İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 1034 [m. 1624] de Hindistân’ın Serhend şehrinde vefât etmişdir. [3-23] mektûbunda buyuruyor ki: 

Allahü teâlânın, Peygamberler göndermesi, bütün mahluklara rahmet ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi zayıf akıllı ve kısa görüşlü kullarına, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırttı. İnsanlara dünyada ve ahirette faydalı olan şeyleri, zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer bu şerefli Peygamberler gönderilmeseydi, insan aklı, Allahü teâlânın var olduğunu anlayamazdı. Allahü teâlânın büyüklüğünü kavramaya ulaşamazdı. Nitekim, kendilerini çok akıllı sanan eski Yunan felesofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkar ettiler. Kısa akılları, her şeyi zaman yapıyor sandı. Yeryüzünün padişahı olan Nemrudun, İbrahim aleyhisselâm ile çekişmesini herkes bilir. Kur’ân-ı Kerîmde de bildirilmektedir. Uğursuz Firavun da, benden başka tanrınız yoktur demişti. Yine bu ahmak adam, Musa aleyhisselâmı, benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim diyerek korkutmak istemişti. Demek ki insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamamaktadır. Yüce Peygamberler olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşulamaz.

Yunan felsefecileri, yerlerin ve göklerin bir yaratıcısı olduğunu, Peygamberlerden işitip de, kendilerinin sapıtmış olduklarını, kötü yolda bulunduklarını anlayınca, Allahü teâlânın var olduğunu söylemek zorunda kaldılar. Her şeyin bir yaratanı vardır, dediler. Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var olduğu, Peygamber gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten sonra dirilmek olduğu, Cennette sonsuz nimetler, iyilikler ve Cehennemde azaplar bulunduğu ve İslamiyetin bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz. Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile bulunamaz.

Eski Yunan felsefecileri, akıl hiç şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlar diyorlar. Akıl her şeye erer, sınırsızdır sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de, akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret bilgilerini ise, hiç anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılan şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği şeyler de, Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının üstünde olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir. Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile öğrenilir. Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olmasına yalnız aklın anlaması ve kabul etmesi ile inanmak ve başka bir yoldan anlaşılamaz ve inanılamaz demek Peygamberlere inanmamak olur ve güneşe inanmamaya benzer.

İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için lazım olan her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İnsan nefes almadan, bir an yaşayamaz. Bunun için, havayı her an ciğerimize kadar gönderiyor. Su da her yerde vardır. Gıda maddelerini insanlar hazırlıyor. Bebekleri ve hayvan yavrularını her an, muntazam hava alarak yaşatan bir sonsuz kuvvet sahibinin var olduğunu Peygamberler haber veriyor. Bu kuvvet sahibi, her insanda sayısız uzuvlar yaratmakta ve bunları muntazam çalıştırmaktadır. Allahü teâlânın sonsuz ilmi ve kudreti ve merhameti güneş gibi meydandadır. İyilik edene şükretmek lazım olduğunu herkes bilir. Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine Peygamberler lazımdır. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona lâyık olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükür edeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Evliyanın kalplerine doğan (ilham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla hâsıl olmaktadır. İlham, akıl ile hâsıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Halbuki Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufçulardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır. Kalbi parlatmak, temizlemek lazımdır. Kalp temizlendikten sonra, nefs temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalp temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşabilir. Fakat, bu ancak Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz. Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselâmın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin bereketlerinden mahrum kaldı.

Şaşılacak şeydir ki eski Yunan felsefecileri, yani aklı şaşmaz sananlar, Allahü teâlâya inanmadıkları gibi, kıyamet gününe de inanmadılar. Madde yok olmaz. Her şey böyle gelmiş, böyle gider dediler.

[Fen adamlarının tecrübe ve hesap dışındaki sözleri de, bu sapıklığı körüklüyor. Fransız kimyageri Lavoisier, kimya reaksiyonlarında maddenin kaybolmadığını görünce, kendi kısa aklı ile madde hiç yok olmaz dedi. Bunu işiten ilericiler, Allahü teâlânın sonsuz kudretinin, fizik ve kimya kanunlarının dışına da çıkabileceğini düşünemeyerek, bu fen adamının tecrübe ve hesaba uymayan bu sözüne hemen inandılar. Fakat, atomun parçalanmasında, radyoaktivite olaylarında ve nükleer reaksiyonlarda, maddenin yok olduğu, enerjiye çevrildiği meydana çıkınca, Lavoisier’e inananlar şaşkına döndü. Bu sözün yalnız kimya reaksiyonları için doğru olduğunu anlamayıp da, tabiatte hiçbir şey yok olamaz diyen ilericilerin aldandıkları anlaşıldı. Ne yazık ki hakikat meydana çıkıncaya kadar, binlerce fen yobazı, bu yanlış inancın kurbanı oldu. Lavoisier’in kendi aklınca, doğru sanarak söylediği, sözlerini fen bilgisi sanarak, kıyameti inkar ettiler. Böylece imansız gittiler. Sonsuz felaketlere sürüklendiler. Zararlı fikirlerini aşılayıp da gittiler. Yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine güvenip, bunların ilmihal kitaplarına sarılanlar, fen yobazlarına aldanmadı. İmanlarını yalnız bunlar kurtarabildi. Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbet faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada insanların rahat yaşamalarını, işlerini kolay yapmalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar. Dünya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde, bu bilgilerden istifade edilir. Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı tayyare, nükleer denizaltıları ve casus peykler ve ay yolculuğu ve internet gibi nice başarılı şeyler bulunabilir. Bunlar, İslamiyete karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı kuvvetlendiren şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde olan bütün bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği zaman, İslamiyete uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi, istifade etmesi lazımdır.]

Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp de, Allahü teâlâyı ve ahiret bilgilerini anlamakta bunlardan faydalanmamak, hatta bunları öğrenince, kendini beğenip, aklına, nefsine uyup, ahiret bilgilerini de, akıl ile çözmeye kalkışarak sapıtmak, dinden çıkmak, insanlar için en büyük felakettir, yüzkarasıdır. Dünya işlerinde yanılan akla, ahiret işleri için nasıl güvenilebilir. Onun, anlamadan bildirdiği sözlere nasıl güvenilebilir. Bu hal harbe hazırlanan, çok emek ve masraf yapan kimsenin, harp zamanında, kendi meşru hükümetine isyan ederek, karşı gelmesine benzemektedir. Bu da gösteriyor ki bütün fen bilgileri, aklın erdiği şeylerde işe yaramaktadır. Sonsuz saadete ve felakete sebep olacak işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak, doğru olmamaktadır. Bu en mühim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız akıl yolu ile çözmeye uğraşmak, lüzumsuz, hatta boş yere vakit geçirmek olur. Çünkü, akıl yolu ile bulunan bilgiler, aklın ermediği işlerde faydalı olamamaktadır. Bu işler ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılabilmektedir. İmam-ı Gazali (Elmünkızü-mineddalal) kitabında buyuruyor ki eski Yunan felesofları tabiblik ve astronomi bilgilerini eski Peygamberlerin kitaplarından çaldılar. Ahlak ve terbiye usullerini de, eski ümmetlerdeki tasavvufçulardan görerek öğrendiler.

Çok kimseler, din üzerinde kendi akılları ile konuşan felsefecileri, maddecileri ve ahiret bilgilerini akıl ile çözmeye kalkışan fen yobazlarını âlim sanıyorlar. Reformcu, ilerici din adamı ve şehit gibi yaldızlı ve sahte isimler vererek, bunların yıkıcı sözlerini ve kitaplarını gençlerin önüne sürüyorlar. Hatta, bunların bozuk, yalan sözlerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin ictihad buyurarak, Kur’ân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden elde ettikleri bilgilerin üstüne çıkarıyorlar. Allahü teâlâ bunların zararlarından müslümanları korusun! Dinde reformcuları, din alimi sanmak, insanı sonsuz felakete düşürmektedir.

İlm demek, fen demek, her şeyin doğrusunu anlamak demektir. İslamiyeti bozan, İslam bilgilerinin değerlerini ölçemeyen sözlere ilim ve fen denilemez. Peygamberleri inkara yol açan şey, ilim olamaz. [20. asırdaki buluşlar ve okutulan ilimler, fenler, İslamiyetteki aklın sınırı içinde olan bilgileri inkara yol açmaz, İslamiyeti kuvvetlendirir. İlmi, fenni, aklın sınırı dışındaki ahiret bilgilerini anlamakta kullanmak, zararlıdır. Bu inceliği iyi anlamalıdır.] Cahiller ve menfaatcılar ve şehvet, zevk budalaları, İslamiyete saldırırken, ilmi ve fenni kendilerine maske yapıyorlar. Bozuk düşüncelerini, din bilgisi olarak gösteriyorlar. İslam âlimlerinin sözlerini, bu bozuk düşüncelere uymadıkları için kötülemeye kalkışıyorlar. Yahut, aklın sınırı dışındaki din bilgilerini ele alıp, bunların fen ile çözülemediklerini ileri sürerek, müslümanlık, akla fenne uymayan orta çağ inanışlarıdır, gericiliktir diyorlar. Müslümanlar, ilmi, fenni iyi öğrenip, bu yalancılara, alçak fen yobazlarına aldanmamalıdır). 23. mektup tercümesi tamam oldu.

Tavsiye Yazı –> Çocukları Terbiye Nasıl Olmalı?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler