¥ Matüridiye mezhebimizde, Allahü tealanın mevcut ve bir olmasını, akıl sahibi olan herkesin bulması lazımdır. Dağda, çölde yaşayan ve puta tapanlar için, nazarı [düşünmeyi] terk ettiklerinden dolayı küfür hüküm edilir [Cehenneme gideceklerdir]. 1/259. (1. cilt 259. mektup)

¥ Allahü tealanın masivası ki, alem diye isimlendirlimiştir. Gerek unsurlar [elemanlar] ve gerek gökler, akıllar ve gerek nefsler ve gerek elemanların basitleri ve gerek bileşik cisimlerin hepsi, Hak sübhanehunun yaratması ile var olmuşlardır. Ve yokluktan varlığa gelmişlerdir. Allahü tealanın kadım olması, her şeyden önce var olması, ancak Hak teala için sabittir. 3/56.

¥ Masivanın mahiyeti hakkında meşayıh-i kiram 3 nev’ söz söylemişlerdir.

Birinci taife; alem, Hak sübhanehunun yaratması ile haricde mevcut ve onda kemal sıfatlardan her ne var ise, Hak sübhanehunun yaratması iledir, derler. Ve Hak sübhanehuyu alemden ayrı olarak, tenzih ederek, ancak mevleviyet ve ubudiyet [rab olmak ve kul olmak] ve saniiyet ve masnuiyet [yaratıcı ve yaratılan] olarak ispat ederler. Bu taife, kendi sıfat ve olgunluklarını, ödünç alınmış elbise gibi bilirler. Bu taife, kitap ve sünnete muvafık olarak, mümkünün mertebelerinin hepsini vacipten ayrı kılıp, kendilerini yaratılmış kul bilirler. Kendilerini Hakkın zıllı bilmezler.

2. taife, alemi Hak tealanın zıllı bilirler. Ama, alemin haricde mevcut olduğunu bilirler. Lakin, zılliyet yolu ile değildir. Asalet yolu ile değildir. Bunların vücutları, zıllin asıl ile ayakta durması gibi Hak tealanın varlığı ile varlıktadır, derler. Bu taife her ne kadar mümkünün derecelerini başlangıcdan ayrı görüp, yok bilirler. Ama, zılliyet ve asalet vasıtasıyla bunların vücutlarının artıklarından bir nesne kalmıştır.

3. taife, vahtet-i vücuda inanırlar. Yani haricde ancak bir mevcut olup, o da Hak sübhanehudur, derler. Ve alem için haricde, ayrıca alem yoktur, derler. Bu taife de, her ne kadar, alemi, Hak sübhanehunun zıllıdir derlerse de, eşyanın zıllı mevcutiyeti, fakat his mertebesindedir. Hak sübhanehunun zatını vücub ve mümkün sıfatları ile vasıflanmış bilirler. Ve iniş dereceleri ispat ederler. Ve herbir mertebede, hemen Allahü tealanın zatını, o mertebeye layık olan hükümlerle vasıflandırırlar. Her ne kadar, bu taife kavuşmuşlardır ve olgunlardır. Ama, sözleri halka ilhad ve dalaleti gösterir [sevk eder]. Bu taife, harici, tesirlerin çeşitli olması karşısında, mecburi olarak, eşya ilmen mevcut derler. Ve görünen şeyler için, varlık ile yokluk arasında geçittir derler. Vücubun rengini vacipte sabit kılarlar [ispat ederler]. Bu 3 taifenin ilimlerinin ve marifetlerinin farklı olmasına sebep, farklı makamların hasıl olmasındaki farktandır. Herbir makamın başka ilimleri ve marifetleri vardır. 1/160.

¥ Masivaya, akla gelen, vehme gelen ve görülen her şey dahildir. 2/59.

¥ Masiva, baştan başa noksanlık ve şerliktir. 2/98.

¥ Masivaya bağlılığın en şiddetlisi, kendi nefsine bağlılıktır ki, her hayrı kendi nefsi için işler. Eğer çocuğunu severse, kendi için sever. Aynı şekilde mal, makam muhabbeti de böyledir. 2/42.

¥ Masivaya bağlılık, kendi nefsine bağlılıktır. Her bela ki vardır, kendine bağlılığı olmaktan gelir. Kendinden kurtulunca, masiva bağlılığından kurtulmuş olur. 1/154.

¥ Masivanın maksat, gaye olmaması lazımdır. Zira Hak sübhanehunun gayrisinin maksat olmasına izin verilirse, çok kere, heva ve nefsani istek ve arzuların yardımı ile, mahlukun maksat olmasını Hak sübhanehunun rızası üzerine tercih edip, ebedi felakete ulaşır. Bunun için, Allahü tealadan gayrısının maksud olmasını nef’ etmek, imanın kemali için zaruridir. 3/3.

¥ Masivaya bağlılıktan kurtulmak için, Hak sübhanehudan gayri şeyler, gönül üzerinde hatırlanmıya. 2/77.

¥ Mümine haksız yere [olmadığı halde] küfür isnad eden kendisi kafir olur [kendine döner]. 2/99.

¥ Müminlerin dünyada elem çekmesi, ahiret nimetlerinin kıymetini bilmek içindir. Ve büyükler için, sevgilinin istediği belaları, kıymetlidir. Ve dünyada müminler mihnet çekerse, dost düşmandan mütemeyiz [ayrılmış] olur. Ve belalar günahlara kefarettir. 2/99.

¥ Günahkar mümin imandan çıkmaz. 3/16.

¥ Mümine eziyet vermek haramdır. 3/44.

¥ Dünya malından zararın giderilmesine ilaç, zekatın ondan çıkarılmasıdır [Zekat vermektir]. 1/165.

¥ Malikide abdest azasını ovmak farzdır. Elbet ovmalıdır. 1/286

¥ Bir şeyin hepsi ele geçmezse, hepsini terk etmemelidir. 2/66.

¥ Mavera-ün-nehr alimleri, bedenin islahı ve batının [kalbin, ruhun] kurtuluşuna çok hizmet ettiler. 3/98.

¥ Mubahın işlenmesi, vacip işlerin yapılmasına mani olursa, mubah olmaktan çıkar. 1/73.

¥ Mubahları zaruret miktarı kullanmalı, o da kulluk vazifelerini yerine getirmek için olmalıdır. 1/76.

¥ Mubahların işlenmesinde geniş [müsamahalı] davranmak, şüpheli işlere götürür. Şüpheli işler de harama yakındır. 3/26.

¥ Mubahlar dairesi geniştir. 2/81.

¥ Mubahları kullanmakta zaruret miktarı ile iktifa edilince [zaruret miktarı azaltınca], keşf ve keramet dahi çok olur. 3/85.

¥ Mebde ve Mead risalesinde, hakikat-i Muhammedi makamından yükselerek, hakikat-i Kabeye ulaşıp ve onunla birleşip, hakikat-i Ahmediye namını alır, cümlesindeki hakikat-i Kabeden murad, hakikat-i Kabe zıllerinden bir zıldir. 1/260.

¥ Mebde-i teayyün. 3/113.

¥ Mebde-i teayünler, bu dünyadaki varlıkların hakikatleridir. Ahiretteki varlıkların mebde-i teayünleri başka işlerdendir. 3/113.

¥ Her bidat sahibi ve sapık, kendi inandıklarının kitaba ve sünnete uygun olduğunu zanneder. Ve kendi yanlış idrak ölçüsü ile, kitap ve sünnetten yanlış manalar çıkarır. “O bir çoğunu hidayete kavuşturur. Bir çoğunu da dalalete sevk eder.” Ayet-i kerime meali. 1/286. [Müjdeci Mektuplar: 489.]

¥ Mübtedinin [yolun başlangıcında olanın] almış olduğu zikir, farzların ve sünnet-i müekkedelerin dışında yapılır. [Bunların dışında bu zikir yapılır.] 2/57.

¥ Mübtedi [yolun başlangıcında olan], halleri de yok etmelidir. 1/287.

¥ Mübtedi, erbab-ı kulubden [kalpler erbabından] olmayan kimsedir. 1/285.

¥ Mübtedi [başlangıcda olan] ve yolda olanlarda kendini zorlama ve çalışma vardır. Sona varan, kendini zorlamaz. Gaflet içinde iken huzurdadır. [Beden gaflette, ruh huzurdadır]. 1/221.

¥ Mübtediye, sima ve vecd, her ne kadar şartlarına uygun olsa da zararlıdır. 1/285.

¥ Mübtedi ve müntehi [başlangıcda ve sonda olan] cezbenin dış görünüşünde aynıdır. Ve görünüşte aşk ve muhabbette müsavidirler. 2/80.

¥ Mübtedinin [başlangıcda olanın] cezbi, kalbe çeker. Müntehinin [sona varanın] cezbi ruha çeker. Kalbin cezbinde ve teveccühünde, nefsin ve ruhun teveccühleri de vardır. Yani ruhun teveccühü, kalbin teveccühünde yerleştirilmiştir. Fakat, mübtediye hasıl olan bu ruhun teveccühünde, ruh yok olmamıştır. Müntehideki teveccüh ise, ruhun fenasından ve Hakkın varlığı ile bekasından sonradır. 1/287.

¥ Mübtedi [başlangıcda olan] ve yolda olanların hatıraları zararlıdır [öldürücü zehirdir]. Sona varanların latifelerinin bedenle alakası ne kadar çok kesilirse, beden o kadar karanlığa yaklaşıp, bedende vesveseler ve hatıralar çok olur. Bu hatıralar latifelerden değildir. 1/182.

¥ Kemale ermiş olan mübtedinin ruhuna, nihayetten aks yolu ile bir nur vermişlerdir. Mübtedinin zahiri batınına bağlı ve zahiri ile batını arasında sıkı bir bağlılık olduğu için, ruhundaki nur, zahirine sirayet eder. Ve kavuşma zevki onun zahirinde hasıl olur [ortaya çıkar]. 2/43.

¥ Mübtedi önünde perdeler vardır. Müntehide perdeler kalkmıştır. 1/99.

¥ Müteşabihatın tevilinin açıklanması mürseline [kendisine kitap gönderilen Peygamberlere] mahsustur. 2/54.

¥ Kuran-ı kerimin müteşabihatında emniyetli yol budur ki, ona iman edip ve manasını Hak sübhanehuya bırakalım. Allahü tealanın öyle sırlarıdır ki, kulları içinde, seçilmişlerin seçilmişlerine açıklamış, rumuz ve işaret ile, diğerlerinden [uygun olmayanlardan] örtmüş [gizlemiş]dir. Her kime ki, bu muamanın sırrı açıldı ise, açıklanmasına cesaret eylememiştir. 1/310.

¥ Mutasavvıf cahiller [ham sofular], sapıklar, kendilerini ahkam-ı İslameyenin mükellefiyatından kurtulmuş sanırlar. Ahkam-ı İslamiye başkaları için [cahiller için]dir derler. 1/273.

¥ Mütenafi, yani zıd olan iki şeyin bir arada bulunmaması, aynı zamanda bir arada bulunamazlar demektir. 1/222.

¥ Mücahit buyurdu ki, sabah ve akşam tövbe etmeyen kimse, zalimlerdendir. 2/66.

¥ Müctehidi taklit eden mukallidler, hatasında dahi sevaba nail olurlar. Keşf ehlinin hatası affolunur ise de, bunlara uyanlar affolunmaz. 1/272.

¥ Büyük müctehidler, Resulullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” yakın zamanda oldukları ve ilimleri ve takvaları ve veraları çok olduğu için, hadis-i şerifleri biz cahillerden [uzak düşmüşlerden] daha iyi bilirler, anlarlar. Ve onların sahih oluşunu ve gayri sahih oluşunu, nesh edilip-edilmediğini bizden daha iyi bilirler. 1/312.

¥ Müctehidin, ictihad edilecek konularda, diğer müctehidleri ve Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ictihad ve reyini taklit etmesi yasaktır. 2/55.

¥ Müctehidlerin hatasına dahi sevap vardır. Onların hatasını taklit dahi kurtuluş vesilesidir. 3/21.

¥ Müceddid-i elf-i sani bu ümmetin sonuna mensubdur. (Bu ümmetin en iyileri öncekileri ve sonrakileridir, hadistir). Ve örtülü kalmış bulunan, nübüvvet kemalatına kavuşmuşlardır. 2/3.

¥ Müceddid-i elf-i sani, Abdülkadır-i Geylani’nin vekilidir. 3/123.

¥ Müceddid odur ki, zamanında aktab ve evtad ve bütün ümmete feyizler, onun vasıtası ile vasıl olur. 2/4.

¥ Meczub. 3/99.

¥ “Mecmua-i Hani”, tavsiyeye şayan farisi bir fıkıh kitabıdır. 1/193. [Müjdeci Mektuplar: 246.]

¥ Muhabbet, sevgiliye itaat etmeyi icap eder. Muhabbet en yüksek seviyeye çıkınca, itaat da tam hasıl olur. 2/78.

¥ Muhabbet, hüzün ve derdin menşeidir. Muhabbet bağı ortaya çıkınca, sevgili de seven gibi çaresiz bağlanır. 3/87.

¥ Muhabbet dostluğun üstündedir. 3/93.

¥ Muhabbet-i zatiyeye alamet, sevgilinin nimet ve dert ve belalarının müsavi olmasıdır. 2/75.

¥ Muhabbetin kemali, ikiliğin kalkmasıdır. Ve seven ile sevilenin ittihatıdır. [Muhib, maşuka kavuşur]. 3/87.

¥ Muhabbete müdahene [ikiyüzlülük] sığmaz. 1/165.

¥ Sevgiliden gelen elemler de sevgilidir. 3/58.

¥ Sevgilinin elemleri, imam-ı Rabbani indinde, nimetlerden daha çok lezzet verir. Zira, dert ve elemlerden lezzet, kendi nefsinin ve muradının isteğinden uzaktır. 2/33.

¥ Mahbubları [sevgilileri] bir mahalle kavuştururlar ki, dostlar o makamdan geri kalmışlardır. Meğer ki, sevgililere tabi olurlarsa, onlar da o makamlara kavuşurlar. 3/87.

¥ Mahbubiyet yolunda, cezbe sülukten önce olur. 1/9.

¥ Muhık ile mübtılin [hak yolda olan ile batıl yolda olanın] arasındaki fark, Peygambere tabi olmaktır. 2/95.

¥ Muhkemat [Açık bildirilmiş olan ahkam] Kitabullahın anası ise de, neticesi müteşabihattır ki, o da maksatlardır. 2/18.

¥ Muhammed Bakibillahın mezarı Delhi’dedir. 1/291.

¥ Muhammed Parisa, “Allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanınız,” manasını açıklarken buyurdu ki, salik nefsine hakim olur [kontrolüne alır]. Hak sözü kabul edip, kendi ayblarını görüp, başkalarının kemal halini görür ve terk edilmiş sünnetlerin ihyasına çalışmak ile bidatleri men’ ederse, Hak tealanın Melik [her şeye hakim], semi [işitmek], basir [görmek], muhyi [diriltmek], mümit [öldürmek] sıfatları ile sıfatlanmış olur. Cahiller hayal ederler ki, Veli, ölmüş cesedi canlandırır ve kaybolmuş eşyanın keşfi ve bunların emsali şeyleri bilirler. Bunlar bozuk düşüncelerdir. 1/107

¥ Muhammed Parisa “Füsul-i sitte” de buyurdular ki, İsa aleyhisselam semadan inince, Hanefi mezhebi üzere amel edecektir. 2/55.

¥ Muhammed Parisa buyurdu ki, çok kimse, ölmüş cesedin canlandırılmasına itibar eder. Ehlullah [Allah adamları], ölü kalpleri diriltir. 2/92.

¥ Muhammed Sadık. 1/260, 1/306, 2/22.

¥ Muhammed Saidin menkıbe ve faziletleri beyanındadır. 1/235.

¥ Muhammed Masum, 25 yaşında kayyumiyet ile rütbelendirlimiştir. [Kayumiyet makamına getirilmiştir]. 3/103.

¥ Şeyh Muhammed Sadık, imam-ı Rabbaninin mahdumlarıdır. 1/306.

¥ Şeyh Muhammed Sadık’ın fazileti. 1/290, 2/22.

¥ Muhammed Abdullah, imam-ı Rabbaninin oğludur. 2/23.

¥ Muhammed Zahid, Mevlana Derviş Muhammedin piri ve annesinin kardeşidir [dayısıdır]. 1/180.

¥ Mihnet ve sıkıntıya katlanmak, muhabbetin icaplarındandır. [Muhabbet sahiplerine lazımdır]. 1/140.

¥ Muhyiddin-i Arabi, son gelen ehl-i tasavvufun uydukları imamdır. 3/88.

¥ Muhyiddin-i Arabi, her gece, işlerini ve hatırına gelen niyetlerini hesap ederek, sevaplarına şükür, günahlarına tövbe ederdi. 1/309.

¥ Muhyiddin-i Arabi’yi reddedenler, tehlikededir. Onu hataları ile kabul edenler dahi tehlikededir. Şeyhi kabul edeler ve hatalarını [yanlış sözlerini] kabul etmiyeler. 3/78.

¥ Muhyiddin-i Arabi buyuruyor ki, kerameti çok olanlar, son nefeslerinde, bu kerametlerin açığa çıkmasından pişman olurlar. 2/92.

¥ Muhyiddin-i Arabi indinde varlıkların mahiyeti, Hak tealanın ilmindeki, ayrı-ayrı tafsilatlı kemalattır [olgunluklardır]. 3/66.

¥ Muhyiddin-i Arabi’nin, büyük dedeleri ki, ölümünden kırkbin seneden çok geçmiştir. Dedelerinin latifelerinden görülen, alem-i misalde bir latife idi ki, Şeyh zamanında alem-i şahadette mevcut olmuştu. Ve beytullahı [Kabeyi] evvelce alem-i misalde ziyaret etmişti. 2/58.

¥ Muhyiddin-i Arabiye göre şeytan, Medine-i münevverede medfun olan o Server-i alemin “sallallahü aleyhi ve sellem” kendi, hakiki şekline giremez. Başka suretlerde de Resulullah olarak görünemez diyenleri kabul etmiyor. [Hakiki suretini uykuda teşhis zordur]. 1/273.

¥ Muhyiddin-i Arabiye göre, 4 halifenin hilafetleri sırası, ömürleri müddetine göredir. Bu kelam hilafetlerinde eşid olmalarına delalet eylemez. Emr-i hilafet başka, efdal olmak bahsi başkadır. 1/266.

¥ Muhyiddin-i Arabi indinde küfür ve günahları, Allahü tealanın “Mudıl” ismi beğenmektedir. Bu söz hak ehline muhalıftır [yani yanlıştır]. 1/266.

¥ Muhyiddin-i Arabiye göre, İslam ve küfür [kafir] cümlenin meali rahmettir [gideceği yer rahmettir] deyip ve Hakkın vaadinin hilafi caizdir, der. 1/266.

¥ Muhyiddin-i Arabi hiçbir şey’i aslında kötü ve çirkin bilmez. Hatta küfür ve dalalet, imana göre kötü sayılır, der. 1/234. [Müjdeci Mektuplar: 317.]

¥ Muhyiddin-i Arabi, Hak sübhanehuyu mecbur zannediyor. [Sözlerinden öyle anlaşılıyor]. Çok alimlere muhaliftir. Fakat, hataları; keşfi ve ictihadi olduğundan mazurdur. Bazı taife, şeyhi kötüleyip, dil uzatır. İlmlerini hatalı görür. Bazı taife de onun bütün ilimlerini doğru bilirler. Bunlar ifrat ve tefrittir [fazla ve azdır]. 1/286.

¥ Muhyiddin-i Arabi indinde, Nebinin vilayeti, kendi nübüvvetinden efdaldir. 1/95.

¥ Muhyiddin-i Arabi indinde, ahiretteki rüyet, tecelli-i suriden ibarettir. Bu telakki [görüş] rüyeti inkardır. 3/89.

¥ Muhyiddin-i Arabi ve ona tabi olanlar, Hak tealaya zati ihata ve yakınlık ve zati beraberlik ispat ediyorlar. 3/79.

¥ Muhyiddin-i Arabi, vahtet-i vücuda inanıp, mümkünün varlığı, aynı Allahü tealanın varlığıdır, demiştir. 3/73.

¥ Muhyiddin-i Arabi ve tabileri, sıfata ayn-i zattır, dediler. 1/310.

¥ Muhyiddin-i Arabi, Fütuhat-i Mekkiyesinde, “Cem’i Muhammedi [Muhammed aleyhisselamın kemalatı], Cem’i ilahiden geniştir. Zira, ilahi hakikatlar ve mahlukların hakikatları bir aradadır, diyor. Bilmez ki, orada ancak, üluhiyet mertebesinin zıllerinden, görüntülerinden bir zıl vardır. O mukaddes mertebeye göre, Cem’i Muhammedinin hiç miktarı yoktur. [Onun yanında hiç kalır.] 2/71.

¥ Muhyiddin-i Arabi, hatemünnübüvve [son Peygamber], bazı ilim ve marifetleri, Evliyanın sonuncusundan alır, demiştir. Ve kendini vilayet-i Muhammedinin sonu bilir. Bu sözün tevili, Padişahın hazinedarlarından bir şey alması gibidir. 3/76.

¥ Muhlislerin kusurları affolunur. 1/239.

¥ Mezhep takliti lazımdır. 3/22

¥ Mir’at-i kainatta [kainat aynasında], görülen cemal değil, cemalin zılleridir. 1/272. [Müjdeci Mektuplar: 446.]

¥ Muradiyet [istenilmiş olmak] cezbenin önce olmasıdır. 3/117.

¥ Muradiyet eshabını [Muradlar yolunun yolcularını], şeyhin aracılığı olmadan cezb edip, işini bitirirler. 1/292.

¥ Muradlar yoluna, ictiba yolu derler. 3/117.

¥ Murakabe-i zat, Nakşibendiye yolunda kıymeti yoktur. 2/23.

¥ “El-mer’ü mea men ehabbe” [Kişi sevdiği ile beraber olur] hadis-i şerifi, hicran ateşi ile yananlara teselli vermektedir. 2/99.

¥ Maraz-ı zahiri [bedeni hastalık], iş görmeyi gücleştirdiği gibi, kalp hastalığı da, ibadet yapmayı gücleştirir. 1/289.

¥ Maraz-ı kalbiye [kalp hastalığına] tutulmuş olanın hiçbir ibadet ve taatı makbul değildir. Belki zararlıdır. 1/105.

¥ Maraz-ı kalbi [kalp hastalığı], Allahü tealanın emirlerine ve yasaklarına, kalbin tam inanmamasından ibarettir. 1/191.

¥ Müstehap, Hak tealayı dost eder ve rıza-yı ilahiye vesiledir. 1/266.

¥ Mesh-i serde [başın mesh edilmesinde], kulak ve ensenin mesh edilmesinde ihtiyatlı hareket etmek lazımdır. 1/266.

¥ Müskirattan [ve uyuşturucudan] kaçınmak lazımdır. Ve hepsini dahi hamr [şarap] gibi haram ve müstenker kabul ve itikat edeler. 3/40.

¥ Meşayıhin ruhlarından istifade etmeye ve onların yardımına mağrur olmayalar [aldanmıyalar] ki, o görünenler, kendi şeyhinin latifeleridir ki, o suretlerde görünmüştür. Değişik şeylere bağlanmak, hüsrana mucibdir. 1/292.

¥ Meşayıhin ekserisi ruh ve sırdan haber verdi. Az kimse, hafiden haber vermiştir. 1/294.

¥ Müşrik o kimsedir ki, Hak tealanın gayrinin ibadetine tutulmuştur. [Mahlukata ibadet eden müşriktir]. Eğerçi vücub-i vücutda ortağı yok, derse de. 3/3.

¥ Müşrikler necis-i ayn değildir. [Müşriklerin bedenleri necis değildir]. Onların necasetleri, itikatlarının pisliğidir. 3/21.

¥ Mudga (yürek). 3/64.

¥ Mudga sol canibde [sol tarafta] bulunmaktadır ki, alem-i halktandır. 2/21.

¥ Mat’umat-i lezize [leziz yiyecekler] ve melbusat-ı nefise [nefis giyecekler] kullanırken, nefsin arzularını düşünmemek gerekir. 1/70.

¥ Matlub tarafından bildirilmeden, her ne ki kendi tarafından söylerse, kendinden söylemiş olur. Bu suretle her ne ki matlubu meth etse, kendini meth etmiş olur. 3/122.

¥ Mezahir-i cemileye [güzel görünenlere] istiyerek ve tekrar bakmak caiz değildir. 1/234.

¥ Mezahir-i cemileden [güzel görünenlerden] olan haz ve lezzet ve babanın oğlu ile ve kardeşin kardeş ile ülfeti hıllettendir [dostluktandır]. Muhabbet başkadır. 3/87.

¥ Measinin [günahların] ve ahkam-ı ilahiyeye bağlanmamanın [günahların] zulmeti, insanın iman nurunu selamete erdirmez [iman nurunu söndürür]. 1/96.

¥ “El-mualecetü bil ittad.” “Yani zıttı ile ilaç eylemek lazımdır.” 2/53.

¥ Muaviye “radıyallahü anh”ın validesi Hind “radıyallahü anha”nın fazileti. 3/40.

¥ Muaviye “radıyallahü anh” ve onun ile beraber olan Eshab-ı kiram hatada idiler. Fakat, hata ictihadi idi. 1/251.

¥ Muaviye “radıyallahü anh”ın atının burnuna giren toz, Ömer ibni Abdülaziz’den efdaldir. 1/66.

¥ Muaviye “radıyallahü anh” hakkında Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hayırlı dua etmiştir. 1/251.

¥ Muaviye “radıyallahü anh”ın hatası, Veysel Karni ve Ömer Mervaninin sevabından hayırlıdır. 1/120.

¥ Muaviye “radıyallahü anh”ın hilafeti, Ali “radıyallahü anh” zamanında hakiki değil idi. Ondan sonra, adil imam oldu. 1/251.

¥ Mabud, maksud [gaye, kavuşulmak istenen] manasınadır ki, ona kavuşmak için her türlü zillet ve aşağılanmak icap ettirir. 3/3.

¥ Mucize-i Kuraniye [Kuran-i kerimin mucizesi], diğer mucizelerden kuvvetli ve devamlıdır. 1/107.

¥ Mucizeye talib olan, kafirler ve inkar ehlidir. Hiçbir mümin mucize taleb etmemiştir. 1/292.

¥ Miracda, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” imkan dairesinden çıkarak, ezeli ve ebedi bir anda gördü. 1/283.

¥ Marifetin manası. 3/90.

¥ Marifet, ilmin ötesi olup, buna, (idrak-i basit) de derler. 1/38.

¥ Marifet-i eşya [eşyayı bilmek] yalnız kalbe has değildir. Kalp fani olunca, zahir yine bilmektedir (alimdir) 3/93.

¥ Marifetin sureti ve bunun imanda muteber olduğu. 3/122.

¥ Marifet-i Hüda [Allahü tealayı tanımak] şu kimseye haram olsun ki, kendini frenk kafirinden üstün bile. 1/261.

¥ Marifet-i Hüda [Allahü tealayı bilmek] celle sultanühu, şu kimseye haramdır ki, onun batınında [kalbinde, ruhunda], bir zerre dünya muhabbeti ola. 2/38.

¥ Marifet-i Hüda [Allahü tealayı tanımak]dan aciz olduğunu idrak etmek, yükselme mertebelerinin sonudur. 3/122.

¥ Marifet-i Hüdanın [Allahü tealayı tanımanın] vacip olması, zat ve sıfatı tanıma konusunda İslamiyette bildirilenlere aittir. 3/122.

¥ Marifet-i sufiye [sufiyenin tanıması] muteber ve hakiki imana kavuşmaya sebeptir. 3/122.

¥ Muavvizeteyn tekrarı, elemin def’i için ganimettir. 2/32.

¥ Makulatta [akla dair şeylerde, düşüncelerde], vehmden gelecek ihtilaftan emin olunmaz. Rüyette [görmekte] ise, kalbin itminanı mevcuttur. 3/43.

¥ Mukarrebler, Allahü tealadan gayri bir şey istemezler. Cenneti, Onun razı olduğu yer olduğu için isterler. 1/35.

¥ Mukallidler, ayet-i kerime ve hadis-i şeriften kendi anladıklarına uymayıp, müctehidlerin anladıklarına uyalar. [Bunun için, tefsir kitaplarını okumamalı, 4 mezhepten birine uymalıdır. Müctehidlere uymak lazımdır.] 1/312.

¥ Mükaşefe [keşf etmek], sıfat mertebesinde hasıl olan hale derler. 3/119.

¥ Mektubatın mütaleasını lazım bileler ki, faydalıdır. 1/237.

¥ Bir mekruh ki, mubah mukabili ola, tahrimi mekruhtur. Yatsıyı gece yarısına tehir etmek gibi. 1/29.

¥ Mekruhtan kaçınmak ve bir edebe riayet; zikir, fikir ve murakabeden efdaldir; daha faydalıdir. 1/29.

¥ Melekler, aslı görenler, asla teveccüh etmiş olanlar [asla bağlanmış olanlar]dır. Onlar hakkında zıllıyet şüphesi yoktur. 2/12.

¥ Melekler, Hak tealanın kullarıdır. Hata ve yanılmaktan korunmuşlardır. Yemek ve içmekten uzak, kadın ve koca [erkek-dişi] olmaktan uzaktırlar. Bazıları risalet ile seçilmişlerdir. 3/16

¥ Melekler, imkan dairesindedirler. Mahlukturlar. [Nasıl oldukları bilinirler.] 1/287.

¥ Meleklerin bazısı, ateş ile kardan yaratılmışlardır. 1/260

¥ Meleklerin hakikatleri, İsrafil aleyhisselamın hakikatından meydana gelmiştir. 3/121.

¥ Melaike-i illiyin ki [yüksek melekler ki], Allahü tealaya yakın olanlardır. Onların dahi teayünatının başlangıcı, teayün-i vücudidir. 3/113.

¥ Melahat, güzellik için güya bir merkezdir. Sabahat, o merkezin dairesidir. 3/93.

¥ Melahat, sabahatın üstüdür. Melahate kavuşmak, sabahat derecelerini kat ettikten sonra ortaya çıkar. 3/93.

¥ Memlehaya [tuz içine] düşen insan, tuz olup, alış-verişi caiz olur. 3/52.

¥ Mümkünün [yaratılanın] vacip-i tealadan nasibi, ayrılıktan harab ve bitab düşmek, anlayamamak ve hayrettir. 3/79.

¥ Mümkünatın yaratılmasına sebep, sevgidir. 3/87.

¥ Mümkünat [yaratılanlar] her şer ve fesadın kaynağıdır. 2/98

¥ Mümkünatı üç kısma taksim eylemişlerdir. Alem-i ervah, alem-i misal, alem-i ecsad [madde alemi]dır. Alem-i misale berzah [geçid] derler ki, alem-i ervahla, alem-i ecsad arasındadır. Alem-i ervah ve ecsadın manaları ve hakikatları, alem-i misalde, latifelerin suretleri ile ortaya çıkar. Alem-i misal, hadd-i zatında suretleri ve şekilleri ihtiva etmez. Suret ve şekil ona, diğer alemden aks etmiştir. Alem-i ervah, alem-i misalin üstüdür. Ruh, alem-i misale gitmez. Alem-i misal, görmek içindir. Olmak için değildir. Var olma yeri alem-i ervah ve ecsattır. [Ruh alemi ve madde alemidir]. 3/30

¥ Mümkünün yaratılmış olmasının alameti, ihtiyaç sahibi olmasıdır. 3/63.

¥ Mümkün, kendi parçaları ile mümkündür. Ve kendi sureti ve hakikati ile mümkündür. Teayün-i vücubi mümkünde niçin olur. Mümkünün hakikati gerektir ki, mümkün ola. Mümkün, Vacip tealanın mahlukudur. Ve ol dahi mümkünün Halıkıdır. 3/121.

¥ Mümkün, kendine yönelmiş ve Allahü tealadan yüz çevirmiş iken, yine kendi aslına muhabbeti ve meyl-i tabiisi vardır. Kendini bilsin ve gerek bilmesin. Belki kendine olan muhabbeti, hemen fil-hakika kendi aslı ile alakalıdır. Çünkü, muhabbete tealluk eden güzellik ve kemal, asldan gelmektedir. Kendinde adem (yokluk) ve çirkinlikten gayri yoktur ki, muhabbet olsun. [Yani muhabbet yoktur.] 3/79.

¥ Mümkünün güzellik ve iyiliği, Allahü tealanın yüksek mertebesinden zıl yolu ile gelmiştir. Mümkünün zatı [kendisi], onun sadece şer olan adem-i zatisi [yokluğu] vasıtası ile çirkinlik ve noksanlıktır. Mümkünün güzellik ve iyiliği her ne kadar vücutdan gelmiştir. Ama, yokluk aynasında görülmekle, ayna hükmünü almış ve kötülükten hisse almıştır. Ve noksanlık kazanmıştır. Mümkün, aslı [zatı] çirkin olduğu için, bu güzellikten aldığı lezzet kadar, halis güzellikten lezzet alamaz. Çöpçüye kötü kokudan hasıl olan lezzet, iyi kokudan hasıl olmaz. 3/97

¥ Mümkün-i fakir [muhtaç olan mümkün], Vacip-i tealaya ayna olması mümkün değildir. Belki Vacip-i teala, mümküne aynadır. 3/121.

¥ Mümkünatın hepsi, gerek asıl ve değişen sıfatlar olsun ve gerekse alemler ve akıllar, var olmakta ve varlıkta kalmakta Hak sübhanehuya muhtacdır. 3/56.

¥ Mümkünler [yaratılanlar] zat sahibi değildir ki, sıfat o zat ile varlıkta ola. Bütün varlıkları [yaratılanları] varlıkta durduran Allahü tealanın zatıdır. 2/45.

¥ Mümkünatın [yaratılmışların] yaratılmasından maksat, onlara, nimet vermek ve ihsanda bulunmaktır. Yoksa, onların vasıtası ile, isimlerin ve sıfatların kemalatı hasıl olmaz. İsimler ve sıfatlar kendi kendine kamildir. Hiçbir zuhur ve mazhara [görüntüye ve bir şeyde bunları göstermeye] ihtiyaçları yoktur. Bütün kemalat Hak tealada vardır. Kuvveden file çıkacak değildir ki, onun meydana gelmesi bir emre bağlı ola. Görmek ve görünmek kendinden kendine olur. Bilen ve bilinen ve söyleyen ve işiten kendidir. Bütün kemalat, o makamda nasıldır denilemez, anlaşılamaz. Ünvanı ile ayırt olunurlar. O makamda, hem icmal, hem tafsil vardır. 3/113.

¥ Mümkünlerin hakikatleri İmam-ı Rabbani indinde, Allahü tealanın “celle sültanüha” ilminde mufassalan [teferruatlı ve geniş olarak] bilinen yokluklar olup, ilim hanesinde açıklanan, Allahü tealanın isim ve sıfatları bu yoklukların bazısında yansımıştır. 3/59.

¥ Mümkünat [yaratılanlar], isimlerin ve sıfatların zıllerinin görünüşleridir [aynasıdır]. 1/287

¥ Mümkünlerin zıller olması, yolculuk esnasındaki salikler içindir. Kavuşanlar için, zılli ilahi yoktur. 3/121.

¥ Mümkünler, Allahü tealanın isim ve sıfatlarının aynasıdır [yansıtmaktadır]. Allahü tealanın zatını göstermezler. 3/88.

¥ Mümkünler, sıfatın zıllıdir. Şuunların zıllı değildir. 3/25.

¥ Mümkünler, isimlerin ve sıfatların kemalatının, vehim ve his mertebesinde görünmesidir. 2/44.

¥ Mümkünler, Allahü tealanın ilmindeki hakikatlerine uygun olarak, dışarıda görülmektedirler. 1/234.

¥ Mümkünler, yani mahluklar, beş latifenin alem-i emirdeki asıllarının sonuna kadardır. 1/260.

¥ Bir kimse bir günah işler, sonra pişman olursa, bu pişmanlığı, günahına kefaret olur. Yani afvına sebep olur. Hadis-i şerif. 2/66.

¥ Men arefe nefsehu, fekad arefe rabbehu hadis-i şerifinin manası [Kendini tanıyan, Rabbini tanır]. Bir kimse kendi hakikatini, şerirlik [kötülük]ler ve zıdlık ile beraber bilip, her hayır ve kemali, Allahü tealadan gelmiş [Ona aid] bilince, çaresiz, Allahü tealayı hayır ve kemali ile bilmiş olur. 3/65.

¥ Men dakka babel kerimi infeteha [Kerimlerin kapısı çalınınca açılır]. 1/232.

¥ Men yütiirrasule fekad etaallahe. [Kim Resuline itaat ederse, Allahü tealaya itaat eder.] Nisa Suresi 80. ayet-i kerimesinin izahı (….).

¥ Men arafellahe kelle lisanühü. [Allahü tealayı tanıyanın dili söylemez olur.] 2/58

¥ Kuran-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kafir olur. [Tefsir ilminden haberi olmayanlar ve İslam düşmanları, tefsir kitapları yazıp, yaldızlı ciltlerle satıyorlar. Bunlara aldanmamalı, 4 mezhepten birinin ilmi-hal kitaplarını okumalıdır.] 1/234.

¥ Saçını, sakalını müslüman olarak ağartan affolunur. “Hadis-i şerif.” 1/88.

¥ Men senne sünneten Hasanaten felehu ecrüha ve ecrü men amilebiha. [Bir kimse, İslamda sünnet-i Hasana meydana çıkarırsa, bunun sevabına ve bunu yapanların sevabına kavuşur.] “Hadis-i şerif” 2/57.

¥ Zengine zenginliği için alçaklık gösterenin dininin 3’te 2’si gider. “Hadis-i şerif.” 1/138.

¥ Eshab-ı kirama dil uzatanlara, onları söğenlere Allahın, meleklerin ve insanların laneti olsun. “Hadis-i şerif” 1/251.

¥ (Ve minennasi men-yeşteri lehvel hadisi) ayet-i kerimesi, teganninin yasaklığı hakkında nazil olmuştur. 1/266.

¥ Münafık günahına kanaat edendir. İmanın sureti onu azaptan kurtarmaz. 2/69.

¥ Münafık, inkarını kalbi ile yaparak, namazın suretini yerine getirir. 2/54.

¥ Müntehinin mahlukların sonuna kadar urucu [yükselmesi], ahkam-ı İslameyenin suretine yapışmak ile olur. Ondan sonra vücub mertebelerinde seyr [ilerleme] ahkam-ı İslameyenin suretine ve hakikatine birlikte uymakla olup, bu iş [muamele] ilim şanına kadar varır ki [yükselir ki], burası, Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mebdei teayünüdür. Bundan sonra ilerlenirse, ahkam-ı İslameyenin içi de dışı da yolda kalır. Arif, şan-ı hayatta yükselir. Bu şan matlubun mukaddemesidir. [İstenilenin başlangıcıdır]. [Maksatın kapısı gibidir.] Bu mertebede arif, kendini ahkam-ı İslamiyeden dışarıda bulur. Allahü teala koruduğu için, ahkam-ı İslameyenin inceliklerinden bir inceliği kaçırmaz. Bu büyük nimete kavuşmakla şereflenenler, çok az, hem de pek çok azdır. 1/172.

¥ Müntehinin rücuda [geri inişte] zahiri ve batını mahluklara döner. Fakat mahluklara bağlanmaz. Halka dönmekle, kalkmış olan perdeler geri gelmez. Yükselirken zahiri halkla, batını hak iledir. 1/95.

¥ Müntehinin batınında [kalbinde, ruhunda], hem vüsul, hem de zevk-i vüsul vardır. 2/43.

¥ Nimet verene şükür, nimete kavuşan üzerine aklen ve dinen vaciptir. Şükrün derecesi gelen nimete göre olur. Allahü tealanın nimetlerine şükür, evvela: Ehl-i sünnet itikatına göre itikatı düzeltmek, 2. olarak: Ahkam-ı İslamiyeyi ehl-i sünnet alimlerinin ilmihal kitaplarından öğrenip, bunlara uymak, üçüncü olarak: Ehl-i sünnet olan sofiyenin yolunda kalbi ve nefsi temizlemektir. Bu son kısım şart değildir, faydası büyüktür. İslamın aslı, ilk iki şarta bağlı ve İslamın kemali üçüncü şarta bağlıdır. 1/71.

¥ Münker ve Nekirin kabirde müminlere ve kafirlere suali haktır. 2/67.

¥ Nübüvveti inkar edenler, iman ile şereflenememişlerdir. Ve Enbiyadan başka bir kimse, bu kelimeyi [tevhiti] söylememiştir. Nübüvveti inkar edenler, eğer, Allahü teala vardır, derler ama, ya İslamı taklit ederler veya vücub-ı vücutda vahid bilirler. [Var olan vacibi bir bilirler.] İbadete hakkı olmakta vahdaniyeti inkar ederler. 3/3.

¥ Nikahlı kadından 4 adedi ve cariyeden her ne kadar taleb ederse, mubah kılınmıştır. 1/191.

¥ Ölüm mümini sevgiliye kavuşturan bir köprüdür. 2/12.

¥ Musa aleyhisselam, Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zamanında olsaydı, Ona uymaktan gayri başka şey yapmazdı. 1/249.

¥ Musa bin İmran, ya Rabbi, ziyade aziz kimdir, dedikte, gücü yeter iken, düşmanını affedendir, buyuruldu. 1/98.

¥ Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselamdan daha şanlıdır. 1/260.

¥ Musa aleyhisselam, Allahü tealayı görmek istedikte, (Sen beni göremezsin) cevabını alınca, bu isteğinden vazgeçti. 1/272.

¥ Şarkı söylemek, ilahi, kaside ve teganni ile mevlüt ve Kuran-ı kerim okumak ve dinlemek, bizim tarikatımızda yasaktır. 1/266 sonunda, 3/72. [Kuran-ı kerimi ve mevlütü teganni etmeden okumak lazımdır. Çok sevap olur.]

¥ Mehdi hakkında, şeyh ibni Hacer bir risale yazmıştır. Alameti 200’e baliğ olur [ulaşır]. 2/67.

¥ Mehdi aleyhirrahme nübüvvet yolu ile vasıl olmuş, kavuşmuştur. 3/123.

¥ Mehdinin “aleyhirrahme” hakikati, sıfat-ül-ilmdir [ilim sıfatıdır]. 1/251.

¥ Mehdi aleyhirrahme gelecek. Ve başı üzerinde bir bulut bulunacaktır. 2/67

¥ Mehdinin babasının ismi Abdullah’tır ve Eshab-ı Kehf arkadaşı olacaktır. “Hadis-i şerif.” 2/68.

¥ Mehdinin gelişi, yüzyıl başında olacaktır. Daha evvel doğuda, kuyruklu yıldız görülecektir. 2/68, 1/209.

¥ Meyit boğulmak üzere olan kimse gibidir. Babasından, anasından ve kardeşinden ve arkadaşından, kendisine gelecek olan bir duaya muhtacdır, beklemektedir. 1/278.

¥ Mizan Haktır. Ve bu mizan dünya mizanına muhalif olup, kefesi yükselir ise ağırdır. 3/16

¥ Meyl-i tabii [içgüdü] ve taleb [istek] farklıdır. 3/3.

¥ Marifetullahın meydana gelmesi [hasıl olması], masivanın tamamına muhabbetten kalbin kesilmesine, azad olmasına [kurtulmasına] bağlıdır. Bir kalpde, iki zıd şeyin sevgisi bir arada olmaz. 3/36.

¥ Bir farzın terkine veya bir haram ve yasağın yapılmasına sebep olan nafile ibadet, malayaniye dahildir. 1/123

Tavsiye Yazı –> Adalet ve zulmün tarifi nasıldır?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler