Bu mektup, Seyyid Abdülbaki Sarenkpuriye yazılmış olup Ashâb-ı yemin ve Ashâb-ı şimali ve Sabıkları bildirmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçtiği kullara selam olsun. Allahü teâlâ, sana doğru yolda ilerlemek nasip eylesin!
Zulmani, karanlık perdeler arkasında kalanlara, (Ashâb-ı şimal) denir. Bu perdeleri aşıp, nurdan perdeler gerisinde bulunanlara (Ashâb-ı yemin) denir. Nurdan perdeleri de aşanlar (Sabikun)dur. Bunlar, mahlukat perdelerini ve vücûb perdelerini aşarak asıl’a varmışlardır. Zât-ı ilâhîden başka, isimleri, sıfatları, şüun ve itibarları [yani düşünülen şeyleri] istemezler. Ashâb-ı şimal, kâfirler ve şakilerdir. Ashâb-ı yemin, müslümanlar ve Evliyâdır. Sabikun ise, Peygamberlerdir “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bu büyüklerin izinde gidenlerden bazılarını da bu devletle şereflendirirler. Ümmetlerin böyle şereflileri, daha ziyâde, Ashâbın büyükleridir. Ashâbdan başkalarından pek azı da, şereflenmiştir. Bunlar da, Ashâb-ı kirâm arasında sayılır ve Peygamberlerin kemâlâtına kavuşmuştur. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalatü vesselâm”, belki de bunun için (Önce gelenleri mi daha hayırlıdır? Yoksa sonra gelenleri mi? Belli değil) buyurdu. Evet bir hadis-i şerifte, (Zamanların en hayırlısı benim zamanımdır) buyurmuştur. Fakat, bunu, asırlar, zamanlar için, birincisini ise, şahslar için buyurdu. Ehl-i sünnet âlimleri, söz birliği ile diyor ki (Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra, Ebû Bekr ile Ömer’den daha üstün kimse yoktur ve Ebû Bekr’den üstün kimse yoktur. Bu ümmetin üstünlerinin en üstünü odur). Ömer “radıyallâhu anh”, Ebû Bekr-i Sıddîk’ın izinde gittiği için üstün olmuş ve ona uyduğu için, başkalarını geçmiştir. Bunun için, Ömer-ül-Fâruka (Halife-i Sıddîk) denildi. Hutbelerde ismi (Halife-i halife-i Resûlillah) diye okundu. Bu yolda ilerliyen süvari, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîktır. Hazret-i Ömer-ül-Fâruk “radıyallâhu anhüma” onun seyisi ve redifidir. Ne güzel seyistir ki süvariye tam uymuş, bütün üstünlüklerde Ona ortak olmuştur.
Yine sözümüze dönelim! Sabıklar, Ashâb-ı yemine ve Ashâb-ı şimale benzemez. Zulmetli ve nurlu olan işlerin dışındadır. Bunların kitapları [yani amel defterleri] da, onların kitapları gibi değildir. Kıyametteki hesapları da, onların hesaplarına benzemez. Bunlara hususi muamele yapılır. Kendilerine ayrıca iltifat ve ikram olunur. Çünkü, Ashâb-ı yemin de, Ashâb-ı şimal gibi, bunların kemâlâtından çok uzaktır. Evliyâ da “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, diğer müminler gibi, bunların sırlarını anlayamaz. Kurân-ı Kerîmde ayrı harflerle gösterilen işaretler, bunlara mahsus sırlardır. Kurân-ı Kerîmin müteşâbihleri, onların eriştiği dereceleri bildiren hazinelerdir. Asıl’a kavuşarak, zıllerden, hayallerden kurtulmuşlardır. Zıllere yetişenlerin, bunlara mahsus olan makâmlardan haberi yoktur. Mukarrebler, asıl’a yakın olanlar bunlardır. Rahat ve rahmet, bunlar içindir. Kıyamet gününün korkusundan emin olanlar bunlardır. Kıyametin dehşetinden, başkaları gibi ürkmezler.
Ey büyük Allah’ımız! Bizi onları sevenlerden eyle! Çünkü, o gün herkes, sevdiği ile beraber olacaktır. Peygamberlerin efendisinin sadakası olarak, duamızı kabul eyle “aleyhi ve alâ Âlihi ve aleyhim ve alâ ali küllin essalatü vet-teslimatü vet-tehiyyatü vel-berekât”! Âmin.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız