Bu mektup, Seyyid Ahmed-i Kadri’ye yazılmıştır. İslamiyetin ve hakikatin başka başka olmadıklarını ve hakk-ul-yakine kavuşmanın alâmetlerini bildirmektedir:
Hak teâlâ, İslamiyet caddesinde ilerlememizi nasip eylesin. Bütün gücümüzle Onun mukaddes Zâtına çevrilmemizi ve bizi bizden almasını ve Ondan başka her şeyden büsbütün yüz çevirmemizi ihsan eylesin. Miraç gecesi, Ondan gözü hiç kaymayan, insanların en üstünü hürmetine, bu duamızı kabul buyursun “aleyhi minessalevâti efdalüha ve minetteslimati ekmelühâ ve alâ Âlihi ve Ashâbihi ecma’în”! Âmin. Fârisî Mısra tercümesi:
Ne olursa olsun, dosttan konuşmak daha tatlı!
Her ne kadar dosttan söylenilen şeylerin hiçbiri, Onun sözü değilse de, o sözün, herhangi bir bakımdan O mukaddes sevgili ile bir bağlılığı vardır. Bu bağlılığı da nimet sayarak, bu yolda çabalamak ve bir şeyler söylemek tatlı olmaktadır. İslamiyet ve hakikat birbirinden başka değildirler. Ayrılıkları yalnız, birinde bilgilerin topluca ve ötekinde geniş, açık olmalarında ve düşünce yolu, keşif yolu ile hâsıl olmalarında ve görmeden, anlamadan, görerek inanılmalarında ve uğraşarak ibâdet etmek yerine kendiliğinden ibâdete sarılmaktadır. Parlak olan İslamiyetin bildirdiği bilgiler ve hükümler, hakku’l-yakine kavuştuktan sonra, hiç değişiklik olmadan, keşif yolu ile geniş olarak anlaşılmaktadır. Görmeden inanılan şeyler, hiç değişiklik olmadan kalp gözü ile görülür. Sevap kazanmak, ibâdet yapmak için uğraşmak, didinmek arzusu, ortadan kalkar. Hakku’l-yakîn makâmına kavuşmanın alâmeti, o makâmdaki bilgilerin ve mârifetlerin, İslamiyetin bildirdiklerine tam uygun olmasıdır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, hakikate kavuşulmadığı anlaşılır. Tarîkat büyüklerinden herhangi birinin bilgisinde ve işinde İslamiyete bir uygunsuzluk bulunması, sekrden, şuursuzluktan ileri gelir. Sekr, yolda ilerlerken hâsıl olmaktadır. Tasavvuf yolunun sonuna kavuşanlar, hep sahv, şuur, uyanıklık halindedirler. Onlar vakte değil, vakit onlara uymaktadır. Hâl ve makâm, onların yüksek derecelerine uymuştur. Fârisî beyt tercümesi:
Sufi denince, ibn-ül vakit anlaşılır.
Fakat sufi, vakti ve hâli aşmıştır.
Görülüyor ki İslamiyete uygunsuzluk hakikate kavuşulamamış olduğunu gösterir. Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, İslamiyet, hakikatin kabuğudur, hakikat, İslamiyetin özüdür, demiştir. Böyle sözler, her ne kadar, söz sâhibinin doğru yoldan ayrıldığını göstermekte ise de, belki bu sözle, kısa ve toplu olan şey, açık ve geniş olan şeyin kabuğu gibidir ve düşünerek anlamak, kalp gözü ile görmek yanında, özün kabuğu gibidir demek istemişlerdir. Fakat, halleri doğru olan büyükler, böyle lastikli kelimeleri söylemekten kaçınmışlar, kısa ile uzun ve düşünce ile keşif kelimelerinden başka bir şey söylememişlerdir. Bir kimse, Hâce Nakşbend “kaddesallahü teâlâ esrarehül akdes” hazretlerinden sordu ki (Tasavvuf yoluna girmek ve ilerlemek niçindir?). Cevap olarak buyurdu ki (Kısa ve toplu olan bilgilerin genişlemesi için ve düşünerek anlaşılan bilgilerin keşif yolu ile bulunması içindir). Allahü teâlâ, bilgilerimizi ve işlerimizi İslamiyete uygun eylesin “salevâtullahi teâlâ ve selâmühü alâ sâhibiha”!
Ayrıca başınızı ağrıtalim: Duacınızın mektubunu getiren meyan şeyh Mustafa Şüreyhi, Kadı Şüreyh “rahmetullâhi aleyh” hazretlerinin soyundandır. Dedeleri hep büyük insanlar idi. Geçim için yardımcı olan vazifeleri ve gelirleri çoktu. Kendisi şimdi geçim sıkıntısındadır. Senetlerini, fermanlarını yani iyi hâl kağıtlarını yanına alarak asker olmak için gelmiştir. Yakınlık göstermenizi, ihsan ederek, rahata kavuşmasına, sıkıntıdan kurtulmasına sebep olmanızı dilerim. Başınızı daha çok ağrıtmayayım.
___________________
Ne bahtiyar, ol kişi kim,
okuduğu, Kuran ola!
Ezan, ikâmet duyunca,
gönlü dolu, îman ola!
___________________
Rabbigfir verham ente erhamürrahimin teveffeni müslimen ve elhıkni bissâlihin.