Bu mektup, Seyyid Ahmed-i Necvare’ye yazılmıştır. İnsan her şeyi kendinde toplamıştır. İnsanın kalbi de böyle yaratılmıştır. Tasavvuf büyüklerinden birkaçının sekr halinde iken, kalbin genişliğini bildiren sözlerine İslamiyete uygun mânâ vermek lazım olduğu bildirilmektedir:
Her insan, bir topluluktur. Varlıkta bulunan her şey insanda da vardır. Bu imkan aleminde bulunan her şeyin kendisi, vücûb aleminde bulunanların ise, sûretleri, benzerleri insanda bulunur. (Allahü teâlâ, Ademi kendisi gibi yarattı) hadis-i şerıftır. Demek ki vücûb mertebesinde yani, Allahü teâlâda ve sıfatlarında bulunanların, insanda birer sûreti, birer benzeri vardır. İnsanın kalbi de, böyle bir topluluktur. İnsanda bulunan her şey kalpte de vardır. Bunun için, insanın kalbine (Hakikat-i câmia) denir. Tasavvuf büyüklerinden birçoğu, her şeyin kalpte bulunduğunu görünce, kalbin genişliğini bildirmek için, (Arş ve içinde bulunan her şey, ârifin kalbinin bir köşesine konsa, hiç duyulmaz) demişlerdir. Çünkü, bütün maddeler ve gökler ve Arş ve Kürsü kalpte bulunmaktadır. Mekanlı ve mekansız, maddeli ve maddesiz her şey kalpte bulunmaktadır. Kalpte, mekansız, maddesiz, her şey bulunduğuna göre, Arşın ve Arş içinde bulunanların kalpteki yeri ne kadarcık olabilir? Çünkü, Arş çok büyük ise de, maddeden yapılmıştır ve mahluktur. Mekanı olan yani maddeden yapılmış olan bir şey ne kadar geniş olursa olsun, mekansız olanın yanında çok küçük kalır.
Tasavvuf büyüklerinden sahv sâhibi olanlar, yani sekrden kurtulmuş olanlar “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” böyle sözlerin, sekr sözü olduğunu bildirmişlerdir. Sekr halinde olanlar, bir şeyin kendisi ile görünüşünü birbirinden ayıramaz. Görünüşünü kendisi sanır. Arş, tam zuhûra kavuşmaktadır. Kalbe yerleşmez. Kalpte yerleşen, arşın kendisi değildir. Örneğidir, görüntüsüdür. Bu örneğin, kalpten çok küçük olacağı meydanda bir şeydir. Çünkü kalpte böyle sayısız örnekler vardır. Gök, başka şeyler gibi aynada görününce, ayna gökten daha geniştir denilemez. Evet, aynadaki gökün görüntüsü aynadan küçüktür. Fakat bundan, gökün kendisinin de aynadan küçük olması lazım gelmez. Bunu başka bir misal ile de açıklayalım: İnsanda toprak maddeleri vardır. Bunun için insan yer yüzünden daha büyüktür denilemez. Hatta yer küresi yanında, insanın büyüklüğü, hiç denecek kadar küçüktür. Bir şeyin numunesini, örneğini, o şeyin kendisi sanmak, bu yanlışlığa yol açmaktadır.
Tasavvuf büyüklerinden birkaçının “rahmetullâhi aleyhim ecma’în” sekr halinde iken söyledikleri başka sözler de böyledir. (Cem’i Muhammedi, cem’i ilâhîden daha geniştir) sözleri gibi. Muhammed aleyhisselâmda, imkanın yani mahlukların kendileri ile vücûbün yani Allahü teâlânın ve sıfatlarının sûretlerini, örneklerini bir arada görüyorlar. Böylece, Muhammed aleyhisselâmda, Allahü teâlâda bulunandan daha çok şey bulunuyor sanıyorlar. Burada da, bir şeyin örneğini kendisi sanarak, yanılıyorlar. Muhammed aleyhisselâmda bulunan şey, vücûb mertebesinin kendisi değildir, örneğidir. Allahü teâlâ, hakiki vâcib ül-vücutdur. Vücûb mertebesinin kendisi ile örneğini birbiri ile karıştırmasalardı böyle şey söylemezlerdi. İşin doğrusu, onların sekr, şuursuzluk halinde iken söyledikleri gibi değildir. Muhammed “aleyhissalatü vesselâm” sınırlı, küçük bir kuldur. Allahü teâlâ ise, sınırsızdır, sonsuzdur.
Sekr halinde olan şeyler, Velâyet makâmlarında bulunmaktadır. Sahv halinde olan şeyler ise, Nübüvvet, Peygamberlik makâmındadır. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yolunda gidenlerin büyükleri, onlara tam uydukları için, o makâmın, onların makâmının sahvından pay alırlar. Bistamiye denilen büyükler, sekrin sahvdan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Bunun için, şeyh Bâyezîd-i Bistâmî “kuddise sirruh”, (Benim bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından daha yüksektir) dedi. Kendi bayrağı velâyet bayrağıdır. Muhammed aleyhisselâmın bayrağı nübüvvet bayrağıdır. Velâyet bayrağında sekr olduğu için ve Peygamberlik bayrağında sahv olduğu için, onu bundan üstün tutmuştur.
Birçokları da, (Velâyet, nübüvvetten daha üstündür) dedi. Velilerin “rahime-hümullah” Allahü teâlâdan yana olduğunu, Peygamberlerin “aleyhimüssalavât” ise, insanlardan yana olduğunu gördüler. Hakka karşı olanın, insanlara karşı olanlardan daha üstün olacağı meydandadır. Birkaçı da, bu sözü çevirerek, (Bir Peygamberin velâyeti, kendi nübüvvetinden daha üstündür) dedi. Bu fakire göre, bu sözlerin hepsi, doğru olmaktan çok uzaktır. Çünkü Peygamberler yalnız insanlardan yana değildir. Hem insanlardan, hem de, Haktan yanadırlar. Bâtınları yani kalpleri, ruhları Hak iledir. Zâhirleri, halk iledir. Hep ve yalnız halk ile olanlar, Allahü teâlâdan yüz çevirmiş olan gafillerdir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, bütün varlıkların en üstünleridir. Nimetlerin en üstünü bunlara verilmiştir. Velâyet, nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvet, bütündür. Bunun için nübüvvet, her velâyetten daha üstündür. İster Peygamberin velâyeti olsun, ister Velînin velâyeti olsun! Bundan dolayı da, sahv sekrden daha üstün, daha kıymetlidir. Velâyet nübüvvetin içinde bulunduğu gibi, sekr de sahvın içindedir. Onun bir parçasıdır. Câhil kimselerde bulunan sekrsiz sahv, sözümüzün dışındadır. Öyle sahvın üstün olduğunu söylemek, saçmalamak olur. İçinde sekr bulunan sahvın sekrden daha üstün olduğu meydandadır.
İslamiyet bilgilerinin hepsi, nübüvvet mertebesinden çıkmış oldukları için, baştan başa sahvdırlar. Bunlara uymayan bilgiler, nasıl olursa olsunlar, sekrden hâsıl olmuşlardır. Sekr sahipleri mazurdurlar. Yani sorguya çekilmez, azap edilmezler. Fakat, yalnız sahv bilgileri taklit olunur. Sahv bilgilerine uyanlar kurtulur. Sekr bilgilerine uyulmaz. Bunlara uyanlar, mazur olmaz. Sorguya çekilirler, cezalandırılırlar. Allahü teâlâ, İslamiyet bilgilerine uymakla hepimizi şereflendirsin “alâ mastarihessalatü vesselâmü vettehıye”! Bu duamıza âmin diyenlere Allahü teâlâ merhamet etsin!
Hadis-i kudside, (Yer yüzüne ve göğe sığmam. Fakat, mümin kulumun kalbine sığarım) buyruldu. Burada da; vücûb mertebesinin kendisi değil, sûreti, örneği sığmaktadır. Kendisinin sığması düşünülemez. Görülüyor ki kalbin maddesiz, mekansız şeylerden daha geniş olması, onların kendilerinden değil, sûretlerinden daha geniş olmasıdır. Mekansızlar karşısında, Arş ve Arşta bulunan her şey, zerre kadar bile sayılamaz. Mekansızların kendileri böyledir, sûretleri böyle değildir.