Bu mektup, Mevlânâ Bedreddin-i Serhendîye arabî olarak yazılmıştır. Hak teâlânın ihâtâsını ve sereyânını açıklamaktadır:

Allahü teâlânın bu eşyayı ihâtâ etmesi, [yani kuşatması] ve bunlara sereyân etmesi, [yani içine yayılması] sözleri, toplu bir şeyin, bunu meydana getiren parçaları, zerreleri ihâtâ etmesi ve onlara sereyân etmesi gibidir. Mesela bir kelime, kendisinin bütün şekillerine, sereyân eder. Kelime, ism olunca, fil olunca ve harf olunca, bunların da parçaları olunca, geçmiş zamanı, gelecek zamanı, emir, yasak, mastar, ism-i fail, ism-i mef’ul, şartlı şartsız olunca, bir harf eklenince, iki harf eklenince, çeşitli mânâlar veren harfler eklenince, bunlar gibi daha nice haller alınca, bu kelime değişmiş olmaz. Daha doğrusu, bütün bu haller, kelimenin içinde yerleşmiş bulunmaktadır. İnsan aklı, kelimenin bu çeşitli hallerine başka başka mânâlar verir. Halbuki dışarıda var olan yalnız bu kelimedir. Bunun için hepsine bu kelime demek doğru olur. Lakin her bir halin, kendine uygun özel bir ismi ve vazifesi vardır. Bu isim ve vazife başka halde bulunmaz. Mesela, zaman bildirirse, (Fiil)  olur. Zaman bildirmezse (İsim)  denir. Bir şeyi yalnız başına bildiremezse (Harf)  denir. Geçmiş zamanı bildirince, (Mâzî)  denir. Şimdiki ve gelecek zamanı bildirince, (Müdari)  denir. Dokuz sebepten ikisi birlikte bulunduğu zaman, (Gayri münsarif)  denir. Bulunmazlarsa, (Münsarif)  denir. Harf olunca, esre okutursa, (Cârre)  denir. Üstün okutursa (Nâsıba)  denir. Bunlardan birinin ismini başkası için söylemek ve birinin vazifesini başkasına yaptırmak doğru bir iş olmaz. Dalâlet olur. Hepsi, bu bir kelime oldukları halde, müdari yerine mâzî ve carre yerine nasıba denilemez.

Allahü teâlâ, her şeyi daha iyi bilir. Biz, şu kadar söyleyebiliriz ki, Allahü teâlânın varlığından inen mertebelerin her birinin ismi ve vazifeleri vardır. Bunlar, yalnız bu mertebe içindir. Varlığı lazım olan zât ve hiçbir şeye muhtaç olmayan zât, yalnız (Cem’)  ve (Ulûhiyyet)  mertebesidir. Var ve yok olabilen zât ve muhtaç olan zât, (Fark)  ve (Mahluk)  mertebesidir. Birinci mertebe (Rübûbiyyet)  ve (Hâlıkıyyet)  mertebesidir. İkinci mertebe, (Ubûdiyyet)  ve (Mahlûkiyyet)  mertebesidir. Bu ikisinden birinin ismini, ötekine söylemek ve nasıl olduklarını karıştırmak zındıklık olur, küfür olur. Mülhidlerden ve zındıklardan birçoğuna ne kadar şaşılsa yeridir. Bunlar nasıl oluyor da ikisini birbirine karıştırıyorlar? Birinin nasıl olduğunu, öteki için söylüyorlar. Mahluklara Vâcibin sıfatlarını yakıştırıyorlar. Vâcibe de, mümkünün sıfatlarını söylüyorlar. Halbuki, mümkünlerin çeşitli olduğunu ve her çeşitin de başka başka sıfatları bulunduğunu biliyorlar. Mesela, ışıkta ısı ve ışık enerjilerinin bulunduğunu, suda bunlardan birinin bulunmadığını, suyun soğuk ve ateşin sıcak olduğunu biliyorlar. Zevcelerinin, annelerinden başka olduğunu ve kendilerine karşı, yerlerinin ayrı olduğunu biliyorlar. İnsanları doğru yola kavuşturan ancak Allahü teâlâdır. Doğru yolda olanlara selam olsun!

Çalışmakta, yükselmektedir, Hakkın rızası!
Tembel olanın elbet gelir, bir gün belası.

 

Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler