Bu mektup, yine yüksek mürşidine yazılmıştır. Cezbe ve sülûke kavuşmayı ve Cemâl ve Celâl sıfatları ile terbiye olmayı ve Fenâ ve Bekayı ve Nakşbendiyye bağının üstünlüğünü bildirmektedir:
Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki tam mürşid olan Allahü teâlâ, sizin yüksek teveccühleriniz ile cezbe ve sülûk yollarının her ikisiyle de terbiye etmektedir. Cemâl ve celâl sıfatları ile yetiştirmektedir. Şimdi Cemâl, Celâl oldu ve Celâl, Cemâl oldu. (Risale-i kudsiyye) kitabının açıklamalarından bir kaçında, bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmayıp hayale gelen şeyleri yazmışlardır. Bu yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmak yerinde olur. Başka türlü yazmak, anlaşılanı başka şekle çevirmek yersiz olur. Bu terbiye ile yetişmenin alâmeti, Zât-ı ilâhînin sevgisinin hâsıl olmasıdır. Bundan önce bu sevgi hâsıl olamaz. Zât-ı ilâhînin sevgisinin hâsıl olması (Fenâ)nın alâmetidir. (Fenâ), mâsivâyı unutmak demektir. Allahü teâlâdan başka her şeye (Mâsivâ) denir. Bütün ilimler göğüsten silinmedikçe, tam bir cahillik hâsıl olmadıkça, Fenâ elde edilemez. Bu cahillik ve şaşkınlık, aralıksız olur; hiç yok olmaz. Bir zaman hâsıl olup başka zaman yok olması düşünülemez. Bekâdan önce tam bir cahillik vardır. Bekâdan sonra, bilgi ile bilgisizlik bir arada bulunur. Hiçbir şey bilmez iken, şuuru yerindedir. Tam bir şaşkınlık varken, huzur içindedir. Bu makâm, (Hakku’l-yakîn) makâmıdır. Burada bilgi ve görmek birbirine perde olmaz. Bu cahillikten önce bulunan bilginin hiç kıymeti yoktur. Bu cahillik varken ilim de verilirse, kendinde olur. (Şuhûd), yani bâtın ile görmek varsa, yine kendindedir. Mârifet veya hayret yani mârifetsiz olmak, şaşkınlık varsa yine kendindedir. Kendinden başka şeyleri gördükçe, kendinde de görmüş olsa dahi, ilerleyememiş demektir. Dışarıyı görmesinin büsbütün yok olması lazımdır. Hâce Behâüddîn “kaddesallahü sirrehül’azîz” hazretleri buyuruyor ki (Ehlullah, yani Evliyâ, Fenâ ve Bekâdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her bildiklerini kendilerinde bilirler. Onların hayretleri, bilgisiz olmaları kendilerindedir). Bundan da açıkça anlaşılıyor ki şuhûd ve mârifet ve hayret yalnız kendindedir. Bunların hiçbiri dışarıda yoktur. Bu üçünden biri dışarıda oldukça, kendinde de olsa dahi, Fenâya hiç kavuşamamış demektir. Fenâ olmayınca, Bekâ nasıl olabilir? Fenâ ve Bekâ mertebesinin sonu budur. Bu Fenâ tamdır ve tam olan Fenâ her şeyin yok olmasıdır. Bekâ da, Fenâya göre olur. Bunun içindir ki Ehlullahtan bir çoğu, Fenâ ve Bekâ hâsıl olduktan sonra, dışarıda da görürler. Fakat bizim büyüklerimizin yolu bütün yolların üstündedir. Fârisî beyt tercümesi:
Her aynası olanı, İskender sanma!
Her saçını keseni, kalender sanma!
Bu yolun büyüklerinden birini veya ikisini yüzlerce sene sonra bu makâma kavuşturmakla şereflendirirler. Başka yolları artık düşünmelidir. Bu yol, Hâce Abdülhâlik-i Gucdüvânî “kuddise sirruh” hazretlerine bağlanmaktadır. Bu yolu tamamlayan, kuvvetlendiren ise, hâcelerin hâcesi olan Hâce Behâüddîn-i Nakşbend “kuddise sirruh” hazretleridir.
Bunun halifelerinden Hâce Alaüddîn-i Attâr “kuddise sirruh” hazretleri de bu nimete kavuşmakla şereflenmiştir.
Fârisî mısra tercümesi:
Bu büyük nimeti acaba kime verirler?
Şaşılacak şeydir ki önce, her bela ve sıkıntı gelince sevinirdim, dert ve bela arardım. Elimden dünyalık çıkınca da tatlı gelirdi. Hep böyle olmasını isterdim. Şimdi ise, sebepler alemine getirdiler. Kendi zavallılığımı, aşağılığımı görmeye başladım. Az bir sıkıntı gelince, hemen üzülüyorum. Her ne kadar üzüntü çabuk bitiyor, hiç kalmıyor ise de önce üzüntü gelmeden olmuyor. Bunun gibi önce, belaların ve sıkıntıların gitmesi için duâ ederken, bunların gitmesini, yok olmasını düşünmüyordum. “Bana yalvarınız!” emrine uymak istiyordum. Şimdi ise, belaların, sıkıntıların gitmesi için duâ ediyorum. Eskiden korkular, üzüntüler yok olmuştu, şimdi yine geldiler.
Eski hallerin hep sekr, şuursuzluktan ileri geldiğini anladım. Sahv, yani şuurlu olunca, câhiller için olan şeyler hâsıl olmaktadır. Böylece zavallılık, yalvarmak, korkmak, üzülmek, sıkılmak, sevinmek oluyor. Başlangıçta duâ etmek, beladan kurtulmak için değildi. Bunu düşünmek gönlüme iyi gelmiyordu. Fakat, hâl kaplamıştı. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” dualarının böyle olmadığını düşünüyordum. Onlar, bir şeye kavuşmak için duâ ediyorlardı. Şimdi, bu hâl ile şereflendirdiler. İşin iç yüzünü açıkladılar. Peygamberlerin “aleyhimüssalavâtü vettehiyyat” dualarının zavallılıkla, düşkünlükle, korku ile olduğu, yalnız emre uymak için olmadığı anlaşıldı. Yalnız yüksek emrinize uymuş olmak için, hâsıl olan şeylerden birçoğunu ara sıra bildirmekle saygısızlık yapmaktayım.
Önceki Mektub –> 5. Mektub
Sonraki Mektub –> 7. Mektub