Bu mektup, Seyyid Mîr Muhammed Numan “kaddesallahü sirrehül’azîz” hazretlerine yazılmıştır. Bir sorusuna cevaptır:
Önce, Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne “sallallâhü aleyhi ve sellem” selam ederim.
Yüksek Seyyid hazretleri! Soruyorsunuz ki:
Kelime-i tevhid söylerken, (Lâ) deyince, görülen ve bilinen her şeyi yok bilmek lâzımdır. Çünkü, Allahü teâlâ istenilmektedir. O da, görülen ve bilinen şeylerden başkadır. Hiçbirine benzemez. Böyle olunca Muhammed aleyhisselâmın gördüğünü de yok bilmek lazım gelecektir. Allahü teâlâ, Onun gördüğünden de başka olacaktır.
Cevap: Ey kardeşim! Muhammed “aleyhisselâm” o kadar çok yüksek olmakla birlikte, yine insan idi. Yok iken yaratılmış bir mahluk idi. İnsan, insanların yaratanını nasıl kavrıyabilir? Mahluk olan, hep var olandan ne anlayabilir? Yokluktan gelen, yok olmayandan ne elde edebilir? Taha sûresi 110. âyetinde meâlen, (Onu anlayamazlar, kavrayamazlar) buyruldu. Şeyh Ferideddin-i Attar “rahmetullâhi aleyh” buyuruyor ki:
Görmezmisin ki Peygamber gibi bir sultan,
o fakr ile eremedi, uğraşma, heman!
Ey kıymetli kardeşim! Burayı biraz açıklamak gerekiyor. Dikkatle okuyunuz! (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin iki makâmı vardır. Biri yok etmekte, ikincisi var etmektedir. Bu varlığın ve yokluğun da ikişer yüzleri vardır. Birinci bakımdan, batıl tanrıların ibâdete hakları yok edilmekte ve hak olan mâbudun ibâdete hakkı var olduğu bildirilmektedir. İkinci bakımdan ise, maksud olmayan ve matlub olmayan maksatlara olan bağlantılar yok edilmekte ve hakiki matluba olan bağlılığın varlığı bildirilmektedir. Başlangıçta, birinci bakımdan yükseklik, bilinen ve görülen her şeyi (Lâ) derken yok eylemektir ve varlık makâmında, (İlla) demekten başka bir şey düşünmemektir. Birkaç zaman böyle yaparak kalp gözü kuvvetlendikten sonra, (İlla) derken, varlığı söylenen hakiki var olan da, yok edilenler gibi görünmeye başlar. Fakat sâlik, o görülenden başkasını aramakta, ondan başkasını istemektedir. Çünkü bu kemâlin başlangıcında, (Lâ) derken, yok bilinen her şey, ibâdete hakları olmayan mahluklar idi. Bu kelime-i tevhidi çok söylemenin bereketi ile ibâdete hakkı olan mabuttan ayrılmışlardır. Fakat, kalp gözü kuvvetli olmadığı için, ibâdete hakkı olan ve (İlla) derken var bilinen vücûb yani daimi varlık mertebesini görmüyordu. O makâmda, (İlla) demekten başka bir şey bilmiyordu. Kalp gözü kuvvetlenince, var düşünülen de, yok bilinenler gibi görüldü. Vücûb mertebesinde isimler ve sıfatlar da bulunduğu için ve sâlik, her şeyden ayrı bir varı istediği için, istediğini isimlerin ve sıfatların ötesinde aramaktadır. Çünkü, her şeyden ayrı olan var mertebesinde, ibâdete hakkı olmak da, ibâdete hakkı olmamak gibi yoktur. Fârisî beytler tercümesi:
Aşıkın gönlü bir güzele takılıça,
rahat eder mi, başkasına kavuşunca?
Yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle,
koklamaz hiç onu, yine gider bir güle.
Nilüfer otu, güneşe olunca âşık,
ondördüncü ayı görmek ister mi artık?
Ciğeri yanan, arar hep suyun tadını,
çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı.
İkinci bakımdan, maksud olmayan, aranılmayan maksatları yok etmek idi. Bunun en yüksek mertebesi, vücûb mertebesini görmeyi de, mahlukların mertebelerini görmek gibi, (Lâ) derken, yok etmektir. (İllallah) derken de, bu kelimeden başka hiçbir şeyi düşünmemektir. Fârisî, iki beyt tercümesi:
Kuşumdan nasıl haber vereyim sana?
Anka ile yaşar hep, gitmez bir yana.
Anka diye ismini duymuş insanlar,
kuşumun isminiyse, hiç bilmez onlar!
Yüksek yaratılışlı, ileri görüşlü olanlar, öyle bir maksadı ararlar ki ele geçemez. Hatta, ne olduğu anlaşılamaz. Cennette, Allahü teâlâ elbet görülecektir. Fakat nasıl görüleceğini düşünürsek hiç anlayamayız. Herkes, ahirette göreceğiz diye sevinmektedir. Halbuki ben, hiç görülemeyecek bir maksada tutulmuşum. Aradığımdan hiçbir şeyin bilinmesini istemiyorum. İşitilsin, fakat hiç kavuşulmasın. Bilinsin, fakat hiç görülmesin diyorum. Ne yapayım. Beni böyle yaratmışlar. Fârisî Mısra tercümesi:
Herkes, bir iş için yaratılmıştır!
Bu mertebede, çok şaşkın isem de, edebi gözeterek, çılgınca konuşmuyorum. Fârisî Mısra tercümesi:
Benim deliliğim, usta bir sevgilidir.
Fârisî beyt tercümesi:
Ömür geçti anlatmadan, derdimi, elemimi,
artık sabah oluyor, keseyim hikayemi.
Doğru yolda gidenlere ve Muhammed aleyhisselâmın izinde ilerleyenlere, Allahü teâlâ bizden selam eylesin!