Bu mektup, Mirza Fethullah-i Hakim’e yazılmıştır. 73 fırka içinde, kurtulan 1 fırkanın, Ehl-i sünnet fırkası olduğunu bildirmektedir:
Hak teâlâ, Muhammed Mustafanın “alâ sâhibihessalâtü vesselâm” nurlu caddesinde yürümek nasip eylesin. Fârisî Mısra tercümesi:
İş budur. Bundan başkası hiçtir.
Hadis-i şerifte, müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu 73 fırkadan her biri, İslamiyete uyduğunu iddia etmektedir. Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Müminûn sûresi, 54. ve Rûm sûresi 32. âyetinde meâlen, “Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir” buyruldu. Halbuki bu çeşitli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alâmetini, işaretini, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” şöyle bildirmektedir: “Bu fırkada olanlar, benim ve Ashâbımın gittiği yolda bulunanlardır”. İslamiyetin sâhibi kendini söyledikten sonra, Ashâb-ı kirâmı da “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, “Benim yolum, Ashâbımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Ashâbımın gittiği yoldur” demektir. Nitekim Nisa sûresi, 79. âyetinde meâlen, “Resûlüme itaat eden, elbette Allahü teâlâya itaat etmiştir” buyruldu. Resûle itaat, Hak teâlâya itaat demektir. Ona “sallallâhü aleyhi ve sellem” uymamak, Allahü teâlâya isyandır. Allahü teâlâya itaatin, Resûlüne itaatten başka olduğunu sananlar için nazil olan, Nisa sûresinin, “Allahü teâlânın yolu ile Resûlünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Senin söylediklerinin bazısına inanırız, bazısına inanmayız diyorlar. İkisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. Bunlar, elbette kâfirdir” mealindeki 149. ayeti, bunların kâfir olduklarını bildiriyor. Ashâb-ı kirâmın “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yolunda gitmeyip de, Peygambere “aleyhissalatü vesselâm” uyduğunu söyleyen, yanılıyor. Ona “sallallâhü aleyhi ve sellem” uymuş değil, isyan etmiş oluyor. Böyle yol tutan, kıyamette kurtulamayacaktır. Mücadele sûresinin, “Doğru bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Biliniz ki onlar yalancıdır, kâfirdir” mealindeki 18. ayeti bu gibilerin hâlini gösteriyor.
Ashâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” yolunda giden, hiç şüphe yok ki Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Allahü teâlâ, bu fırkanın yorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükafat versin! Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. Çünkü, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâbına “aleyhimürrıdvân” dil uzatan, bunlara uymaktan, elbette mahrumdur.
Mutezili fırkası ise, sonradan meydana çıkmıştır. Bunun kurucusu olan Vasıl bin Ata, Hasan-ı Basri’nin “rahmetullâhi aleyh” talebesinden idi. İman ile küfür arasında, bir 3. kısım bulunduğunu söyleyerek, Hasan-ı Basri’nin yolundan ayrıldığı için, Hasan-ı Basrî, buna (İtezele anna) buyurdu ki bizden ayrıldı demektir. Diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıktı.
Ashâb-ı kirâma dil uzatmak, Allahü teâlânın Peygamberine “sallallâhü aleyhi ve sellem” dil uzatmak olur. “Ashâb-ı kirâma saygı göstermeyen, Allahü teâlânın Resûlüne îman etmemiştir” buyruldu. Çünkü, onların kötülenmesi, sahiplerinin, efendilerinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” kötülenmesi olur. Böyle yanlış îtikada düşmekten, Allahü teâlâya sığınırız! Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden çıkan ahkamı bizlere getiren, Ashâb-ı kirâmdır. Onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetten düşer. İslamiyeti bizlere getiren, Ashâb-ı kirâm arasından belli kimseler değildir. Bunda, her birinin hizmeti, payı vardır. Hepsi adalette, doğrulukta, öğretmekte müsavidir. Ashâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” herhangi birine dil uzatılınca, din-i İslam kötülenmiş, söğülmüş olur. Allahü teâlâ, bu çirkin hâle düşmekten hepimizi korusun!
Ashâb-ı kirâma söven eğer, (Biz, yine Ashâb-ı kirâma uyuyoruz. Onların hepsine uymak, şart değildir. Hatta mümkün değildir. Çünkü, sözleri birbirine uymıyor. Yolları başka başkadır) derse, bunlara deriz ki: Ashâb-ı kirâmdan bazısına uymuş olmak için, hiçbirini inkâr etmemek lâzımdır. Bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. Çünkü, mesela Emir [Ali] “radıyallâhu anh”, diğer 3 halifeyi büyük biliyor, hürmet ediyor ve uyulmaya lâyık olduklarını biliyordu. Bunlara, seve seve biat etmiş, hilafetlerini kabul etmişti. Diğer 3 halifeyi sevmedikçe, Emre “radıyallahü teâlâ anhüm” uyduğunu söylemek yalan olur, iftirâ olur. Hatta, Emri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabul etmemek olur. Allahü teâlânın arslanı Ali “radıyallâhu anh” için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce, ahmakça söz olur. Allah’ın arslanının, o kadar ilim ve kahramanlığı ile tam 30 sene, 3 halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık ettiğini hangi akıl kabul eder? En aşağı bir müslüman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. Emri “radıyallâhu anh” bu kadar küçülten, âciz, hileci ve münâfık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lâzımdır. Allah göstermesin, Emrin “radıyallâhu anh” böyle olduğunu, bir ân kabul etsek bile Peygamber efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu 3 halifeyi “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” methetmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? Haşa! Bu, hiç olamaz. Peygamberin “sallallâhü aleyhi ve sellem” doğruyu bildirmesi vâcibdir. İdare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. Mâide sûresi, 70. âyetinde meâlen, “Ey kıymetli Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaştır! Bunları, doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazifeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni, düşmanlık etmek isteyenlerden korur” buyruldu. Kâfirler diyordu ki Muhammed “sallallâhü aleyhi ve sellem”, vahiy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmeyenleri söylemiyor. Bunun üzerine, bu âyet-i kerime gelerek her şeyi doğru söylediği bildirildi. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, ahirete teşrif edinceye kadar, 3 halifeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki bunları övmek, üstün tutmak, hata olamaz, yanlış yol olamaz.
İman edilecek şeylerde Ashâb-ı kirâmın hepsine uymak lâzımdır. Çünkü, îtikat edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yoktur. Füruda, yani yapılacak işlerde ayrılma olabilir.
Ashâb-ı kirâmdan “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünkü, hepsinin imanı, îtikadı birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. Tekrar söyleyelim ki İslamiyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. Onların her biri adildir, doğrudur. Her birinin İslamiyette bildirdiği bir şey vardır. Her biri âyet-i kerimeleri getirerek, Kurân-ı Kerîm toplanmıştır. Bir kısmını beğenmeyen, İslamiyeti bildireni beğenmemiş olur. Görülüyor ki bu kimse, İslamiyetin hepsini yapmamış olur. Böyle olan da, Cehennemden kurtulabilir mi? Bakara sûresi, 85. âyetinde meâlen, “Kurân-ı Kerîmin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmaktır. Ahirette de, en şiddetli azâba atılacaklardır” buyruldu.
Kurân-ı Kerîmi Osman “radıyallâhu anh” topladı. Hatta, Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer-ül Fâruk “radıyallâhu anhüma” topladı. Emrin “radıyallâhu anh” topladığı Kurân-ı Kerîm, bundan başkadır. Görülüyor ki bu büyükleri kötülemek, Kurân-ı Kerîmi kötülemeye kadar gidiyor. Allahü teâlâ, bütün müslümanları, böyle belaya düşmekten korusun! Şiî mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: Kurân-ı Kerîmi, Osman “radıyallâhu anh” toplamıştır. Onun toplamış olduğu, bu Kuran için ne dersiniz? Ona bir kusur bulmakta, hiç fayda göremem. Çünkü, Kurân-ı Kerîme dil uzatılırsa, din yıkılır dedi.
Aklı olan kimse, Peygamber efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefât ettiği gün, Ashâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyleyemez. Halbuki o gün, Ashâb-ı kirâmdan 33.000 adedi, hep birden, istekle ve seve seve Ebû Bekr-i Sıddîkı “radıyallâhu anhüm” halife yaptı. 33.000 sahabinin, yanlış bir işte, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Ümmetim yanlış bir iş üzerinde, söz birliği yapmaz!” buyurmuştu. Emrin “radıyallâhu anh” önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. Kendisi de böyle olduğunu bildirmiş ve (Konuşmaya geç çağrıldığım için üzülmüştüm. Yoksa, iyi biliyorum ki Ebû Bekr “radıyallâhu anh” hepimizden üstündür) buyurmuştu. Kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. Yani, o zaman, Ehl-i Beytin arasında idi. Onları teselli ediyordu.
Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâb-ı kirâmı “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü onların mübarek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuştu. Emmarelikten kurtulmuş, itminana [doğruyu anlamaya, inanmaya] kavuşmuştu. Onların bütün istekleri, İslamiyete uymaktı. Ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. Doğruyu meydana çıkarmak içindi. Yanılanlarına da, Allahü teâlâ bir derece sevap verecektir. Doğru olanlara, en az iki derece vardır. O büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. Her biri için hep iyi söylemeliyiz. Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden İmâm-ı Şâfiî “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki (Allahü teâlâ, ellerimizi, o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi bulaştırmayalım). Yine buyurdu ki (Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra, Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” çok düşündü. Yer yüzünde Ebû Bekr-i Sıddîk’tan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yaptılar. Onun emrine girdiler). İmâm-ı Şâfiî’nin bu sözü de, hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” hiç ikiyüzlü olmadığını ve Ebû Bekr-i Sıddîk’ı seve seve halife yaptığını göstermektedir.
Meyan şeyh Ebülhayr’in oğlu, Meyan Seyyid, büyük zatların evladıdır. Dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuştur. Yardım ve iltifatınıza kavuşacağı umulur. Mevlânâ Muhammed Ârif de, ilim talebesi olup büyükler soyundandır. Babası öldü. Hoca idi. Maaşını almak için yanınıza geldi. Kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. Vesselâm, vel ikram!
Tavsiye Yazı –> Şiaya Reddiye Kitaplar