Bu mektup, yine Muhammed Sâdık-ı Kişmiri’ye yazılmıştır. Evliyânın kerâmetlerini bildirmektedir:
Hak sübhânehu ve teâlâ, Evliyâya inanmakla ve bu yüksek insanları sevmekle, hepimizi şereflendirsin!
İçinde birkaç sual bulunan mektubunuz geldi. Denemek ve üzmek için yapılan sual, cevap vermeye değmez ise de, belki faydalı olur düşüncesi ile cevap veriyorum. Birisi anlamazsa da, anlayanlar çok şey öğrenir.
Sual: Eskiden gelmiş geçmiş Velilerde çok kerâmetler, harikalar hâsıl olmuştu. Zamanımızdaki büyüklerde ise az görülmektedir. Bunun sebebi nedir? diyorsunuz.
Cevap: Bu suali sormanız, zamanımız büyüklerinde harikalar az görülüyor diyerek bunları küçültmek düşüncesi ile oldu ise, şeytanın aldatmasından Allahü teâlâya sığınırız. Sözün gelişinden düşüncenizin öyle olduğu anlaşılıyor. Şeytanın şerrinden Allahü teâlâya sığınınız!
Velî olmak için, bir insandan harikaların, kerâmetlerin meydana gelmesi şart değildir. Halbuki Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” mucize göstermesi lâzımdır. Bununla beraber, Evliyânın hemen hepsinde, kerâmet görülmüştür. Kerâmet göstermeyen Velî pek azdır. Bir Veliden, çok kerâmet meydana gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. Evliyânın birbirinden üstünlüğü, Allahü teâlâya daha yakın olmalarına bağlıdır. Daha yakın olan bir Velî, pek az kerâmet sâhibi olabilir. Allahü teâlâdan daha uzak olan bir Velî, daha çok kerâmet, harika gösterebilir. Bu ümmetin sonradan gelen Evliyâsında, o kadar çok kerâmetleri olanlar görülmüştür ki Ashâb-ı kirâmın “Rıdvânullahi aleyhim” hiç birinde, bunun yüzde biri bile meydana gelmemiştir. Halbuki Evliyânın en yükseği, en aşağı derecede olan bir Sahabinin “radıyallâhu anh” derecesine yetişemez. Görülüyor ki Evliyâyı ve onların üstünlüğünü anlayabilmek için, kerâmetlerine, harikalarına bakmak, cahillik, kısa görüşlülük olur. O kimsede, o büyüklerin yollarına katılabilmek kabiliyetinin az olduğunu gösterir. Peygamberlerin ve Velilerin feyiz ve bereketlerine, ancak onlara uymak kabiliyetinde olanlar kavuşabilir. Kendi düşüncelerine, hayallerine uyanlar, kavuşamaz. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh”, uymak kabiliyeti sebebi ile Peygamberimize “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir şey sormadan inanıverdi. Ebû Cehilde bu kuvvet bulunmadığından, o kadar alâmet ve mucizeler gördüğü hâlde, Peygamberliğe inanmak saadeti ile şereflenemedi. Sûre-i Enamda, (Senin Peygamber olduğunu belirten, açık alâmetlerin hepsini görseler, yine inanmazlar. Yanına geldikleri zaman, terbiyesizlik yapar, mübarek kalbini incitirler ve bu Kuran, eskiden kalma hikayeler, masallardır, derler) meâl-i şerifteki âyet-i kerime, böyle talihsizleri bildirmektedir.
Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanına yakîn zamanlardaki Evliyânın, az kerâmet gösterdiğini, bütün ömürlerinde 3-5 harikadan başka görülmediğini söyledik. Cüneyd-i Bağdadi’nin 10 kerâmeti bile işitilmemiştir. Hak teâlâ, kelimi olan, Mûsâ aleyhisselâma 9 mucize verdiğini bildirmektedir. Bunlar, düşmanlara karşı olan harikalardır. Yoksa, Peygamberlerden ve Evliyâdan her saatte, harikalar meydana gelmektedir. Düşmanları bilse de, bilmese de, harikaları güneş gibi görülmektedir. Fârisî Mısra tercümesi:
Kör göremezse, güneşin kabahati ne?
Sual: Temiz olan taliplerin, keşif ve müşahede ettikleri şeylere, şeytan bir şey karıştırabilir mi? Karıştırabilirse, bunu ayırt etmek nasıl olur? Karıştıramaz ise, keşif ve ilhâm ile elde edilen bilgilerin, bazısının yanlış olması nedendir?
Cevap: Her şeyi doğru olarak ancak Allahü teâlâ bilir. Bilgisini şeytanın karıştırmadığı kimse yoktur. Peygamberlere bile karışabileceği, hatta karıştığı hâlde, Evliyâya karışmaz olur mu? Nerede kaldı ki acemi taliplere karışmasın. Şu kadar var ki Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” şeytanın karıştırdığı, haber verilir ve yanlış doğrudan ayırt olunur. Nitekim Hac sûresinde, (Allahü teâlâ, şeytanın karıştırdığını değiştirir. Sonra kendi ayetlerini, sağlam olarak bildirir) mealindeki âyet-i kerime, bunu beyan etmektedir. Evliyâya, şeytanın karıştırdığını haber vermek lazım değildir. Çünkü Veliler, Nebîlerin izinde yürümektedir. Bunlar, Peygamberlerin bildirdiğine uymayan buluşlarını reddederler, kıymet vermezler. Fakat, Peygamberin dininin bildirmediği, doğru veya yanlış demediği bilgilerin doğrusunu, eğrisinden ayırmak güçtür. Çünkü ilhâm zannîdir, şüphelidir. Fakat, doğru ilhamları iğrilerinden ayıramamak, Veliler için, bir kusur olmaz. Çünkü dünya ve ahiret saadetlerine kavuşmak, İslamiyete uymakla olur. İslamiyetin bildirmediği şeyler, ehemmiyetli değildir. İnsanlara, ehemmiyetsiz şeyleri yapmak emrolunmadı.
Keşif ve ilhamlarda yanlışlık, yalnız şeytan tarafından gelmez. Çok defa, şeytan hiç karışmadan, hayalde, doğru olmayan bazı şeyler hâsıl olur. Mesela, bâzen Peygamberimizi “sallallâhü aleyhi ve sellem” rüyada görüp, bazı şeyler öğrenenler oluyor ki bu öğrendikleri, kitaplara uymamaktadır. Halbuki bu rüyalara şeytanın karışmadığı meydandadır. Çünkü şeytanın, her ne sûretle olursa olsun, Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin şekline giremeyeceğini, âlimlerimiz bildirmektedir. İşte, böyle rüyalarda, hayal, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermektedir.
Sual: Evliyânın kerâmeti ile kâfirlerde hâsıl olan istidrâc birbirine benziyor. Acemi bir talip, bir harik-ul’âde görünce, bir Velînin “rahmetullâhi aleyh” kerâmeti, veyâhut bir yalancının istidrâcı mı olduğunu nasıl ayırt edebilir?
Cevap: Bunu ayıracak, talibin vicdanıdır. O kimse ile konuşunca, talibin kalbinde, dünya sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa onun, kerâmet sâhibi bir Velî olduğunu anlar. Eğer böyle olmazsa, istidrâc gösteren bir yalancı olduğu anlaşılır. Onun sözleri ile kalbinde bir değişiklik duymayan kimse, hayvan gibi olan câhil bir kimsedir. Hevesi olan, isteği bulunan talip, kalbindeki bu değişikliği, çok güzel sezer. Bu seçilmiş, nurlu insanlar, câhillerin duymamasına ehemmiyet vermez. Çünkü ruhu hasta, (Basireti) , kalp gözü kör olanlar, duygusuz olur. Kalpteki bu değişikliğini anlamaktan daha mühim ve daha lüzumlu birçok bilgilerden, bu câhillerin haberi yoktur. (Velî olmak için, Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmalıdır) demişlerdir. Yani Allahü teâlânın sıfatlarına uygun sıfatlar Evliyâda hâsıl olur. Fakat, bu benzerlik, yalnız isimdedir ve uygunluk, sıfatların topluluğundadır. Yoksa, sıfatların hususiyetlerinde beraberlik olamaz. (Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanınız) emrini anlatırken, Hâce Muhammed Parisa “kuddise sirruh”, (Tahkikat) ismindeki fârisî kitabında buyuruyor ki (Allahü teâlânın bir ismi, (Melik) dir. Bu, her şeye hakim, gâlip demektir. Talip tasavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hakim, gâlip olur ve başkalarının kalplerine tesir etmeye başlarsa, bu sıfat ile ahlaklanmış olur. Allahü teâlânın bir ismi de, (Semi) dir. Yani işiticidir. Talip, doğru sözü herkesten kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla, huylanmış olur. Bir sıfatı da, (Basir) dir. Yani, Allahü teâlâ, her şeyi görür. Talibin kalp gözü açılır ve firaset ışığı ile kendi ayıplarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, yani başkalarını kendinden daha üstün görürse ve Allahü teâlânın her ân gördüğünü, göz önünde bulundurarak, hep Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da, (Muhyi) dir. Yani Allahü teâlâ dirilticidir. Talip, unutulmuş sünnetleri canlandırır, meydana çıkarırsa, bu sıfatla, sıfatlanmış olur. Bir sıfatı da Mümittir. (Mümit), öldürücü demektir. Talip, sünnetlerin yerine yerleşmiş olan, bidatleri men’ eder, yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar, bunlar gibidir). Câhiller, bu ahlaklanmayı başka türlü anlamış ve yoldan çıkmıştır. Veliler, ölüleri diriltir, kaybolan şeyleri bilir sanmışlar. Böyle, daha nice bozuk düşüncelere saplanmışlardır. Halbuki bazı zanlar, günahtır.
Harika, yalnız ölüleri diriltmek, istediğini öldürmek demek değildir. İlham yolu ile gelen bilgiler, kerâmetlerin en büyüğüdür. Nitekim, mucizelerin en kuvvetlisi ve kıyamete kadar kalanı Kurân-ı Kerîm mucizesidir.
Gözü açmalı, iyi görmeli ki Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri ilimler, mârifetler, nisan yağmuru gibi yağmaktadır. O kadar çok oldukları hâlde, hepsi İslamiyete uygundur. İslamiyetten kıl kadar ayrılanı yoktur. Bu da, hepsinin doğru olduğuna açık bir alâmettir. Zaten, yüksek hocam Muhammed Bâkî Billah “kuddise sirruh”, (Size ilhâm olunan ilimlerin hepsi doğrudur) buyurmuştur. Fakat ne fayda ki hocam hazretlerinin sözü, sizin için güvenilecek senet değildir. Kendinize, bir de pirini çok seven diyorsunuz. Mektubunuzda, inat ve itiraz kokusu vardı. Fakat, kıymetli bilgilerin yazılmasına sebep olduğundan, iyi oldu. Fârisî beyt tercümesi:
Elbet bulunur, bir güzellik çirkinde;
İnci gibi görünür dişler, zencide.
Şaşılacak şeydir ki bundan önceki mektubunuzda çok sevgi ve saygı göstermiştiniz. Arka arkaya gördüğünüz 2 rüyadan dolayı eski hallerinizden tövbe ettiğinizi ve bu yola sıkı bağlandığınızı ve tecdid-i îman ettiğinizi de yazmıştınız. Bir ay geçmeden bu halinizin değiştiği anlaşılıyor ve pek çabuk eski halinize döndüğünüz görülüyor. Bu gerilemeniz, o 2 rüyanın şeytani olduğu veya yanlış bir keşif olduğu düşüncesini hâsıl etmektedir. O mektubunuz nasıldı, bu mektubunuz nasıldır? Fârisî beyt tercümesi:
Söyle ona, neden kötülük yapıyor?
Bana değil, kendi kendine ediyor.
Doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafanın “aleyhi ve alâ Âlihissalevâtü vetteslîmât” izinde gidenlere Allahü teâlâ selamet versin!