olmasına çalışıp, dâimâ insanları şüpheye düşürecek sözler söylediler. Ayrıca kendi aralarında da muhtelîf kısımlara bölündüler ve her bölünmeden yeni yeni bid’atler ortaya çıktı ve dalâlet fırkaları bu şekilde çoğalarak büyüdü. Birbirlerini bile tekfîr ettiler. Bugüne kadar böyle sürüp geldiler.
Selef-i sâlihîn âlimlerinin çoğu, hâricî, râfizî ve mu’tezilî gibi dalâlet fırkalarına kâfir demeyi câiz görmediler. Bazıları da onları tekfîrde geniş ve müsâmahalı davrandılar. Dînin usûlüne uygun olan odur ki, bakarız; eğer bid’at sâhibi, Kur’ân-ı kerîmden açık bir nassa, yâhud bir özür beyân edilemeyecek derecede sâbit bir sünnete muhâlefet, yâhud da ümmetin âlimlerinin icmâ’ı hâsıl olmuş bir meseleyi red ederse, o zamân tekfîri câizdir. Çünki o bid’at sâhibi, hiçbir özür bulunmadan, sırf inat olsun diye, hakkı [doğruyu] atmış, dalâlet yolunu tutmuştur. Ammâ tam açık olmayan ve bid’at sâhibi onda şüpheli olana uyarsa, tekfîri câiz olmaz. Hiç tekfîr edilmez diyen âlimlerden bir kısmı, “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak” hadîs-i şerîfine dayanmaktadır. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” hepsine ümmetim buyurduğundan, hiç birine kâfir denmez dediler.
Buna şöyle cevâb veririz: Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz bu ifâdeyi, ümmeti fırkalara ayrılmadan önce kullandı. Nitekim hazret-i Sevbâ’nın bildirdiği hadîs-i şerîfte, “Ümmetimden bazı kabîleler müşriklere dâhil olmadıkça, hattâ ümmetimden bir kısmı putlara tapmadıkça kıyâmet kopmaz” buyuruldu. Herkes bilir ki, icâbet etmiş [islâmı kabûl etmiş] ümmete putperest denmez. Yâhud da, ayrıldıktan sonra onlara ümmetimden dediyse, bundan hiçbir kimseye kâfir denmiyeceği manâsı çıkmaz. Zîrâ ümmet kelimesi, bir zamânda bulunan insanlar, yâhud bir dinde bulunanlar, yâhud bir yolda bulunanlar, yâhud da bir peygamberin daveti zamânında bulunanların hepsi için kullanılabilir. Murâdı da O peygamberin davetine muhâtab olanlar olur.
Bir kimse suâl edip, sahîh haberde geldi ki, hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, “hâricîler kâfir midir?” diye sormuşlar da, cevâbında, “Küfürden kaçmışlardır”. “Münâfık mıdırlar?” dediler. “Münâfıklar Allahın ismini anmaz, yâhud çok az dillerine alırlar, bunlar Allahı çok anıyorlar buyurdu”, derse,
Cevâbında deriz ki, Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” bu cevâbı verdiği zamân, yâ henüz onların itikâdlarına vâkıf değildi, yâhud da onlar o zamân küfre götürecek kadar hakdan uzaklaşmamışlardı. Zîrâ ilk önce tahkîm sebebiyle kendisinden ayrılıp, onu hatâlı bulanlar, ayrıca hazret-i Mu’âviye ve onunla birlikte bulunanlar, [ictihâdda] iki ayrı taraf olduktan sonra, bir takım kimseler dahâ bunlara katıldı ve hazret-i Osmân’ı “radıyallahü anh” öldürenler de onlara yardımcı oldu sözleri, Alî, Talhâ, Zübeyr ve hazret-i Alî’yi “radıyallahü anhüm” tekfîr edecek dereceye ulaştı. İlâveten Cemel [deve] ve Sıffîn vak’alarında hâzır bulunan iki taraftaki Eshâb-ı kirâm efendilerimize ve yanlarında bulunanlara kâfir diyecek kadar ileri gidip, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Bir müslimân, din kardeşine kâfir derse, ikisinden biri kâfir olur” buyurmuşdur, dediler. Yanî, eğer doğru söylediyse, söylediği kişi kâfir demektir. Yok yalan söylediyse, söyleyen kâfir olur. Çünki bulunduğu dîne küfretmiştir.
Bunlardan sonra Nâfi’, Ezrak ve Mecd-i Harûri tâifeleri geldi ve mevcûda birkaç bid’at dahâ eklediler. Bunlar müslümânların kanlarını akıtmağa ve mallarını almağa helâl dediler. Bunda da Kitâba, sünnete ve icmâ’a muhâlefet vardır.
Râfizîlerin bir sınıfı vardır ki, hazret-i Alî’ye ilâh diyorlar. Bunlar Sebe’ilerdir. Allahü teâlâ onlara la’net eylesin.
Bir takımları da vardır ki, onlara Benânîler derler. Benân bin Sem’an’a mensûb olup, Allah insan şeklindedir. Rûh-i ilâhî imâm Alî’ye, sonra oğlu Muhammed bin Hanefiyye’ye, sonra oğlu Ebû Hâşim’e, sonra da kendine hulûl etmişdir dediler. Bu sebebden eshâbı imâm Alînin ülûhiyyetine inandılar.
Bunların tekfîrinde duraklamak hiç câiz olur mu?
Mu’tezîlenin kısımlarından biri Hüzeylîlerdir. Ebû Hüzeyl Ilâfa tâbi’ olanlara denir. Allahü teâlânın takdîr etmiş olduğu şeyler biter. Cennettekilerin ni’metleri ve Cehennemdekilerin azâbları sonsuz değildir derler. Biri de, Nizâmîlerdir. Nizâm’ın eshâbına denir. Sapıklıklarından biri, Allahü teâlâ mahlûkâtın cüz’lerini [parçalarını] bilmez derler ve buna benzer bir takım sözleri vardır. Bunlara kâfir demekde hiçbir âlim duraklamaz.
O hâlde nassın zâhirine muhâlefet eden bu dalâlet fırkalarının küfründe tereddüd etmiş olan Selef-i sâlihîn ulemâsının tereddüdleri, yâ bu bozuk fırka ve fikirlerin onların zamânında ortaya çıkmış olmaması, ya da bozuk mezheb ve sözleri yayılmamış olmasındandır. Ammâ birinci asırdan sonra, Selef-i sâlihîne tâbi’ olan, Ehl-i sünnet âlimleri de onların yolundan giderek, onların tekfîr etmediklerini tekfîr etmediler. Herhâlde kelime-i şehâdeti söyledikleri için islâm zimmetini onlardan uzaklaştırmayı münâsib görmediklerinden, ihtiyât yolunu sıkı tutmuşlardır. Ammâ bid’atlerinde bir nev’i te’vîl ihtimâli bulunanlar ve çok açık olmayan husûslarda şüphe edenler hakkındaki hüküm, müslümânlardan kebâir [büyük günâh] işliyenler hakkındaki hüküm gibidir. Onların tekfîri câiz değildir.
Bir kimse derse ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Hepsi Cehennemdedir” buyurdu. Bu ise kâfir olduklarını gösterir;
Cevâbında deriz ki, şerî’atin sâhibinin “sallallahü aleyhi ve sellem”, onların Cehennemde olduğunu bildirmesi, kâfir olduklarını göstermez. Zîrâ çok olur ki, bir kimse bir sâat bir iş yapar da onu meslek hâline getirir ve onun için Cehennemliktir denir. Eğer, Peygamber efendimiz, 72 fırkanın hepsi için bir hüküm verdi, siz ise, kimine kâfir demek câizdir, kimine değildir, diyorsunuz, denirse,
Cevâbında deriz ki, bu iki meseleden her biri için dînin usûl bilgilerinde bildirilmiş olan hükümlerle bu netîceye vardık. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Hepsi Cehennemdedir” buyurmuş olması, hepsinin bir olduğunu göstermez. Büyük günâh işlemiş olan, kâfir gibi Cehenneme gidebileceğinden hepsini birden söylemiştir. Hâlbuki bunlardan biri hep Cehennemde kalacak, diğeri ise, cezâsını çekip sonra çıkacaktır. Bu şuna benzer: Bir hükümdâr bir grup insanları yakalar, bir kısmına katl ile, bir kısmına da ta’zîr [dayak] ile emreder ve derler ki, bu adamlar hükümdârı kızdırmışlar, bunun için hepsini cezâlandırdı. Kitâb ve Sünnet üzere dalâlet fırkalarının durumu bu şekilde îzâh edilir.
[1] 73 fırka vardır. Biri Ehl-i sünnet ve cemâ’at mezhebi olup, diğer 72 [itikâdda] dalâlet fırkası, aslında 6 ana fikirde toplanır. Bunlar da, Râfizî, Hâricî, Cebrîler, Kaderîler, Cehmîler ve Mürcîlerdir. Herbirinde 12’şer fırka vardır:
Râfizî Fırkaları:
1– Alevîler, hazret-i Alî’ye nebî [peygamber] derler.
2– Ebedîler, hazret-i Alî’yi şerîk [ortak] tutarlar.
3– Şî’îler, hazret-i Alî’yi bütün Eshâbdan çok sevmeyen kâfirdir derler.
4– İshakîler, peygamberlik bitmemiştir derler.
5– Zeydîler, namâzda imâmlığa hazret-i Alî’nin evlâdından başkası lâyık değildir derler.
6– Abbâsîler, Abbâs bin Abdülmuttalib’den başkasını imâm bilmezler.
7– İmâmîler, yeryüzü imâmsız kalmaz derler ve Hâşim oğullarından başkasının arkasında namâz kılmazlar.
8– Naüsîler, kendini başkasından üstün tutan kâfirdir derler.
9– Tenâsuhîler, can bedenden çıkınca, başka bir bedene gitmesi câizdir derler.
10– Lainîler, hazret-i Talhâ, Zübeyr ve Âişe’ye la’net ederler.
11– Raciîler, hazret-i Alî tekrâr dünyâya gelecek. Şimdi bulutdadır derler.
12– Merkazîler, müslümân pâdişâha baş kaldırmak câizdir derler.
Hâricî Fırkaları:
1– Ezrakîler, kimse rü’yâda iyilik görmez. Çünki vahiy kesilmişdir derler.
2– Rıyâzîler, îmân, sâlih söz, sâlih amel, niyyet ve sünnettir derler.
3– Sa’lebîler, işlerimiz Allahü teâlânın kudret ve irâdesi ile değil, hitâbı ile hâsıl olmuştur derler.
4– Câzimîler, îmânın farzıyyeti bilinmemiştir derler.
5– Halifîler, harbde iki düşman karşısından kaçmak küfürdür derler.
6– Kevezîler, beden çok oğmadan temizlenmez derler.
7– Kenezîler, zekât vermek farz değildir derler.
8– Mu’tezîliler, kötülükler [günâhlar] Allahın takdîri ile değildir. Fâsık imâm olamaz. Îmân kulun kesbi [kazanmasıdır], Kur’ân mahlûkdur. Ölülere duâ ve sadakadan fayda ulaşmaz. Mi’râc Beyt-ül-makdîsden [Kudüs’den] öteye geçmez. Amel defterlerinin verilmesi, hesâb görülmesi ve amellerin tartılması diye bir şey yoktur. Melekler mü’minlerden üstündür. Kıyâmetde Allahü teâlâ görülmez. Evliyânın kerâmeti diye birşey yoktur. Cennette olanlar uyur ve ölürler. Öldürülmüş olan, kendi ölümüyle ölmemiştir. Deccâl ve benzeri kıyâmet alâmetlerinin aslı yoktur, derler.
9– Meymûniler, gayb-ı îmân bâtıldır, derler.
10– Mahkemîler, Allahü teâlânın kullarına hükmü yokdur derler.
11– Sirâciler, öncekilerin hâlleri hüccet değildir, inkârı vâcibdir derler.
12– Ahnîler, amelin ecri ve cezâsı kula ulaşmaz derler.
Cebriyye Fırkaları:
1– Muztarîler, hayır ve şer [iyilik ve kötülük] Allahdandır, bu ikisinde kulun irâdesi, ihtiyârı yoktur derler.
2– Ef’alîler, kul işi yapar, ama kudretsiz ve irâdesiz derler.
3– Mailer, kulun işi ve kudreti, Allahü teâlânın güç vermesiyle değildir derler.
4– Târikîler, îmândan başka bir şey farz değildir derler.
5– Bahsîler, herkes kendi nasîbini yer, o hâlde bir kimseye bir şey vermek gerekmez derler.
6– Mütemmenîler, hayır, nefsin, tesellî [tatmîn] bulduğu şeydir derler
7– Keselânîler, sevâb ve azâb, amel ile artar derler.
8– Ceybîler, seven sevdiğine azâb etmez derler.
9– Deylemîler, dost dosta hiç kavuşamaz derler.
10– Fikrîler, Hakkın ma’rifetinde tefekkür ibâdetten iyidir derler.
11– Hasbîler, âlemde ismet yoktur derler.
12– Hüccetîler, kader, Allahü teâlânın takdîri ile olunca, kulun cezâya çarpması için, bir hüccet yoktur derler.
Kaderiyyenin fırkaları: Kaderîler, kul işinde fâil-i muhtârdır, işlerini sona erdirmek için Allahü teâlânın yardımına muhtâc değildir, derler ve şu fırkalara ayrılmışlardır:
1– Ehâdiler, biz farzı ikrâr, sünneti inkârla mükellefiz, derler
2– Senevîler, iyilik Yezdân’dan, kötülük Ehrimen’dendir, derler.
3– Keysânîler, bizim işlerimiz mahlûktur veyâ değildir derler.
4– Şeytânîler, şeytânın vücûdu yoktur derler.
5– Şerîkîler, îmân mahlûk değildir; bazen bulunur, bazen bulunmaz, derler.
6– Vehmîler, bütün işlerimize mükâfât yoktur, derler.
7– Rüveydîler, dünyâ fânî değildir, derler.
8– Nâkisîler, imâmâ isyân câizdir, derler.
9– Müteberrîler, günâhkârın tevbesi kabûl değildir, derler.
10– Kâsıtîler, ilim, mal, hikmet ve riyâzet edinmek farzdır, derler.
11– Nizâmîler, Hak teâlâya şey demek câiz değildir, derler.
12– Müteellifîler, şerrin mukadder olup olmadığını bilmeyiz, derler.
Cüheymîye Fırkaları: Bunlar, îmânın kalb ile olup dil ile olmadığında sözbirliği etmişlerdir. Kabir azâbı yokdur. Münker ve Nekîr’in suâl sorması diye bir şey yok, Kevser havuzu, Melek-ül-mevt [can alıcı melek] yok ve Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmla konuşmamıştır, derler. Kendi aralarında ihtilâflı olup, fırkalara ayrılmışlardır:
1– Muattalîler, Allahü teâlânın isim ve sıfatları mahlûkdur, derler.
2– Mutarabbisîler, ilm, kudret ve meşiyyet mahlûkdur ve halk mahlûk değildir, derler.
3– Müterâkîler, Allahü teâlâ bir yerdedir, derler.
4– Vâridîler, Cehenneme giren bir dahâ çıkmaz ve mü’min Cehenneme gitmiyecekdir, derler.
5– Harkîler, Cehennem ehli öyle yanacakdır ki, onlardan bir eser, bir iz bile kalmaz, derler.
6– Mahlûkîler, Kur’ân, Tevrât, İncîl ve Zebûr mahlûktur, derler.
7– Aberîler, Muhammed aleyhisselâm, akıllı ve hikmet sâhibi bir kişi olup, peygamber değildi, derler.
8– Fânîler, Cennet ve Cehennem sonsuz değildir, derler.
9– Zenâdıkîler, Mi’râc rûha idi, bedenle olmadı, Hak teâlâ dünyâda görülebilir, âlem kadîmdir, kıyâmet yoktur, derler.
10– Lafzîler, Kur’ân, Kelâm-ı ilâhî değil, farsçadır. Ancak Kur’ânın manâsı kelâm-ı ilâhîdir, derler.
11– Kabrîler, kabr azâbını inkâr edenlerdir.
12– Vâkıfîler, Kur’ânın mahlûk olmasında duraklarız diyenlerdir.
Mürciyenin Fırkaları: Peygamberler, âlemdeki işlerin nizâmı için havf ve reca’ [korku ve ümmîd] gösterirler, yoksa Allahü teâlânın, kullarına azâb etmesine kimse karışamaz, derler.
1– Târikîler, îmândan başka hiçbir şey farz değildir, derler.
2– Şâiler, Lâ ilâhe illallah diyen, ne yaparsa yapsın, ona hiç azâb yoktur, derler.
3– Râciler, kul, ibâdetle makbûl, günâhla âsî olmaz, derler.
4– Şâkîler, kendi îmânlarından şübhe ederler ve rûh îmândır, derler.
5– Nehemîler, îmân ilmdir, bütün emr ve yasakları bilmeyen kâfirdir, derler.
6– Amelîler, îmân ameldir, derler.
7– Menkudîler, îmân bazen artar, bazen azalır, derler.
8– Müstesnîler, biz inşâallahü teâlâ mü’miniz, derler.
9– Eşerîler, kıyâs bâtıldır, sâlihliğin delîli yoktur, derler.
10– Müddeîler, emîre, günâhla da emr etse, itâat vâcibdir, derler.
11– Müşebbihîler, Hak teâlâ Âdemi kendi sûretinde yaratdı, derler.
12– Haşevîler, vâcib, sünnet ve müstehab hepsi birdir, derler.
Ebûl-Kâsım Râzî, 7 fırka dahâ onlara katmışdır. Bunlar Kirâmîler, Dehrîler, Hâlîler, Bâtınîler, İbâhîler, Berâhîmîler ve Eş’arîlerdir. Onların bazılarının isimleri Sofistaîler, Felsefeciler, Zemmîler ve Mecûsîler olarak da bulunmuştur.
(Gıyâs-ül-lugat)