Bu mektup, yine Han-ı Hanan’a yazılmıştır. İnsanın âlem-i halkı ve âlem-i emri kendinde toplaması, hem Haktan uzaklaşmasına, hem de Hakka yaklaşmasına sebep olduğunu bildirmektedir:
Allahü teâlâ, sizi Muhammed Mustafanın “sallallâhü aleyhi ve sellem” dininin gösterdiği doğru yolda bulundursun! Bu duaya âmin diyenlere merhamet eylesin! Âlem-i emrin ve âlem-i halkın insanda toplanması, onun Hakka yaklaşmasına, kıymetli ve üstün olmasına sebep oldu. İnsanın Haktan uzaklaşmasına, doğru yoldan sapmasına ve Ondan câhil kalmasına sebep olan da, yine bu topluluğudur. Bu topluluktan dolayı insanın aynası, tam olup Hakka yaklaşmıştır. Allahü teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının, hatta Zât-ı ilâhînin kendinde görünmesine müsteid olmuştur. Hadis-i kudside, (Göğe ve yere sığmam. Fakat, mümin kulumun kalbine sığarım) buyurması, buna işarettir. İnsanın, âlemdeki zerrelerden, her zerreye muhtaç olması, onun Haktan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Çünkü, insanın her şeye, her zerreye ihtiyacı vardır. Bakara sûresinde, (Yerde olan her şeyi, sizin ihtiyacınızı karşılamak için yarattım) mealindeki 28. âyet-i kerime, bunu bildiriyor. İnsan, bu ihtiyacından dolayı her şeye gönül vermektedir. Bu yüzden, Haktan uzaklaşmakta, doğru yoldan ayrılmaktadır. Fârisî iki beyt tercümesi:
Mahlukların en üstünü insandır,
o makâmdan, mahrum kalan da odur.
Bu yoldan eğer, geri dönmezse,
ondan daha mahrum olmaz kimse.
Görülüyor ki varlıkların en üstünü insandır. Mahlukların en aşağısı, en kötüsü de, yine odur. Çünkü, âlemlerin Rabbinin sevgilisi olan Muhammed Mustafa “sallallâhü aleyhi ve sellem” insan olduğu gibi, âlemlerin Rabbinin düşmanı olan Ebû Cehil bin Hişam da insandır. O hâlde kalp, her şeyi sevmekten kurtulmadıkça, her şeyden münezzeh [ayrı] olan, bir varlığın sevgisine kavuşamaz. Bu ise, en büyük haraplık, aşağılıktır. Bir şeyin hepsi ele geçmezse, hepsi de elden kaçırılmamalıdır, formülüne göre, birkaç günlük ömrü, İslamiyetin sâhibine “aleyhissalatü vesselâm” uyarak geçirmelidir. Çünkü ahiretin azabından kurtulup, sonsuz nimetlere kavuşmak, ancak Ona “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” uymakla olur. Bunun için de, altın, gümüş eşyası ve kağıt parası ve ticaret eşyası ve çayırta otlayan hayvanları olanın, İslamiyete uygun olarak, zekat vermesi, böylece mala ve hayvanlara bağlı olmadığını göstermesi lâzımdır. Yerken, içerken, güzel elbise giyerken, keyfini, zevkini düşünmeyip, ibâdetleri yapmak için kuvvetlenmeyi ve Araf sûresinin (Namaz kılarken süslü, temiz örtününüz!) mealindeki 30. âyet-i kerimesine uymayı niyet etmelidir. Bunlara, başka niyetleri karıştırmamalıdır. Böyle niyet yapılmazsa, yapmak için, kendini zorlamalıdır. Ağlayamazsan, kendini ağlat, sözü meşhurdur. Böyle niyet edebilmek için, durmadan Allahü teâlâya duâ etmeli, yalvarmalıdır. Fârisî beyt tercümesi:
Umarım, kabul ede, göz yaşımı,
O ki inci yapar, su damlasını.
Bunun gibi, her şeyi, dinini seven ve kayıran, doğru âlimlerin, yazılarına uygun yapmalı, İslamiyetin izin verdiği (Ruhsat) lardan kaçınıp, İslamiyetin üstün gördüğü (Azîmet) lere sarılan bu âlimlere uymayı, sonsuz azaptan kurtulmaya vesile bilmelidir. Nisa sûresi, 146. âyet-i kerimesinde meâlen, (İman eder ve nimetlere şükrederseniz, Allahü teâlâ, size azap etmez!) buyruldu.