¥ Sabikun, tamam Enbiya olup, eshabı ve hakiki varisleri de dahildir. 2/39. (2. cilt 39. mektup)

¥ Sarıkların [hırsızların] büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın rüku ve sücudunu tamam eylemeyendir. Hadis-i şerif. 3/40.

¥ Salike lazım olan, devam-ı zül [devamlı alçalma] ve iftikar [alçak gönüllülük] ve inkisar [kırıklık] ve tedarru [kendini alçaltma, yalvarma] ve iltica [sığınma] ve kulluk vazifelerini yapıcı, ahkam-ı İslameyenin hududunu muhafaza edici ve sünnet-i seniyeye mütabeat [uyucu], hayırlı işlerde niyeti düzeltici, kalbini [batınını] temizleyici ve zahiri teslim ve ayıblarını ve günahlarını görücü ve Allahü tealanın intikamından korkucu ve titrer olmaktır. Ve işlerine ve niyetine dikkat etmesi ve ahval ve mevacide güvenmemesi lazımdır. Dini kuvvetlendirmesine ve İslamiyeti yaymasına ve insanları Allahü tealaya davet etmesine itimat edip, bunlara güvenmemeli ki, bunlar kafir ve facirlerden de zuhur eder. 1/171.

¥ Salik kendini, uyuz köpekten üstün bilirse, bu büyüklerin kemalatından mahrumdur. 1/202.

¥ Salik, hallerini ve rüyalarını 3 gün içinde şeyhine arz eylemese, Kübreviye tarikatinin büyükleri tazir buyururlar. 1/122

¥ Salikte hasıl olan ahval [haller] pir ahvalinin aynıdır ki, mir’at-i istidadında [onun istidad aynasında] zuhur eylemiştir. 3/15.

¥ Salik, yüksek gayretli olmak gerektir. [Çok yüksekleri istemelidir.] Ve hiç hasıl olan hale baş eğmeyip [dönüp, bakmayıp], ötelerin ötesini istemelidir. İşte böyle bir himmetin hasıl olması, kendisinin bağlı olduğu şeyhinin teveccühüne bağlıdır. Ve onun teveccühü, kendisine uyan müridin ihlası ve muhabbeti miktarıncadır. 1/285

¥ Salike bir zulmet ve sıkıntı gelince, onun ilacı Cenab-ı Hakka iltica [sığınma] ve tedarru [yalvarma] ve niyaz ve şikesteliktir [kırıklıktır]. Kendi mürebbisine [yetiştiricisine] teveccühü tamdır ki, bu devletin husuline [bu nimetin ele geçmesine] sebep olur. 1/218.

¥ Saliklere yolda hasıl olan haller, mevacid ve bilgiler ve marifetler asıl maksattan değildir. [Özenilecek şey değildirler]. Belki evham ve hayaldirler ki, tarikat yolcuları onunla terbiye olunurlar. Cümlesinden geçip, süluk ve cezbe makamının nihayeti olan, rıza makamına varmak gerektir. Tarikatin maksatı ve gayesi, rıza makamında hasıl olan ihlası ele geçirmektir. 1/36.

¥ Salikler, bu yolun başında da, sonunda da, hallerin telvininden [envaından] kurtulamaz. Telvinler kalpde ise, salik [erbab-ı kulub]dan olur. Bunlara (ibnül vakit) de denir. Eğer kalp telvinden kurtulmuş, temkin makamına yetişmiş ise, haller, artık nefse gelir. Nefs de temkine ulaşmış ise, kalıba [bedene] gelir. 1/175. [Müjdeci Mektuplar: 230.]

¥ Salikin, aslı, esmai ilahiden [ilahi isimlerden] bir isimdir. Ve salik onun zıllıdir. 3/117.

¥ Salike feyizlerin gelmesi, Hayrülbeşerin “aleyhissalatü vesselam” vasıtası ve onun perdesi [vasıtası] iledir. Hakiki salik, tam tabi olmak sebebi ile ve belki sadece fadl ile hakikat-i Muhammedi ile ittihat ettikte [birleştikte] vasıta ortadan kalkar. Çünkü, vasıta başka olmaktadır. İttihat [birleşme] olan mahalde muamele şirket üzeredir. 3/121.

¥ Salik seyrinin derecesini hayalde canlandırdığı şekilde anlar. [Hayaline gelenler ile anlar.] 3/118.

¥ Salik, süluk menzillerini geçtikten sonra, mebde-i teayünü olan isme ulaşır ve o ismde fani olur. 1/208.

¥ Saliklerin kemali başka-başka olup, kalbin selameti, ruhun kurtuluşu, sırrın şühudü, hafinin hayreti ve ahfanın birleşmesinden bir veya birkaçı veya hepsi ile olur. Ve ismi geçen mertebelerin birisinde kemal hasıl olduktan sonra, ya geri inilir veya o makamda kalınır. Birincileri, tekmil ve irşad ve davet için Haktan halka rücu makamı ve ikincisi kendini gayb etme ve insanlardan uzlet [uzaklaşma] makamıdır. 1/158. [Müjdeci Mektuplar: 200.]

¥ Salik-i kamil [kamil olan tasavvuf yolcusu], Allahü tealanın zatına ayna olunca, sıfat ve şuundan onda hiç görünmez [rüyet edilmez]. 2/11.

¥ Salik, Allahü sübhanehunun inayeti ile, hazret-i Hakka uruc etse [yükselse], halis yokluk makamına iniş de çok olur. Lakin, uruc vaktinde [yükselme vaktinde] o makam kendini yok [helak olmuş] makamıdır ki cehl lazımdır. Sahva nüzulde [inişte] makam-ı ilim ve marifettir. Bu iniş makamında, zıl makamının bulaşıklıklarından ayrılmış [uzaklaşmış] ve şuun ve Allahü tealanın zatına aid itibarattan kurtulmuş, sırf Allahü tealanın tecellisi ile müşerref olur. Ve bu tecelliden önce hasıl olan her tecelliyi, arif her ne kadar esma ve sıfat ve şuunat ve itibarat düşünmeksizin olduğunu bilir ve tecelli-i zati sayarsa da, zıllerin, isimlerin, sıfat, şuun ve itibarattan bir perde arkasındadır. 3/78.

¥ Salik-i meczub, yani cezbesi süluke tekaddüm etmemiş [önce süluk yapmış, sonra cezbelenmiş] olan pirler de, nakısları fena ve bekaya ulaştırırlar. 1/292.

¥ Sübhani ve enel-Hak gibi ekabir kelamları [büyüklerin sözleri] İşanın [onların] orta hallerine haml olunmak [yolda iken, ilerleme zamanındaki hallerine aid olduğunu anlamalıdır ki] ve onların kemalleri bu sözlerinden sonradır diye tabir lazımdır. 3/74.

¥ “Sübhanallahi ve bi hamdihi”, Cenab-ı Hakk’ı şirk ve nakstan tenzih ve nimetlerine şükretmektir. Hergün ve gece 100 kere okumalıdır. 3/16.

¥ “Sabekat rahmeti ala gazabi” (Rahmetim gazabımı aşmıştır) Hadis-i kudsisindeki gazabdan murad, müminlerin günahkarlarına karşı olan gazap sıfatımı aşmıştır, demektir. Müşriklere karşı olan zatın gazabını aşar demek değildir. 1/266.

¥ Sultana secde etmek caiz ise de, terk etmelidir. 2/92.

¥ Secdeye diz ve el koydukta, önce sağını koyalar. 1/266.

¥ “Secde, Hudadan gayriye caiz olsaydı, zevcine secdeyi, zevceye emrederdim.” Hadis-i şerif. 2/92.

¥ Sihir, müslümandan vücuda gelmez. [Müslüman sihir yapmaz.] İman ondan ayrıldığı zaman sihir tehakkuk eder. 3/40.

¥ Sihir, kati haramdır. Ve sihir yapan küfürde kuvvetlidir. Sihir yapıcılıktan şedid küfür yoktur. 3/40.

¥ Sirayet-i maraz [hastalığın geçişi] muhakkak değildir. 3/40.

¥ Saadet, ömrü uzun ve ameli de çok olan kimsenindir. 1/89.

¥ Saadet-i manevi [manevi saadet] kalbin Haktan gayriden [mahluka bağlılıktan] halas olmasıdır [kurtulmasıdır]. 1/49.

¥ Saadetin sermayesi, sünnete [ahkam-ı İslamiyeye] tabi olmaktır. 1/74.

¥ Saadet-i insan [insanın saadeti] ve felah ve halası tamamen Allahü tealanın zikrindedir. 1/190.

¥ Sekrden önce olan sahv [uyanıklık] avamın hali olup, sekrden sonra olan sahv, seçilmişlerin [büyüklerin] makamıdır. 3/48.

¥ Sekr, tasavvuf yolunda olur. Nihayetin nihayetine kavuşmak hep uyanıklık halindedir. 1/84.

¥ Son nefesin selameti için Fatiha okumayı unutmayalar. 3/102.

¥ Süluk, seyr-i ilallah ve seyr-i afaki aynı manayadır. 3/99.

¥ Süluk, seyr-i afakiden ibarettir. Cezbe, seyr-i enfüsidir. 3/99.

¥ Süluk, ahkam-ı İslamiyeye uymaktan, yani tövbe, züht ve gayrı emirleri yapmaktan ibarettir. 3/121.

¥ Süluk, tarikatın levazımındandır. [Lüzumlu şeylerindendir.] 3/106.

¥ Sülukta inabet [teslim olmak] talib tarafındandır. Vasıta elbette lazımdır. Başka çare yoktur. 1/117.

¥ Süluk, toplu bilgiyi yaymak ve delil ile anlaşılanı kalp ile anlamaktır. Şah-ı Nakşibend. 1/30.

¥ Sülukte bazı mübtedilerin gevşekliği ve ilacı. 1/145.

¥ Sülukun nihayeti, seyr-i ilallahtır ki, fena-ı mutlak tabir olunmuştur. Ondan sonra, makam-ı cezbeye dönmektir ki, seyr-i fillah ve bekabillah tabir eylemişlerdir. 1/290.

¥ Süluk esnasında, sekr vakti ve galebe-i hal vasıtasiyle, Ehl-i sünnet iitikadının hilafı [uygun olmayan] zuhur eder. Lakin saliki o makamdan geçirip, işin sonuna ulaştırırlarsa, o muhalefet yok olur, kaybolur. Yoksa, o muhalefet üzere kalır. Ama, ümmittir ki, onu o muhalefet sebebi ile hesaba çekmezler. Zira onun hükmü, hata eden müctehidin hükmü gibidir. 1/289.

¥ Süluk bir kaç nev’dir. Bazısı için süluk cezbeden öncedir. Bazılarında, cezbe sülukten öncedir. Bir cemaat için dahi, süluk konakilarını geçerken cezbe hasıl olur. Bir taife ise, süluk konakilarını geçer, fakat cezbeye ulaşamazlar. Cezbenin önce hasıl olması mahbublar ve muradlar içindir. 1/290.

¥ Süluksuz cezbe yoktur. [Cezbe için süluk lazımdır.] Mümkün değildir. Cezbenin önce olması efdaldir ki, süluk cezbenin hizmetçisi olmuştur. Cezbenin tehir edilmesinde, süluk cezbenin yardımcısıdır. [Onunla sağlanır.] Ve süluk devleti ile ona cezbe müyesser olmuştur. 3/117.

¥ Süluku tamamlamayan meczublar, süluksuz ve nefsini tezkiye etmeksizin, kalp makamından geçip, kalbin sahibine varamazlar. 1/287.

¥ Sima, raks ve sayha [bağırma] ve ızdırab ve bunların emsali, bu nev’ görünen işler, haller ve görünen zevkler, görünen haller, batındaki hallere nisbet ile, bilinenin bilinmeyene nisbeti hükmündedir. 2/43.

¥ Sima ve raks, lehv ve laba dahildir. 1/266.

¥ Sima, raks ve zikir-i cehri, tarikadde sonradan ihtas edilmiş bidattir. 1/286.

¥ Sima ve vecd, bir cemaat için [ibnül-vakit olanlar için] fayda verebilir. Onlar ibnül-vakittirler. Tecelliyat-ı sıfatiye makamında, bir sıfattan bir sıfata geçerler. Bir zaman kabzda, bir zaman basttadırlar. Erbab-ı kulubdurlar. Halbuki, zatın tecellisine kavuşanlar, kalp makamından kurtulup, kalbin sahibine ulaşmışlardır. Bunlar sima ve vecde muhtaç değildirler. 1/285.

¥ Sem’ ve basarın sima ve rüyet’de hiç methali yoktur. [Göz ve kulak mahluk, görmek ve işitmek de mahluktur.] Göz ve kulak, görmekte ve işitmekte rol oynamaz. Allahü teala gözü ve kulağı yarattığı gibi, görmeyi ve işitmeyi de yaratmıştır. 1/18.

¥ Sünneti ihya ederken dikkat lazımdır ki, fitnenin uyanmasına sebep olmaya. Bir iyilik, birçok kötülüğün çıkmasına sebep olmaya. 3/104.

¥ Sünnete uymak sebebi ile, gün ortasında bir miktar uyumak, sünnete uymadan gece boyunca ibadetten efdaldir. 1/114.

¥ Sünnet ile bidat arasında şüpheli olan bir işin terki çok iyidir. Yani bidatin terki efdaldir. 1/313.

¥ Sünnet ile bidat birbirinin zıttıdır. Birinin ihyası, diğerinin ölmesini gerektirir. [Ortadan kaldırır.] 2/23.

¥ Sofistaiye mezhebi, masivayı [alemi] Hak tealanın yaratması ile bilmezler. Alemi evham ve hayal bilirler. 3/96, 1/125, 1/287.

¥ Seyr ve süluktan maksat, tezkiye-i nefs-i emmaredir. 1/35

¥ Seyr ve süluktan maksat, ihlası ele geçirmektir ki, İslamiyetin üçüncü kısmıdır. 1/40.

¥ Seyr-i afaki, seyr-i ilallah olup, süluk tabir ederler. 2/42.

¥ Seyr-i afakinin hasılı [aslı, neticesi] odur ki, salik, vasıflarının değişmesini ve ahlakının değişmesini alem-i misal aynalarında müşahede eder [seyr eder]. Salik aslında kendi nefsinde seyr eder. Lakin kendi hallerini, kendi dışında olan alem-i misalde müşahede edip, güya afakta seyr eylemiş olur. Seyr-i afaki seyr-i ilallahtır. 2/42.

¥ Seyr-i ilallah tamam olduktan sonra, salik hakikati olan ismin zılline ve sonra da aslına vasıl olur ki, istidadının son derecesidir. 3/101.

¥ Seyr-i ilallah fena, seyr-i fillah bekadır. 2/50.

¥ Seyr-i ilallahtan sonra seyr-i fillah başlar ki, iş cezb iledir [çekilme iledir]. 2/42.

¥ Seyr-i enfüsi fena-i etem [tam fena] ve beka-yı ekmelden [olgun bekadan] sonradır. 1/30.

¥ Seyr-i enfüsi, seyr-i fillah olup, süluktan sonra olan cezbe bu seyrdedir. Bu seyre onun için enfüsi derler ki, enfüs, zıllere ve isimlerin zıllerinin akslerine ayna olmuştur. Yoksa salikin seyri nefsinde olduğu için, enfüsi demezler. 2/42.

¥ Seyr-i enfüside salik, Allahü tealanın ahlakı ile ahlaklandığından, seyr-i fillah denir. 2/42.

¥ Seyr-i enfüsi, zaruri olup, seyr-i afaki onun zımnında [onunla birlikte] müyesser olur. 2/42.

¥ Seyr-i afaki, rüya gibi istidada alamettir. Seyr-i enfüsi lazımdır. 2/42.

¥ Seyr-i afaki ile başka şeylere olan bağlılıktan, seyr-i enfüsi ile, kendine düşkün olmaktan kurtulunur. 2/42.

¥ Seyr-i enfüsi ve seyr-i afaki, vilayetin rüknleridir ki, ikisi hasıl olmadıkça, vilayet tasavvur edilemez. 2/50.

¥ Seyr-i afaki ve seyr-i enfüsi, ilmül-yakin dairesinden dışarıya çıkamaz. 2/57.

¥ Seyr-i afaki ve seyr-i enfüsi nihayete ulaştıkta, süluk ve cezbe işi tamam olur. 2/42.

¥ Seyr-i ilallahı ve seyr-i fillahı geçtikten sonra, ancak zulmani perdeler fark edilmiş [aradan kaldırılmış] olur. 2/42.

¥ Seyr-i fillahtan sonra, yükselme hasıl olursa, isimlerin ve sıfatların ve şuunatın aslı olan bir daire ve sonra bunun aslı ikinci bir daire, nihayet bunun aslı bir kavs açığa çıkar. Bu üç asıl zat-i tealanın zatında değildir. [Zatı bunlardan münezzehtir.] Bu üç aslın tam hasıl olması nefs-i mutmainneye mahsustur. 2/91.

¥ Seyr ve sülukta her ne ki görülür ve işitilirse, itibar edilmemesi lazımdır. Eğer, bu, çoklukta birliği görmek olsa da, kıymet vermemeli, yok etmelidir. Çünkü o vahtet hiçbir çoklukta bulunmaz. Görünen vahtetin kendi değil, benzeridir. 1/240.

¥ Seyr ve sülukte tam ifade, bu ayet-i kerimedir. “Sizin yanınızdaki tükenir. Allah indindeki bakidir.” Seyr ve süluk ilmde hareketten ibarettir ki, nasıl olduğundan bahs etmektir. Bu mahalde hareketin yeri yoktur. Ve seyr-i ilallah ilmin hareketinden ibarettir ki, aşağı ilimden, yüksek ilme gidip, geçip, o yücelikten başka bir yüceliğe varır. Ta mümkünler ilminin tamamını geçmek ve cümlesini geçtikten sonra vacip-i tealaya aid ilimlere ulaşılır ki, buna da fena denir. Seyr-i fillah demek, Allahü tealanın isimleri, sıfatları, şüun ve itibaratı ve taktİsatı ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demektir. Böylece anlatılamayan, işaretle bildirilemeyen ve isim verilemeyen ve bir şeye benzetilemeyen, kimsenin bilemediği, anlayamadığı mertebeye varılır. Bu seyre, Beka denir. 3. seyre, Seyr-i anillahı billah denir. Bu da ilmin hareketinden ibarettir ki, yüksek bilgilerden aşağı bilgilere inilir. Böylece mahlukları bilmeye kadar inilir. Bütün vücub mertebelerinin bilgileri unutulur. Bundan sonra, 4. seyr başlar ki, buna seyr-i eşya denir. 1. seyrde unutulmuş olan eşyanın bütün bilgileri, şimdi yavaş yavaş ele geçer. Bu 4.seyr, 1. seyrin, 3. seyr de, 2. seyrin karşılığıdır. 1/144.

¥ Seyr-i ilallah ile seyr-i fillah, vilayeti ele geçirmek içindir ki, fena ve bekadan ibarettir. Seyr-i anillah-ı billah ve seyr-i der eşya [3 ve 4. seyrler] davet makamını elde etmek için olup, Enbiya ve Mürseline mahsustur. Ve bunların tabi olanlarının da nasibi vardır. 1/144.

¥ Seyr ve süluk, [erbabı sona varanlar indinde] Hak sübhanehunun ihata ve sereyan, kurb ve maiyeti ilmi olup, ehl-i sünnetin rey’lerine uygundur. 1/287.

¥ Seyr ve sülukte, nihayetin nihayeti olan mertebelerden sonra, bir mertebe zuhur eder ki, o yerde [mertebede] zerre kadar süluk yapılsa, imkan dairesinin kat-kat fazlası gidilmiş olur. 2/41.

¥ “Saimin [oruçlunun] ağzında, açlık sebebi ile hasıl olan koku, Allahü teala indinde, miskten daha güzel kokudur.” Hadis-i şerif. 5/11.

¥ Sahip-i hakikinin [hakiki sahibin] fermanına itaat ve boyun eğmek lezzetini, haramlardaki lezzetten ziyade bilmek gerektir. Nimetleri ihsan eden Allahü tealanın bir kimseden ve onun işinden razı olması nimeti, diğer lezzetlerin tadı ile bir olmaz. 4/211.

¥ Salih-i vefa [vefa sahibi salih], hayır ameli işler. Lakin masiyetten [kötülüklerden] kaçınmak Sıddıkların işidir. 5/112.

¥ Salih kimsenin gördüğü rüyalar, müjdedir ve istidadı haber verir. Çok vakii olur ki, o istidadı gösteren rüya zuhura gelir. Ve ekseriya dahi zuhura gelmez. Can feda eylemek gerektir ki, iş, sözden işe ve işitmekten ele-avuca gele. [Adını duymakla kalmıya, ele geçe.] 4/200.

¥ Sabahat, hüsn-i tafsilidir ki, [yüz güzelliğinin açıklanmasıdır ki], onunla boy güzelliği, yüz güzelliği ve göz güzelliği ve kaş güzelliği diye tabir olunur. Halbuki, melahat, bir hüsndür ki [görülmeyen güzellik, bir güzelliktir ki], manevi ve zevkidir. Ve tabir ölçüsünün dışında ve ötesindedir. [Tabiri mümkün değildir.] 4/113.

¥ “Sabah ve akşam rızkı olup, dilenen, Cehennem ateşini çoğaltır.” Hadis-i şerif. 5/37.

¥ Muhammed Sıbgatullah, Muhammed Masum “kuddise sirruh”un mahdumzadeleridir. 4/231.

¥ Sohbet, dünya için olup, ahiret düşünülmez ise, dünya için ve ahiret için hüsrandır. 4/31.

¥ Salihlerin sohbetini arayınız. 4/14.

¥ Sohbet-i fukara ve suleha [dervişlerin ve salihlerin sohbetine] ve ahkam-ı İslamiyeye uygun olan şeylere rağbet edip, ahkam-ı İslameyenin hilafına [muhalif] iş gördükleri mahalden kaçalar. 5/99.

¥ Sohbet-i pir [pirin sohbeti] müyesser olmazsa, kayıtsız [tam bir] muhabbet ile de [uzaktan] feyiz alınır. Yalnız bu ikisinin arasında büyük fark vardır. 6/47.

¥ Sohbet-i ehlullah [ehlullahın sohbeti], kemalin ele geçmesi ve süluk konaklarının geçilmesi için mutlaka lazımdır. 6/9.

¥ Sohbet-i ehlullahın faydaları. [Evliyanın sohbetinin faydaları.] 4/158.

¥ Sohbet-i işanın [Onların sohbetinin] bir saati, kırk günlük mücahedelerden daha üstündür. 4/47.

¥ Sohbet lazımdır. Çare yoktur. Suret ve rabıta ile iktifa olunmak [kifayet etmek] hatadır. 4/50.

¥ Sohbetin ve Onlara hizmetin mükafatı, Hak tealaya kavuşmaktır. Diğer amellerin karşılığı, ona yakınlığa ulaştıramaz. Bu işin hakikatidir ki, nefs-i emmareyi itminana getirir. Diğer amelleri de suretten hakikate getirir. 4/233.

¥ Sohbet edeceğin kimse ile Allahü tealanın maıyeti basar-i basiretine düçar olmalıdır. 4/125.

¥ Sohbet-i agniyadan [Dünyalık toplıyanın sohbetinden] kaçınmak lazımdır. 4/125.

¥ Sohbet-i na cins [yabancılar ile sohbet]den, tefrika ehli ile, bidat ehlinin sohbetinden kaçınalar. 4/145.

¥ Sohbet-i ehli dünya [dünya ehlinin sohbeti] mevcut iken, hakiki matlubun sevdasının kalpde hasıl olması, ne büyük nimettir. Dervişlerin muhabbeti onun eseri ve Onların niyazı onun beyine-i vadıhıdır. [Onun açık delilidir.] 4/143.

¥ Sadr [göğüs], ilim mahallidir, yeridir. Gayb aleminden gelen [ulaşan] her feyiz, evvela sadra gelir. 5/97.

¥ Sadaka-i tetavvuu [nafile sadakayı] istemek, kazanmaya kudreti olmayan muhtaç içindir. Muhtaç, nefsine mevt veya maraz isabetinden havf eden cayi [ölmekten veya hasta olmaktan korkan aç] veya bedeni örtecek şeye kudreti olmayan açık kimsedir. Böyle kimse, aciz olmayıp da, kesbine başka bir şey mani olursa, bir günlük yiyeceği istemesi caiz olur. [İstediği bir günlük ola]. Eğer kesbi terk etmeye sebep, nafile namaz ve oruç ile meşguliyet ise, zekat istemek caiz değil ve nafile sadaka istemek mekruhtur. 5/37.

¥ Sadakanın sevabı, evvela Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve sonra meyitin ruhuna hediye edilmelidir. 5/36.

¥ Sırat-ı müstekime hidayet demek [doğru yola kavuşmak demek], kulun rızasını kaza ve kadere tabi etmek demektir. 4/44.

¥ Sırat-ı müstekim [doğru yol] ahkam-ı İslamiyidir. Bir düz çizgi gibidir. Bu hattı müstekimden az bir ayrılık, şeytanların yoludur. 6/16.

¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları], ehl-i sünnet indinde, zat-i ilahi üzerine, nasıl olduğu bilinemez tarzda, haricde mevcutlardır. 5/105.

¥ Sıfat ve ef’ali [Allahü tealanın sıfatları ve filleri] zatından ayrı değildir. Eğer ayrılık var ise zıllerdedir. 4/183.

¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları] haricde mevcuttur. Bununla beraber, sıfata her ne aid olur ise, zata da aittir. Ve sıfatlar zatta itibar edilmektedir. Bu itibarat-ı zatiye, şüun-i zatiye ıtlak olunur. 5/105.

¥ Sıfat-i ilahi [Allahü tealanın sıfatları] ve şuunatı [şuunları], zat-i tealadan hiç ayrı olmayıp, ayrılması yoktur. Fakat, zatın aşıkları için, muhabbet-i zatiye cihetinden zat-i teala ile beraberlik hasıl olur ki, o makamda şan ve itibardan hiç hatıra gelmez. Bu muhabbet hallerinin hususiyetlerinden ve şaşılacak şeylerindendir. 5/119.

¥ Sıfat, ef’al ve zat-i ilahinin hakikatinden, mahlukların, cehl ve hayretten gayri nasibi yoktur. Gayba iman eylemek lazımdır. Her ne keşf ve şühud hasıl olursa, “La” derken yok etmelidir. 6/66.

¥ Sıfat-i vacipi [Allahü tealanın sıfatları], yokluğun şaibesinden uzaklardır. Zat-i tealaya muhtaç olduklarından, imkan-ı zatiden müberra [Allahü tealanın zatının imkanlarından uzak] değillerdir. [Zat ile vardırlar]. 4/221.

¥ Sıfat-i ilahinin itibaratı üzerine tefevvuku [Allahü tealanın sıfatlarının, itibaratı üzerine üstünlüğü] vardır. 4/183.

¥ Sıfat, hakikadde zatın gayrıdır. [Sıfat başka, zat başkadır.]. 4/85.¥ Sıfat-ı ilim [ilim sıfatı], hayat sıfatından başka, bütün isimlerin ve sıfatların üstüdür. Ve bütün sıfatların hepsini kendinde toplamıştır. 4/113.

¥ Samed [bir olmak, benzersizlik], birliğe işarettir ki, sıfat-i ef’al ve sair sıfat-i sübutiyeden ve şuun ve itibarat-i zatiyeden, bütün bunların vasfların malik olma mertebesidir. 4/76.

¥ Suretten hakikate ve sözden manaya geçeler. 6/170.

¥ Suret-i pir [pirin sureti] hakikatte pirin aynı değildir. Ve pire olan ihtiyacı gidermez. Pirde şeyler vardır ki, anın suretinde yoktur. 5/50.

¥ Suver-i misaliye keşfi [Keşf edilen misali suretler] ve bunlarla konuşma hoştur ve ilmi müjdelerdir ama, hakiki matlub ile işleri yoktur. Ve çünkü, batıni nisbeti bozmaz. Havf yoktur. 4/182.

¥ Suri alam [ortaya çıkan elemler] manevi terakkilere vesiledir. 6/68.

¥ Sofiye-i kiram, matlubu insan kendisinde idrak eder demişlerdir. Enfüsün dışında [nefslerin dışında] söz konuşmamışlardır. İdrakın hakikati ise, enfüsün dışındadır ki, enfüs o muameleye nisbetle afak hükmündedir. Afak ve enfüs vehmin cevelan ettiği yerdir. [Onun sahası içindedir.]. 5/103.

¥ Sufi, surette halk ile beraber olup, hakikatte halktan uzak, ayrıdır. 6/119.

¥ Savm [oruç] benim içindir ve onun karşılığını ben veririm diye, Hak teala buyurur. “Hadis-i şerif.” 5/11.

¥ Sayd-ı hesti, bi dam-ı nisti mutasavver ve suret pezir değildir. [Varlık avı, yokluk tuzağı olmadan tasavvur edilemez ve zuhur etmez.] [İnsan kendini yok bilmedikçe, Allahü tealaya kavuşamaz]. 6/120.

¥ Zaruretler, mahzurları [haramlığı] ortadan kaldırır, mubah kılar. 5/37.

¥ Dayedeke ala füadike fe innel kalbe yeskünül lil helali. [Elini kalbinin üzerine koy! Helal için muhakkak kalp sakin olur.] 5/110.

¥ Dalalet erdında [kafir ülkesinde] bir kimseyi irşad eylemek sadakadır. 4/147.

Tavsiye Yazı –> Kimler Fetva Verebilir?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler