Bu mektup, Şeyh Nizameddin-i Tehaniseri’ye yazılmıştır. Farzları kılmaya ve sünnetleri, edepleri gözetmeye teşvik etmekte ve farzların yanında nâfileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı namazını gece yarısından sonra kılmamayı ve abdestte kullanılan suyu içmemeyi ve müridlerin secde etmelerinin câiz olmadığını bildirmektedir:
Allahü teâlâ, bizi ve sizi taassuptan, yani başkasını çekememekten ve doğru yoldan ayrılmaktan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygamberi hürmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslimati ekmelühâ” pişman olacak, üzülecek şeyleri yapmaktan kurtarsın!
İnsanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturacak işler, farzlar ve nâfileler olmak üzere ikiye ayrılır. Farzların yanında nâfilelerin hiç kıymeti yoktur. Bir farzı vaktinde yapmak [vakti geçmiş ise, hemen kaza etmek], bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır. Hangi nâfile olursa olsun, ne kadar halis niyet edilirse edilsin, ister namaz, oruç, zikir, fikir olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeplerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok faydalıdır. Öğrendiğimize göre, Emr-il-müminin Ömer Fâruk “radıyallâhu anh” hazretleri sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra, cemaate baktı, Ashâbından birini bulamadı. (Filan kimse cemaatte yoktur) buyurdu. Orada bulunanlar, o kimse gecenin çok saatlerinde uyumaz. [Nâfile ibâdet yapar.] Belki şimdi uykuya dalmıştır, dediler. Halife, (Eğer bütün gece uyuyup da sabah namazını cemaat ile kılsaydı daha iyi olurdu) buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki: Bir edebi gözetmek ve tenzîhi olsa bile bir mekruhtan sakınmak, zikrden ve fikirden ve murakabeden ve teveccühten daha faydalıdır. Tahrimi olan mekruhtan sakınmanın faydasını, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmek ile ve haramlardan, mekruhlardan sakınmak ile birlikte yapılırsa, elbette daha güzel, çok güzel olur. Fakat böyle olmazsa, pek zararlı olur. Mesela zekat olarak bir dank [yani bir dirhemin dörtte birini ki bir gram gümüş demektir] bir müslüman fakire vermek, nâfile olarak dağlar kadar altun sadaka vermekten ve hayrat, Hasenât ve yardımlar yapmaktan kat kat daha iyidir, kat kat daha çok sevaptır. Bu bir dank zekatı verirken, bir edebi gözetmek, mesela, akrabadan bir fakire vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat daha faydalıdır. Bundan anlaşılıyor ki yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak ve böylece gece namazı sevâbını da kazanmayı düşünmek, çok yanlıştır. Çünkü, hanefi mezhebindeki imamlara göre “radıyallahü teâlâ anhüm” yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak mekruhtur. Sözlerinden de, (Kerahet-i tahrimiye) olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, yatsı namazını gece yarısına kadar kılmak mubah demişlerdir. Gece yarısından sonra kılmak mekruh olur buyurmuşlardır. Mubahın karşılığı olan mekruh ise, tahrimen mekruhtur. Şâfiî mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak câiz değildir. Bunun içindir ki gece namazı kılmış olmak için ve bu vakitte zevk ve cemiyet elde etmek için, yatsıyı gece yarısından sonraya bırakmak çok çirkindir. Böyle düşünen bir kimsenin, yalnız vitir namazını gece yarısından sonraya bırakması yetişir. Vitir namazını gece yarısından sonra kılmak müstehaptır. Böylece, hem vitir namazı müstehab olan vaktinde kılınmış olur, hem de gece namazı kılmak ve seher vaktinde uyanık bulunmak nimetlerine kavuşulmuş olur. O hâlde bu işten vazgeçmek ve geçmiş namazları kaza etmek lâzımdır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Kufi “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, namaz abdestinin edeplerinden bir edebi terkettiği için kırk senelik namazı kaza etmiştir.
Şunu da söyleyelim ki abdestsizliği gidermek için veya sevap kazanmak için abdest almakta kullanılmış olan suya (Müstamel su) denir. Bu suyun içilmesi için kimseye izin vermeyiniz! Çünkü, İmâm-ı Âzam’a göre müstamel su, kaba necistir. Fıkıh âlimleri bu suyun içilmesini yasak etmişlerdir. Bu suyu içmenin mekruh olduğunu bildirmişlerdir. Evet, abdest aldıktan sonra ibrikte kalan kullanılmamış sudan içmek şifa olur demişlerdir. Eğer böyle olduğuna inanan bir kimse isterse, bu kullanılmamış sudan veririz. Bu fakir, Dehli şehrine son gittiğim zaman bu iş başıma gelmişti. Sevdiklerimizden birkaçına rüyada, bu fakirin abdestte kullandığı müstamel sudan içmelerinin lazım olduğu, içmezlerse büyük zarar görecekleri bildirilmiş. Böyle şey olmaz diye çok karşı geldi isem de, faydası olmadı. Fıkıh kitaplarına baktım. Kurtuluş yolunu şöyle buldum ki üç kere yıkadıktan sonra, (Kurbet) yani sevap kazanmak niyet etmeden, dördüncü yıkamak ile kullanılan su müstamel olmuyor. Bu sevdiklerimizin yalvarması üzerine niyet etmeden dördüncü yıkamakta kullanılan suyu içmek için kendilerine verdim:
Şunu da bildirelim ki güvenilir birkaç kimsenin bildirdiklerine göre, halifelerinizden birkaçına müridleri secde ediyorlarmış, yeri öpmekle kalmayarak kendilerine karşı secde yapıyorlarmış. Bu işin kötülüğü güneşten daha çok meydandadır. Bu işi yasak ediniz! Hem de çok sıkı yasak ediniz! Böyle işlerden herkesin sakınması lâzımdır. Hele başkalarına önderlik eden bir kimsenin böyle işlerden sakınması daha çok lâzımdır. Çünkü, onun yolunda bulunanlar, onun yaptıklarını yaparlar ve bu belaya düşerler.
[Allah için yapılan secde, kıbleye karşı yapılır. Başka tarafa yapılan secde hiçbir zaman câiz değildir.]
Şunu da bildirelim ki tasavvuf yolunda ilerleyenlerin bilgileri, hâl ile kavuşulan bilgilerdir. Haller de, amellerden hâsıl olur. Amelleri dürüst olan ve ibâdetleri hakkı ile yapan kimselerde haller hâsıl olur. Bu haller, birçok şeyleri öğrenmelerine sebep olur. Amellerin, ibâdetlerin düzgün olabilmesi için, bunları tanımak, her birinin nasıl yapılacağını bilmek lâzımdır. Bu bilgiler, İslamiyetin ahkâmını yani emirlerini ve yasaklarını, mesela, namazın, orucun ve bunlardan başka farzların ve alış verişlerin ve nikah, talak gibi muamelatın bilgileridir. Kısaca, Allahü teâlânın insana emrettiği şeylerin bilgileridir. Bu bilgiler, öğrenilmekle elde edilir. Bunları öğrenmek, her müslümana elbette lâzımdır. Her şeyi öğrenmeden önce ve öğrendikten sonra birer cihat vardır. Birincisi, ilmi aramak, bulmak ve elde etmek için çalışmak cihatdır. İkincisi, ilmi elde ettikten sonra yerinde kullanabilmek için yapılan cihatdır. Bunun için, kıymetli toplantılarınızda, tasavvuf kitapları okunulduğu gibi, fıkıh kitaplarının da okunulması ve öğrenilmesi lâzımdır. Fârisî dilinde yazılmış fıkıh kitapları çoktur. (Mecmua-i hani) ve (Umde-tül-İslam) ve (Kenz-i fârisî) fıkıh kitapları çok kıymetlidir. Hatta tasavvuf kitapları okunmasa da, zararı olmaz; çünkü, tasavvuf bilgileri hâl ile zevk ile tadını tadarak elde edilir. Okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Fıkıh kitaplarını okumamak ise, zararlı olabilir. Bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. Az yazmak, çok şeyleri gösterir. Fârisî beyt tercümesi:
Az söyledim, dikkat ettim kalbini kırmamaya,
Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çoktur sana.
Allahü teâlâ bizi ve sizi, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalatü vesselâm” tam olarak uymakla şereflendirsin!