Sual: Tevessül ve istigâse hususunda Aliyyü’l- Kari Şerhu’l-Fıkhı’l-ekber’de ve İbni Ebi’l-İzz Tahavi Şerhi’nde Ebu Hanife’nin şöyle dediğini yazıyor: Dua eden bir kimsenin, filanin hakkı için veya nebilerin ve rasullerin hakkı için veya Beytülharam ve Meş’ari’l-Haram hakkı için senden istiyorum demesi mekruhtur. Ne dersiniz?
Cevap: Tevessülün caiz olması nass ile sabittir. Ehl-i Sünnet bunda ittifak etmiştir. Sahih-i Buhari’de geçtiği üzere Hazret-i Ömer kuraklık zamanında Hazret-i Abbas’ı vesile ederek dua ederdi. İnkâr edenler yalnızca Vehhabîlerdir ve bu sebeple Ehl-i sünnetin dışına çıkmışlardır. Fıkh-ı Ekber’de tevessül ve istigâsenin haramlığı şöyle dursun, cevazına dair uzun bahis vardır.
Aliyyü’l-Kari’nin Fıkhu’l-Ekber şerhinin “Peygamberlerin Şefaati” bahsinde şöyle diyor: “Peygamberlerin ve meleklerin şefaati hak olduğu gibi, velilerin, âlimlerin, şehidlerin, fakirlerin ve belâlara karşı sabreden müminlerin ölmüş küçük çocuklarının şefaatları da haktır.” Nass ile sabit olan şefaat, ahıret işlerinden olduğundan tevessülden daha mühimdir. Tevessül ile dünya işlerine tealluk eden meselelerde peygamber, veli veya sair salih kulları dünya işlerinde “şefaatçi tutmak” elbette caiz olur.
Hadîka’da dil âfetlerinde der ki, and vererek, meselâ “Allah aşkına” diyerek bir kimseden dünyalık şey istemek câiz değildir. Hadîs-i şerîfte, bunların mel’un oldukları bildirildi. Dürer’de ve İbni Âbidîn’de diyor ki, bir müslüman, “Allah hakkı için şunu yap” derse, bunu yapmak lâzım olmaz, yani yapmamak günâh olmaz ise de, tâat, hatta mübah olan şeyleri yapmak iyi olur. Peygamber hakkı için yahud ölü veya diri bir Velî hakkı için dua etmek haramdır. Çünki, kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yoktur. Âlimlerin bir kısmı böyle ictihad etti ise de, böyle dua etmek, “Yâ Rabbî, onlara vermiş olduğun hak için” niyeti ile câiz olur. Çünki, Rûm sûresinin 47. âyetinin meâl-i şerîfi şöyledir: “Üzerimize hak oldu ki, mü’minlere yardım ederiz”. En’âm sûresinin 12. âyetinin meâl-i şerîfi, “Allahü teâlâ kullarına merhamet etmeği kendisine lâzım kıldı” şeklindedir. Merhamet ve ihsan ederek, sevdiklerine haklar verdiğini göstermektedir.
“Filanın hakkı için veya nebilerin ve resullerin hakkı için veya beytu’l-haram ve meşari’l-haram hakkı için Sen’den istiyorum demesi mekruhtur” ifadesi, Fıkhu’l-Ekber ve Akidetü’t-Tahâvî metinlerinde geçmemektedir. Burada mekruhluk tevessülde değil, tevessül ederken kullanılan ifadededir. Şarihler, “hakkı için” ifadesinden Allahü tealanın vesileye borcu olduğunun anlaşılabileceğini düşünmüşlerdir. Bu sebepten dolayı, şarihler bu ifadeyi edebe muhalif görerek, mekruh kabul etmişlerdir. Ancak, bu mana kastedilmeden duada “hakkı için” gibi kelimelerin kullanılmasının caiz olacağı hadis-i şeriflerde geçen Adem aleyhisselam ve Resulullah aleyhisselam’ın dualarından anlaşılmaktadır.
Abdülhakîm Arvasî der ki: (Bi-hakk-ı Muhammed) “sallallahü aleyhi ve sellem” demek, bi-hurmet-i Muhammed demektir. Mevkûfât sâhibi zan etmiş ki, hak kelimesi, bir hakk-ı şer’î veya hakk-ı aklîdir. Öyle murâd olunur ise, öyle olur. Minelkadîm bu dua böyle okuna gelmiştir. Evet, Allahü teâlâya hiçbir suretle, hiçbirşey, ne şer’an ve ne de aklen vâcib değildir. Burada hakdan murâd, bu murâd değildir.
Benzer Suallerin Cevapları İçin Tıklayınız