Bu mektup, bir şeyhe [Şeyh Abdüssamed Sultanpuri’ye] yazılmıştır. Kibr ve ucbun hastalık olduğu bildirilmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçtiği kullarına selam olsun! Soruyorsunuz ki riyâzet yapınca, ibâdet yapınca, nefsim kabarıyor. Benim gibi sâlih, iyi kimse yoktur sanıyor. İslamiyete ters düşen bir şey yapınca da kendimi muhtaç, âciz sanıyorum. Bunun ilacı nedir diyorsunuz. Allahü teâlânın lutfüne, ihsanına kavuşmuş olan kardeşim! İkinci olarak bildirdiğiniz ihtiyaç ve âciz olmak, pişmanlıktan ileri gelir ki çok büyük nimettir. Allah korusun, eğer günah işledikten sonra, pişman olunmazsa ve hele günah işlemek tatlı gelirse, günaha ısrar etmek, dadanmak olur. Pişmanlık, tövbenin bir parçasıdır. Küçük günaha ısrar etmek ise, büyük günah olur. Büyük günaha ısrar etmek, insanı küfre götürür. Sizin bu ikinci haliniz, büyük nimettir. Buna şükrediniz ki pişmanlığınız çoğalsın ve İslamiyete uymayan işlerden sizi korusun. İbrahim sûresi 7. âyetinde meâlen, (Şükrederseniz, nimetimi arttırırım!) buyuruldu. Nefsinizin birinci hâli, ucb, yani ibâdet yaptığı için kendini beğenmek [Egoizm]dir. Ucb, korkunç bir zehrdir. Öldürücü bir hastalık olup ibâdetleri ve iyilikleri yok eder. Ateşin odunu yakması gibidir. Bunun ilacı, iyi işlerini kusurlu görmeli, bunlardaki gizli çirkinlikleri düşünmeli, böylece, kendinin ve ibâdetlerinin kusurlu, bozuk olduğunu anlamalıdır. Hatta, onları beğenilmiyecek, kovulacak bir hâlde bulmalıdır. Bir hadis-i şerifte, (Kurân-ı Kerîm okuyan çok kimse vardır ki Kurân-ı Kerîm bunlara lanet eder) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, (Oruç tutan çok kimse vardır ki onların orucu, yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur) buyuruldu. İnsan, ibâdetinin, iyiliğinin çirkin tarafı olmadığını sanmamalıdır. Biraz incelenirse, Allahü teâlânın yardımıyla hepsini çirkin bulur. Güzelliğin kokusunu bile duymaz. Böyle kimsede ucb hâsıl olabilir mi? Nefs kendini beğenebilir mi? Bir kimse, amellerini, ibâdetlerini kusurlu görünce, bunların kıymeti artar. Kabul edilmeye lâyık olurlar. İyiliklerinizi böyle görmeye ve ucb [Egoizm] hâsıl olmamasına çalışınız. Yoksa sonu çok kötü olur. Bu felaketten yalnız Allahü teâlânın diledikleri kurtulabilir. İbâdetlerini, iyiliklerini kusurlu, bozuk görmeye kavuşan bir kimse, öyle bir hâle gelir ki sağ omuzundaki iyilikleri yazan meleğin hiçbir şey yazmadığını sanır. Çünkü, yazacağı bir iyilik yaptığını görememektedir. Sol omuzundaki kötülükleri yazan meleğin durmadan yazdığını sanır. Çünkü, yaptıklarının hepsinin çirkin ve kötü olduklarını görmektedir. Bu hâle kavuşan ârife, herkesin anlayamayacağı ve anlatamayacağı iyilikler ihsan olunur. Doğru yolda olanlara selam olsun!
[İslamiyeti anlamamış olan bazı kimseler, müslümanlara, egoist, yani hodbin, kendini düşünen diyor. Namaz kılanlara, (Kendini Cehennemden kurtarmak için namaz kılacağına, kalk insanlara hizmet et!) diyor. İslam dininin, egoist dini olmadığını, egoist olmayanların kıymetli olduğunu, yukarıda çok güzel bildirdik. Namaz kılmaya gelince, müslümanlar, câhillerin zannettiği gibi, Cehennemden kurtulmak, rahata kavuşmak için ibâdet etmez. Allahü teâlânın emri olduğu için, vazife olduğu için ibâdet yapar. (Vazife, Âmir tarafından emredilen şeyi yapmak, men’ edileni yapmamaktır). Amirlerin emirleri birbirine benzemiyorsa, daha üstün olan Âmirin emri yapılır. Askerlikte bile birinci vazife, büyük Âmirin emrini yapmaktır. Kâfirler, gençleri aldatmak için, vazife mukaddestir. Önce vazife, sonra namaz, diyor. Evet, vazife onların zannettiklerinden de daha çok mukaddestir. Fakat, birinci vazife, en büyük Âmirin emrini yapmaktır. En büyük Âmir, Allahü teâlâdır. O hâlde birinci vazife, namazdır. Hiçbir Âmir, hiçbir kumandan, hiçbir makâm, bu birinci vazifeyi değiştirmemelidir. İstirahat zamanlarında, yatakhanede, buna da imkan yoksa, abdesthanede namazı yine kılmalıdır. Fakat, en iyisi, bu derece kara, katı kalpli din düşmanlarının yanında çalışmayıp, uzaklaşmalıdır. Bu müslümana, Cenâb-ı Hak elbette başka yoldan, daha çok rızk verir. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullâhi aleyh” (Kimyâ-i saadet) kitabında buyuruyor ki (Namaza mâni olan, güçlük çıkaran vazifede bereket olmaz. Namaza elverişli olan vazifelerde bereket vardır). 79. sayfada diyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Müslüman demek, müslümanlara eli ile dili ile zarar vermeyen kimse demektir). Her müslümanın böyle olması lâzımdır. Bir hadis-i şerifte, (İmanı kâmil olanınız, ahlakı güzel olanınızdır!) buyuruldu. Görülüyor ki îman bile ahlak ile insanlara faydalı olmakla ölçülmektedir. Namaz kılarken, bütün müminlere selam verilmekte, duâ edilmektedir. Namaz kılmayan ise, müminlerin bu hakkını çiğnemektedir. O hâlde, namaz kılmak, hodgamlık değil, hayrhahlıktır. Namaz kılmamak ise, zulmdür.]
Bu adem dedikleri, el ayakla, baş değil,
adem ruha denilir, surat ile kaş değil.
Beden et ve deridir, ruh bunun serveridir.
Hakkın kudret sırrıdır, ruhsuz kalıp hoş değil.
Adem gerek, su gibi, temizlenip arına,
haramlardan kaçınır, nefsi de serkeş değil.
Ademdedir emânet, ondadır ilmü hikmet.
Hakkın katında adem, taneyi haşhaş değil.
Adem olan iyi bil, çalışır hep ay ve yıl,
ruh gıdası ilmdir, ekmek ve kumaş değil.
Kendi özün anlayan, ruh gözün aydınlıyan,
Hak sözün pek kavrayan, er olur, ayaş değil.
Beden hayvanda da var, hissi, onda pek artar.
Kurt gözü, keskinse de, nakş görür, nakkaş değil.